Mustafa Sönmez

23.08.2010, Pazartesi
AKP, Anayasa değişiklik paketi ile, yürütme ve yasamada ele geçirdiği üstünlüğünü, yargı gücünü de kontrol altına alarak perçinlemek ve bugünkünden daha otoriter bir düzen kurmak peşinde. AKP, yargı kalesini, 12 Eylül referandumundan çıkaracağı “evet”lerle düşürdüğü an, amaçladığı faşizan iktidarın önünde pek bir engel kalmayacaktır. İşte o zaman Tekel işçilerinin 4-C davasını, Karadeniz halkının HES davalarını, meslek odalarının, sendikaların özelleştirme karşıtı davalarını hukuksuz bularak bozan yargı, iyice “yandaş yargı” yapılacak, Ergenekon benzeri davalarla korku imparatorluğu iyice hükümran olacaktır.
Anayasa değişikliğinin arkasındaki amaç bu kadar net iken, akıl tutulmasına uğramış bazı demokrat ve sol geçinen çevreler bu amacı görmezlikten gelerek “evet”çilerin safında yer alma aymazlığındalar.

***

Anayasa değişiklik paketine Hayır kampanyasının başını CHP çekmekle beraber, aklıselim sol parti ve örgütler de tavırlarını “Hayır” olarak belirlediler. ÖDP, TKP, EMEP ortak bir tavırla “hayır” tercihinde çalışma sürdürürlerken onlara, Halkevleri, TMMOB, sol yönetimli sendikalar, çeşitli meslek örgütleri, Alevi dernekleri de eşlik ediyor.

Bütün bu “hayır”cı kesim, öteden beri, Kürt meselesinde demokrat bir tavır takınarak Kürtlerin kültürel hak ve özgürlükleri için, Kürt siyaseti ile dayanışma içinde bulunageldiler. Yeniden kardeşleşme için samimi bir çaba içinde oldular. Meselinin aslının sınıfsal olduğuna parmak bastılar. Gelin görün ki, gündemdeki Anayasa değişikliğinde solun “Hayır” tercihini, Kürt siyasi hareketi , PKK- BDP paylaşmıyor, Hayır demiyor, boykot diyor ama aslında “evet”e doğru da dans ediyor. Tam da bu yol ayrımında, Türkiye solunun PKK-BDP hareketini yeniden analiz etmesi, sapmalarına sessiz kalmaması ve eleştirel yaklaşması gerekmiyor mu? Bu hareket ne kadar demokratik bir harekettir, Kürtlerin geleceği ile ilgili proje olarak diline doladığı demokratik özerklik ne kadar isabetli, paylaşılabilecek bir öneridir?

***

12 Eylül kavşağı bir kere daha oraya koydu ki, PKK-BDP , her sürecin merkezine Kürtleri koyan milliyetçi bir duruşu tercih ediyor. BDP, tüm Türkiye partisi olma, sadece Kürtlerin değil, Türk emekçilerinin, demokratlarının da partisi olma iddiasına rağmen, içinde Kürtleri ilgilendirmeyen hiçbir mücadele içinde yok. Grev ve direnişlerde yok, demokratik direnişlerde yok. TBMM’de, varsa yoksa sadece Kürt başlığı altında bir kürsü kullanımı var.
Sonuçta, faşizan yönetimin son hamlesi Anayasa değişikliği konusundaki tavır, bu hareketin “demokratik”liği ve yol arkadaşlığını test etme konusunda da yeterince ipucu veriyor. Ne dedi BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hatırlayın: “Hükümet taleplerimizi karşılamaya yönelik ciddi adımlar atarsa müzakere süreci başlar, biz de yeni anayasayı destekleriz.”

***
Kürt siyaseti, referandumu, pazarlık sürecinde bir koz olarak görmekte, o paketteki neoliberal, tahakkümcü özü es geçmektedir. Değişiklik maddelerinin Kürt işçileri, Kürt kamu çalışanlarını, Kürt öğrencileri, Kürt yoksul halkını nasıl etkileyeceği BDP’nin umurunda mıdır? BDP bütün varlık nedenini, onların Kürt olmalarından kaynaklı sorunların giderilmesi ile tanımlamaktadır. Bu, tam bir milliyetçi sapmadır. Ama onlara sorarsanız sözde ülke halklarının sömürüden, ezilmişlikten, dışlanmışlıktan kurtulması için “ortak adres”tirler…

Ne yazık ki, bütün bu iddiaların partisi, siyaseti olmadıklarına dair her gün yeni kanıtlar üretiyorlar. Zaten soğukkanlı ve objektif bir gözle bakılırsa, PKK-BDP siyasetinin anti-emperyalist, anti-feodal, anti-kapitalist özelliklerini hızla kaybettiği bir tarih vardır geride. Yeri geldiğinde ABD emperyalizmi ile onun kucağında büyüyen Barzani hareketi ile, yeri geldiğinde AB’nin emperyalist ülkeleri ile, hatta bir iddiaya göre İsrail ile ittifaklar yapan , onların sunduğu imkanlardan yararlanmak için işbirliği geliştiren PKK için artık anti-emperyalist sıfatı kullanılabilir mi? BDP programını iyi okuyanlar piyasacılığa, özelleştirmeciliğe dair bir dizi övgü bulabilirler. Anti-feodal ilke iyice geride bırakılmıştır. Güneydoğu sorunu ile büyük toprak sahipliği özdeşleşmiş olgular iken PKK, kuruluşunda baş mesele gördüğü bu sınıfsal sorundan sonraları hepten vazgeçti ve programında toprak reformunu, Kürt feodalleri,ağalarıyla mücadeleyi hepten çıkardı. Yoksul Kürt köylülerini topraklandırmayı, feodallerle mücadeleyi programından çıkarmış bir harekete nasıl demokratik diyeceğiz?

Bu durumda, anti-emperyalist, anti-feodal olmayan ve içinde Kürt sözcüğü geçmeyen hiçbir mücadele başlığı altında göremediğimiz, otoriter-faşizan sistemi pekiştirecek Anayasa değişikliği konusunu Kürt merkezli beklentilerini pazarlık konusu yapan Kürt siyasetinin neresi, nesi dayanışmaya değerdir? Kürt siyaseti bu milliyetçi sapmalarıyla, özgürlükçü, sol bir politika ile bağdaşmayan makyevelist, oportünist yönelimi ile nasıl “ortak adres” olacak? Bütün bunları vakit varken oturup tartışmalı, nereye gidiyoruz sorusunun yanıtını aramalıdırlar.
İzleyen yazıda olmayan “Demokratik”liğin “Özerklik” projesini tartışacağım…

Written by Mustafa Sönmez