Mustafa  Sönmez

Arada bir duyarız, “Çalıştırıyor ama, emeğinin karşılığını da veriyor” diye… Oysa, emeğin gerçek karşılığı, kapitalizmde hiçbir zaman verilmez. Verilse, sermayeye, patrona bir şey kalmaz. Çünkü yaratılan değer adına ne varsa emeğin ürünüdür. Ama harcanmış emeğin sadece bir kısmı emek sahibine ücret olarak verilir, kalanı sermayedara artık-emek karşılığı, kar olur. Bu anlamda bir emek hırsızlığı vardır. Bu kapitalizmin bütün türlerinde, en ilkelinde de, en gelişkininde de böyledir. Emek hırsızlığı, kapitalist birikimin anayasasıdır. Kapitalizmin doğasında olan emek hırsızlığı her sektöre, dolayısıyla  medya-kültür sektörüne de içkin bir şeydir. İşgücü ile üretim sürecine katılan yazar, muhabir, kameraman, spiker, programcı, oyuncu, grafiker, senarist, ışıkçı, sesçi, müzisyen bütün ücretlilerin emeği çalınır.  Medya-kültür endüstrisinin  kar edip etmemesi , sömürü bahsini etkilemez. Çıkardığı gazeteden, yönettiği TV kanalından patron kar etmese de sömürü vardır. Ücretliden çalınan artık emek, sonuçta, doğrudan değilse bile, dışsal ekonomi yoluyla , olmadı, “siyasi alandan” bir geri dönüş sağlar medya patronlarına.

***

Diğer sektörlerde olduğu gibi, medyada da emek hırsızlığını patronlar tek başlarına yapmazlar elbette. Marks’ın deyişiyle, tüm işletmelerin, subayları, astsubayları vardır ve medyada da işverenlere vekalet eden CEO’lar, genel yayın yönetmenleri, şirket yönetimine girmiş editörler, kimi yazarlar, patron formasıyla, medya piramidinin tepesinden yönetirler “aşağıdakileri”.

Medyanın örgütlü olduğu, demokratik geleneklerin aşınmadığı ülkelerde “medya aristokratları” diye niteleyebileceğimiz medya yöneticileri ile patronaj arasında, iyi-kötü , kalın bir perde vardır. Özellikle editoryal özerklik konusunda hassasiyet vardır. Bizde ise bırakın kalın perdeyi,  tül bile kalmamıştır. Hele ki 1980 sonrası, patronun küçük hissedarı olmak uğruna birbirini tepelemenin , medya patronuna işbirlikçi, tetikçi  olmak için çırpınmanın birçok rezil  örneği vardır. İsme ne gerek var, okur, zaten bilir kimin , ne olduğunu… ***

Bundan sonra yazacaklarım ise emek hırsızlığını aşan, emek çakallığı  ile ilgilidir. Çakallık, emek sahibinin ücretini bile ödememek, 8 saatten fazla çalıştırıp mesai zammını ödememek, işten çıkarılmışsa tazminatını ödememek, daha da önemlisi ortaklaşa emek ürününden imzasını esirgemek. Böyle çakallık örnekleri ne yazık ki medya-kültür sektöründe, hatta bilim dünyasında bile az değildir. Asistanlarına, öğrencilerine araştırma yaptırıp, makaleler yazdırıp, çeviriler yaptırıp ortaya çıkan ürüne tek başına adını yazan “bilim insanı” kılıklı çakal sayısı sandığınızdan da fazladır.

Buradan bir başka çakallık ithamına geleceğim. Türkiye medyasında, özellikle televizyon haberciliğinde “duayen” olarak bilinen Mehmet Ali Birand ve parlatılarak  ekranlara getirilen 28 Şubat dizisidir konumuz. Mağdur olduklarını ilan edenler , Rıdvan Akar ve diziyi hazırlayan arkadaşlarıdır. Rıdvan, gazetecilikte elime doğmuş ve bugün birçok medya kuruluşunu yöneten arkadaşlarımdan  biridir. Emeğe bakışını, saygısını 25 yıldır bilirim. Bu serüvenin de yakın gözlemcisiyim. 28 Şubat belgeselinin, birçok Birand  imzalı belgeselde olduğu gibi, hamallığını Rıdvan ve arkadaşları yaptı.  Yaklaşık 8 yıllık bir süreye yayıldı.. Gel zaman git zaman belgeselin montajına başlandığı günlerde Rıdvan, Birand ile birlikte kurdukları ajanstan ve yönettiği haber programından 15 yıllık emeği hiçe sayılarak uzaklaşmak zorunda bırakıldı. 32. Gün’den ayrılırken tazminat ve birikmiş maaş alacakları ile ilgili  ihtilafını,  gürültüsüz patırtısız yargıya taşıdı.

Sonra ne mi oldu? Birand, 28 Şubat belgeselini Rıdvan’ın  kurduğu ekibe sadece bir kişiyi katarak tamamlattı ve 13 Şubat’ta ilk bölümü yayımlandı.  O da ne? Jenerikte ne Rıdvan’ın adı vardı,  ne de o ilk döneminde belgeselin neredeyse dörtte üçünü  tamamlayan , o belgesele tam 7 yıl önce emek vermiş Banu Acun, Kerem Şenel, Önder İnce , Ahmet Göktepe, Samet Özçelik, Eyüp Daşkaya, Nazlı Dalar’ın adı…. Bu kuzudan bir de 28 Şubat kitabı ,yani ikinci post çıkaracakmış Birand. Yakışır.

Sorun dönüp dolaşıp örgütlenmeye dayanıyor. Her düzeyde medya-kültür emekçisi örgütlenmekten uzak durdukça, uygar bir çalışma ortamının koruyucu yasal düzenlemelerine sahip olup onlara sahip çıkmadıkça, hırsızlık ve çakallıkların sonu gelmeyecektir.

Bir çift sözüm de medyada programı, kalemi olanlara;  Vazgeçtim emek hırsızlığına kayıtsızlığınızdan, hiç olmasa çakallıklar karşısında üç maymunları oynamaktan vazgeçin. Bu kadarını da mideniz kaldırmasın artık.

Written by Mustafa Sönmez