AKP rejimi ‘dörtlü basınç’ altında bunalıyor
2013 baharı, RTE’nin AKP’sinin tarihine bir kırılma anı olarak geçecek. Hem 10 yıllık iktidarında arkasında…
Cumhuriyet’in Esad görüşmesinin Türkiye ve dünya medyasında tarih yazdığını, dost-düşman herkes kabul ediyor. Bu olay, “Nasıl bir medya sahipliği ?” sorusu üzerinde düşünmemiz için de iyi bir fırsat. Görüşmeyi başarıyla gerçekleştiren Utku Çakırözer, büyük bir takdiri hak etti. Ama Utku, Cumhuriyet’in gazetecisi olmasa bunu yapabilir miydi? Aynı röportaja talip olan Özkök, Birand, Zaman da iyi gazeteciler. Ama randevu aldıkları halde gidemediler, bu tarihi görevi üstlenemediler. Eminim büyük bir ukde kalmıştır içlerinde. Büyük bir eziklik yaşıyorlardır ve samimiyetle, üzülüyorum onlar ve Utku’nun yerinde olmak isteyen birçok gazeteci, yazar için. Çünkü gazeteci, bir yanıyla sanatçıdır. Meslek, yaratıcılık içerir. Yaratamayan sanatçı kurur, ölür. Kısıtlanan gazeteci de içten içe kurur.
Türkiye medyası, ne yazık ki, gazetecilerin yaratıcılıklarını kullanamadıkları, iğdiş edildikleri acınası bir durumda. Türkiye’nin en seçkin beyinlerinden bir bölümü medya alanında. Ama bu insan kaynağı, becerilerini istediği gibi kullanabiliyor mu? Üstlendiği halkın haber hakkına hizmet görevini özgürce yerine getirebiliyor mu? Buna evet demeyi çok isterdim, ama biliyoruz ki cevap kocaman bir hayır. Cumhuriyet’te Utku’nun yapabildiğini Doğan’da Özkök ve Birand’ın, diğer merkez medya gazetecilerinin neden yapamadıkları çok açık. Cumhuriyet, ekonomik imkansızlıklarına rağmen, özgür; Merkez medya ise varlıklı ama bağımlı, rehin alınmış. Medya gücünü vaktinde, politik ve ekonomik amaçları için, sermaye birikimi için tepe tepe kullanan patronlar, bumerang etkisine maruz kaldılar. AKP iktidarında o medya gücü ile vuruldular, rehin alındılar. İktidarın kırmızı çizgilerinin dışına çıkarlarsa, sırtlarındaki banka, maden, inşaat, iletişim, enerji yatırımları, her an darbe yiyebilir. Şakası yok, bunu Aydın Doğan üstünde ibreti alem olsun diye uyguladı RTE…
***
Eminim, kadrolarındaki gazetecilerin, yazarların Cumhuriyet’e gıpta ile bakışlarını, merkez medyanın patronları da paylaşıyordur. Esad görüşmesini niye bizim gazete , kanal yapmadı, niye bizim ismimiz günlerce Türkiye gündeminde, dünya gündeminde yankılanmadı, diye hayıflanıyorlardır. Bunun nedeni ile yüzleşmeyi biliyorlarsa eğer, kahroluyorlardır. İşte tam da bu olay, bir vesile oluşturmalı medya patronlarına. Artık görmeliler ki, özellikle Türkiye’nin içinden geçtiği dönemde holding bünyesinde medya taşımak, patlayıcı madde taşımak kadar tehlikeli. Artık görmeliler ki, medya yatırımı, holdinglerine, gruplarına “dışsal yarar” değil, “dışsal zarar” getiriyor. Sürekli zarar yazan bir medya var ve üstüne üstlük, bu alanın patronu olmak, iktidarın saldırısına uğramak için de bir bahane. Medya yatırımlarından hiç birinin para kazanmadığını, medyayı “majestelerinin hizmetine sunarak” dışsal yarar sağlamanın da bedelinin çok ağır olduğunu görmüş olmalılar.
Bu çerçeve içindeki bir medyanın sahibi olmak, sorumluluk taşıyan gazeteci yöneticiler için, yazarlar için de mutluluk verici değil. Medya aristokrasisi içinde bu durumu umursamayan, çeşme akarken testimi doldurmaya bakayım, diyen çürükler, omurgasızlar az değil, elbette. Her yerde olur böyleleri. Ama çoğunluk? Çoğu kıdemli ya da çiçeği burnunda gazeteci, böyle bir bağımlı medyada mutlu olmaz, olamaz. Kendini ifade edemediği, başarıyı yakalayamadığı, gerçekleri yazıp ortaya çıkaramadığı bir mesleğin neresi tatmin sağlayabilir ki?
***
AKP ve cemaat aparatı medyadan umudum yok, ama AKP rejiminin rehin aldığı ‘Merkez Medya’ patronlarına bir önerim var. O da Cumhuriyet modelini denemeleridir. Özgürleşmek için, Cumhuriyet modeli… Yani, bir vakıf inşası ve sadece gazetecilik yapan, holding ile bağını koparmış, ekonomik olarak da özerkleşmiş medya yapılanmalarına geçmeleri… O kadar ki vakıflar, patron soyadlarını değil, medya markalarını taşımalı. Hürriyet Vakfı, Milliyet Vakfı, Habertürk Vakfı, Akşam Vakfı, NTV Vakfı gibi…Önerim, çalışanlarının örgütlenmelerine engel koymamaları, sendikal yapılanmanın vakıf yönetiminde söz sahibi olması, çalışanların söz ve karar sahibi oldukları medya işletmelerine dönüşmeleri…Bu bir fantezi değil. Çok gerçekçi bir öneri. Bunu yapan medya patronu ölümsüzleşir. Bir kere, siyasi iktidarın hedefi olmaktan kurtulur, ekonomik olarak rahatlar. Özerkleştireceği medya kuruluşu ve çalışanlarına da, her tür iktidar ve holding baskısından kurtulup gürül gürül habercilik, gazetecilik yapacakları bir iklim sunmuş olur. Sonuçta, halkın haber alma hakkının önünü tıkayan ne varsa, ortadan kaldırarak takdir kazanır.
Böyle bir dönüşüme, hatta “devrim”e, mutlaka holdinglerin yönetimlerinden, medya kuruluşlarının üst yönetimlerinden itirazlar olacaktır. Medya etiğini boş verip hedefe odaklanmış, medyayı araç, silah olarak kullanmaya alışmışlar, bundan mahrum kalmaktan mutsuz olabilir, itiraz edebilirler. Medya yöneticisi olarak patronun sunduğu bol sıfırlı maaşlardan, makam araçlarından, kredi kartlarından, postlardan vs.den mahrum kalacak medya aristokrasisinin bir bölümü de bunu bir ütopya olarak görüp bir kalemde karalayabilir.
Ama geri kalanlar, gazetecilik mesleğini hakkıyla icra etmek için yanıp tutuşanlar, özgürce yazıp özgürce program yapmak isteyenler, böyle bir dönüşümü coşku ile karşılayacaklardır. Daha demokratik, güdümsüz, daha yatay ilişkileri olan, adil bölüşümün geçerli olacağı kurumlarda çalışmayı kim istemez?