Siyaset gri, ekonomi kara…
Pazar günü sabah , seçim için sandıklara henüz gidildiği saatlerde yaptığım değerlendirmede, RTE’nin başkanlık hevesinin…
MUSTAFA SÖNMEZ: HABERTÜRK, ECE TEMELKURAN’I, MİLLİYET, NURAY MERT’İ TAŞIYAMAYACAK KADAR KÖŞEYE SIKIŞTIRILMIŞ DURUMDA
20.02.2012 13:37
Medyada esaslı bir ayrışma 2000 ortalarında başlamıştı. Cemaat medyası (Zaman, Samanyolu ve diğerleri), Kanaltürk, Bugün ile AKP yanlısı Star grubu, Yeni Şafak Grubu’na ek olarak Sabah-ATV Grubu’nu Başbakan, cüretkâr bir girişimle damadının yönettiği Çalık Grubu’na devrini sağladı. Böylece geniş bir “yandaş medya” grubu ortaya çıktı. Ayrıca Taraf diye Cemaat destekli, ABD bağlantılı sol görünümlü bir medya devreye alındı. Bu, donanım, atak, Doğan Grubunun ağırlığını taşıdığı merkez medyayı dengeleyen bir atak oldu. Dahası, TRT, Anadolu Ajansı gibi hükümetin kontrolündeki kamu medyasını da dikkate aldığınızda, AKP-Cemaat medyası niceliksel üstünlüğü sağladı. Ama bununla kalmadı…
Ne oldu devamında?
İktidar, Merkez medyayı, özellikle Doğan Grubu’nu vergi sopası yoluyla taciz etti, bunalttı, daha da küçülmeye zorladı. Sonuçta Aydın Doğan, Star’ı, Doğuş Grubu’na, Milliyet-Vatan’ı Demirörenlere satarak küçüldü. Merkez medyanın diğer unsurlarına da bazı kırmızı çizgiler dikte ettirildi adeta…
Ne gibi?
NTV etkili bir haber kanalı iken 12 Haziran seçimi sonrası resmen hadım edildi. Önemli yorumcuları, programcıları tasfiyeye uğradı, kanal, çiçek-böcek kanalına dönüştürüldü. Habertürk, Ece Temelkuran’ı, Milliyet, Nuray Mert’i taşıyamaz kadar köşeye sıkıştırılmış durumda. Karamehmet, medyaya girmekten pişmanlığını açıklarken onca varlığına karşın Akşam haciz şokları yaşıyor. Radikal, köşe yazarlarına bilabedel yazı yazın diyecek kadar bitkisel hayata sokuldu. Bütün bu kuşatmalara rağmen Başbakan’ın gözü hep merkez medyanın üstünde. Big brother sizi izliyor, gibi hissettiriyor patronlara.
Medyaya ayar vermeyi, medya sahiplerinin medya dışı ekonomik yatırımları kolaylaştırıyor mu?
Elbette. Tam bir havuç-sopa mekanizması işliyor. Diklenmeyi, çizilen kırmızı çizgiler içinde kalmayı bilenlere metro ihaleleri, madencilik ruhsatları, enerji lisansları, inşaat ruhsatları kolaylıkla çıkıyor, tersini yapanlar süründürülüyor. Medya dışı işi olan patronlar bunu çok iyi öğrendiler. Örgütsüz yazar ve çalışan kadrosuna da bunu pratikte uygulatıp çizmeyi aşanları da hemen dışlıyorlar. Medyada örgütsüzlük, medya aristokratlarındaki omurgasızlık, dayanışma yoksunluğu da bu kıyımları kolaylaştırıyor. Baksanıza Birand’ın 28 Şubat dizisinde yaptıklarına. Örgütlü bir medya olsaydı bu hoyratlığa cüret edilebilir miydi? Bu tür çakallıklar uluorta yapılabilir mi? Ne yazık ki medya çalışanları da bu başlarına gelenlerden hiç ders çıkarmıyorlar…
MİT krizi, “yandaş” dediğiniz medyaya nasıl yansıdı?
Ben MİT krizi demiyorum. Bu, 2000’lerin başlarında kurulan AKP-Cemaat koalisyonunun çatlamasıdır. Bu koalisyonun bana göre arka planında da ABD var. Bunu komplo teorisi olarak nitelendirmeye kimsenin gücü yetmez. WikiLeaks belgeleri ortada, isteyen internetten ulaşabilir ve görebilir. Güç birikimi öyle bir yere geldi ki, kapıştılar. Bu kapışmayı en iyi medyalarından izleyebiliyoruz. Zaman, Cemaat’i izlemek için en iyi anahtar. Star ve Yeni Şafak da Başbakan kanadını… Tabii ki iki tarafta da “Durun siz kardeşsiniz…” diye kavgayı yatıştırmaya, ara bulmaya çalışanlar var. Böylece medyanın, okuyucunun haber alma hakkını gözeten, yorum çeşitliliği ile okura kendi fikrini yaratmaya imkân sunma misyonunun zerresinin kalmadığı, medya kuruluşlarının, Umur Talu’nun benzetmesiyle, iktidar ortaklarının adeta, iletişim daire başkanlığı gibi çalıştığı bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.
Krize, merkez medya dediğiniz kesimin yaklaşımını nasıl buldunuz?
Onlar, her şeyden önce Başbakan’ın şimşeklerini üstlerine çekmemeye çalışan bir perdeden gitmeye bakıyorlar. Başından beri AKP’yi desteklemiş “yetmez ama evet”çi yorumcular ise bu kapışmada Cemaat karşısında AKP’nin yanında yer aldılar. Cengiz Çandar gibi isimler “sivil darbe girişimi” demeye kadar vardırdı işi…
Bugün itibariyle krizin neresindeyiz?
Başbakan, telekonferansla tartışmalara çerçeve çizdi; seçilmişler-atanmışlar… Şimdi, koalisyon içi çatışmanın adı böyle. Atanmışlar, Cemaat’e yakın yargı ve emniyet olmalı. Star’dan okuyoruz ki Frankeştayn’a dönmüş Özel Yetkili Mahkemelere bazı operasyonlar düşünülüyor. Ama bununla kalmaz…
Neler olabilir?
Bizim Cumhuriyet’te Orhan Bursalı, olacakları daha Aralık ayı ortalarında gördü ve yazdı. 2014 kilit tarihtir; 3 koltuk boşalıyor, dedi. Cumhurbaşkanlığı koltuğu, AKP başkanlığı ve başbakanlık koltuklarının boşalacağı ve bunlar üstüne bir de 2015 seçimlerinde 3 dönemini tamamlamış milletvekillerinin boşaltacağı koltukların paylaşımı sorunu var. Kavga, bunlar için. Cemaat, Tayyip Erdoğan’ın hep kendine yonttuğundan şikâyetçi. Düne kadar ortaklık adını verdikleri bu ilişkiye şimdi Başbakan, seçilmişler-atanmışlar diyor. Bunu Cemaat’in hazmedeceğini hiç sanmıyorum. Daha, çok kavga, gürültü göreceğiz, bu kaçınılmaz. Cemaat’in hamlelerini merak ediyorum bundan sonra…
Siz yazılarınızda ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki beklentilerini de göz önünde tutmak gerekir diyorsunuz…
Elbette. O konuda da ben okura ve medyadakilere Ergin Yıldızoğlu’nun Cumhuriyet’teki yazılarını tavsiye ettim. Ergin, Türkiye medyasında ABD’nin ve diğer dünya muktedirlerinin dış politika hamlelerini en iyi izleyen yazardır. ABD’nin elbette Türkiye’den beklentileri var; Suriye konusunda, İran konusunda. Bu beklentileri Cemaat lideri Pensilvanya’da nasıl karşılıyor, Ankara nasıl karşılıyor? Çakışma olmayabilir. Dahası, işin akçalı kısımları da var. Devlet yılda en az 250 milyar dolarlık yatırım, kırtasiye vs. harcaması yapıyor. Bunların paylaşılması kavgası da yaşanıyor bir tarafta…
Sözü birkaç kez Cumhuriyet’e getirdiniz… Cumhuriyet’i de eleştirdiniz yazılarınızda. Neler oluyor?
Olan bir şey yok. Kendi gazetemizi, herkesin önünde eleştirmenin özgürlüğünü yaşıyoruz, o kadar. Bunu, bugün kim, hangi gazete ya da TV kanalında yapabiliyor? Cumhuriyet de böyle bir nimettir işte… Herkese iğne batırırken kendimize de çuvaldızı batırıyoruz, dost olmak adına. Cumhuriyet, bugünün koşullarında gerçek gazeteciliğin yapılabileceği belki de tek yer. Sırtında yumurta küfesi yok, kimseye eyvallahı, angajmanı yok. Hiçbir politik kuruluşun, akımın gazetesi değil. Okurun en doğru haberi, en objektif yorumları okuyabileceği neredeyse tek gazete. Yorumcular ellerinden geleni yapıyor ama mutfağımız süreci okuyan manşetler kuramıyor, birinci sayfaya gazeteyi yansıtamıyor diye eleştirdim ben. Köşe yazarları ile gazete mutfağı, iyi bir gazete için iletişim halinde olmalı. Birinci sayfayı yapanlar, özellikle, köşe yazarlarının ne yazdığını okumalı, bilmeli, onları gerektiğinde manşet yapmalı ve haberciler oradan yakalayacakları ipuçları, halkalarla haber izi sürmeliler. Cumhuriyet aralık ortasında Orhan Bursalı’nın yazdıklarına uyanabilseydi, biz bugün herkesi arkamızdan sürüklüyor, “Biz demiştik!” demenin keyfini yaşıyor olacaktık… Cumhuriyet’in diğer yazarları da önemli saptamalar, eğilimler belirliyorlar. Gazetenin mutfağının meselelere yaklaşımda bunlardan yararlanmasını bilmesi gerek. Takımın defans ile ofans hatları kopuk, orta sahada boşluklar var, anlayacağınız… Ama aşılır, aşılmak zorunda. Herkesin Cumhuriyet’ten beklentileri var ve çok önemli şeyler düşüyor Cumhuriyet’in omuzlarına…
© MEDYATAVA-2012