Medyanın endüstriyel boyuta sıçraması sürecinde ve sonrasında gazetelerin, dergilerin, TV kanallarının en stratejik bölümleri “ekonomi servisleri” oldu, dersek abartmış olur muyuz?  Bizde, 1980 öncesinde medya, endüstri boyutunda olmadığı gibi, ekonomi servisi diye adlandırılan bölümler, ekonomi sayfaları da yoktu. Gazetelerde önce 1, derken birkaç sayfanın ekonomiye ayrılması; ekonomi gazetelerinin, haftalık, aylık ekonomi dergilerin yayımlanması, 1980 miladıyla gerçekleşti. 12 Eylül ile el ele icra edilen 24 Ocak kararları sonrasında giren dış sermaye ile büyüyen ekonomide, reklam pazarı da büyüdü. Derken, İMKB’nin kuruluşu, piyasaların oluşması ekonomi gazeteciliğinin eylem alanını iyice genişletti. Sektör dergileri, kariyer dergileri v.s. biçiminde ince işbölümlerine gidildi yayıncılıkta.

Kısa sürede, gazetecilik yaparken reklam geliri de sağlamak doğrusunun yerini, reklam geliri için gazetecilik yapmak çarpıklığı aldı. Reklam pazarından daha çok pay almak, şirketlerle, bankalarla  iyi ilişkilerden, onların haberlerine yer vermekten geçince, ekonomi gazeteciliği de değere bindi. Dahası Özal ile birlikte oluşturulan  medya-ticaret-siyaset üçgenine  birçok sermayedarın balıklama atlaması ile ekonomi servisleri, ekonomi gazetecileri, yorumcuları önem kazandı. 1990 sonrasında çok kanallı düzene geçişle birlikte, yazılı ekonomi basını ve basında ekonomiye,  bu kez, televizyonda ekonomi ve ekonomi televizyonculuğu eklendi.

***

Medya endüstrisinin ana gelir kaynağı reklam olunca ve reklama erişim, habere erişimin önüne geçince,  objektif habercilik, yorumda özgürlük ve çeşitlilik, öncelikle ekonomi haberciliğinde, hakkın rahmetine uğradı. Gazete üst yönetimleri ekonomi servislerinden şirket ve banka haberlerine yer vermelerini, CEO röportajlarını sıklaştırmalarını, hükümet icraatları ve performanslarını iyi göstermelerini istediler. Banka, şirket yönetim kurulu üyeleri, köşe yazarı yapıldı. Patronlar, bu kırmızı çizgiler içinde kalan gazetecilerle  çalışmayı tercih ederken çizgi dışı olanları, anında tasfiye ettiler. Giderek ekonomi editoryali ile reklam servisleri iç içe çalışmaya başladılar. Reklamverenleri birlikte ziyaret edip “çözüm ortaklığı” önerdiler. Bu yeni ağda ekonomi servisleri, medyanın gerçekten de en erken kirletilen, meslek ahlakının hızla yok edildiği bölümler oldu. Mazeret hazırdı; işletme çarkını döndürmek, maaşları ödemek için bunlar yapılmalıydı, hem, herkes aynı şeyi yapıyordu…

Balık baştan kokunca alttakiler de,  bal tutanlar olarak  parmaklarını yalamaktan , küçük rüşvetler kabul etmekten geri durmadılar. Şirket hediyeleri, seyahatler karşılığı haber girmenin, davetlere şirket haberleriyle karşılık vermenin yolu açıldı. Bir dönem, gazetecilikte utanılacak şeyler olarak kabul edilenler, giderek  hoş görülmeye, bir “norm” a dönüşmeye başladı. Bu eğilim, adına PR ya da halkla ilişkiler denilen aracı sektörü de büyüttü. Çoğu, eski gazeteci, medyadaki ilişkilerini kullanarak şirketlere “reklamı haberleştirme” servisi verme ve bunun işbirliğini yapan gazeteci ve editörlerle hasılatı kırışma üstüne kurulu iş kurmaya başladılar.

Gazete, dergi ya da kanala reklam akışı sürdükçe ekonomi servisinin rüşvetçiliğine “yukarısı” da göz yumdu, hatta pay istediği oldu. Bu rüşvetçiliğe bulaşma, göz yumma, medya çalışanlarının sendikalaşmasının, editoryalin patronaja karşı görece özerkliğini tesis etmesinin de önünü kesen,  yukarıdakilerce beslenen bir hastalık.

Medyayı  satın alma, sadece şirket ve finansın işi değildir. Bizzat medya patronları öteki sektörlerdeki şirketlerinin imaj haberlerini, ekonomi servislerine yaptırırlar. Servis, holdingiyle adeta özdeşleştirilir. Durumdan vazife çıkarır. ‘Bizim grubun bankası, bizim firmalar  için ne yapabiliriz ?’ diye yanıp tutuşur. Aynı şekilde rakibe belden aşağıya vurulacaksa tetikçilik, ekonomi servisi elemanlarına yaptırılır. Örneği o kadar çoktur ki…

Bu kadarla da kalmaz tabii ki. Medyadan, özellikle ekonomi servislerinden siyasetin, iktidarların da beklentileri olur. Eleştirilerden rahatsız oldukları an patronların kulağını,  patron da ekonomi editörünün, yazarının kulağını çeker.

Al gülüm-ver gülüm düzeni, diğer servislerde yok mudur? Vardır elbette, , spor medyası ile spor kulüpleri arasında, sağlık medyası ile özel hastane ve ilaç firmaları arasında, magazin basını ile eğlence endüstrisi arasında da kirli ilişki örnekleri az değildir.

***

Medyayı kullanmada sıraya girenlerin bir diğeri de son zamanlarda The Cemaat ya da kendine taktığı yeni adla Hizmet’tir. Gülen Hareketinin , kendi geniş medya ağıyla yetinmeyip Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla,  sağcı, solcu demeden grup dışındaki gazetecileri boş bırakmadığını biliyoruz. Onlara ödüller vererek, Gülen okullarına, Pensilvanya’ya, dış gezilere davet ederek ‘kafalamaya çalıştıklarını’ bilmeyen kalmadı. Aynı şeyi ekonomi alanında da cemaatin sermaye örgütlenmesi TUSKON yapıyor şimdilerde…Medyayı dış gezilere, Afrikalardan Amerikalara kadar gezdiriyor. Emperyalizm karikatürü yayılmacılığını marifetmiş gibi gösteriyor . Davete katılanlar da dönüşte döşeniyorlar TUSKON’a methiyeleri…Bunlardan ikisi ne yazık ki, Cumhuriyet’in ekonomi sayfalarında da yer aldı son 1 ayda ; “Anadolu Kaplanları Kenya’da (12 Mart), Dünya kazan TUSKON kepçe (11 Nisan)…Okurlardan iletiler alıyorum; “Bu gazetenin her gün birinci sayfasında, cemaat marifetli komplolar haberleştirilirken,  Silivri’deki Balbay’ın çürütüldüğü gün sayısının çetelesi tutulurken, gazetenin öteki sayfalarında  aynı cemaatin şirketlerine ‘güzelleme’ neyin nesidir?” …Kim, ne diyebilir?

***

Kuşkusuz bunca kokuşmuşluk içinde onuruyla, meslek ahlakına halel getirmeden kirli mutfaklarda direnerek namusuyla  çalışanlar hep oldu ve hala, az da olsa, vardır. Zaten önemli olan,  nerede olduğumuz değil, nasıl durduğumuz değil midir? Yazdıklarımdan, yarası olanlar gocunsunlar, hatta gocunmayacak kadar kaşarlanmış da olabilirler…

 

 

Written by Mustafa Sönmez