Türkiye, 16 Nisan’da yapılacak “tek adam rejimi”nin halkoylamasına kilitlenirken seçmenin kararını etkileyecek en önemli etkenlerden birini de iş-aş meselesi oluşturuyor.
Türkiye’ye AKP rejiminin yüklediği ekonomik, politik ve jeopolitik riskler, dış alemdeki gelişmelerin olumsuz rüzgarlarıyla birleşince, Türkiye kapitalizmi 2016’nın ikinci yarısında krize giriş yaptı.
Bu olumsuz rüzgarlar, “Tek adam rejimi” hedefi peşindeki AKP’nin şemsiyesini de ters çevirdi. Şimdi telaş, bir yandan krizin etkisini azaltmak diğer yandan en azından 16 Nisan’a kadar krizden olumsuz etkilenmeleri en aza indirmek.
AKP rejimi, bunun için bütçe açıklarını göze almış, İşsizlik Fonu, Varlık Fonu başta olmak üzere tüm kamu kaynaklarını da seferber etmiş durumda. Bunlarla özellikle kararsız seçmenin oyunu almanın derdinde olan rejim, halka içirilecek acı reçeteyi ise –alabilirse- sandık onayı sonrasına bırakıyor elbette.
Cari açığa zuladaki döviz
Türkiye ekonomisinde 2016’dan devralınan sorunlar, 2017’de de azalmak yerine artıyor. Sert şirket sarsıntıları, banka çalkantıları, yoğun işsizlik ve gelir erimesi eğilimleri, bütçeden ve başka kamu kaynaklarından yetiştirilen can simitleri ile azaltılmaya, kriz yumuşatılmaya çalışılsa da, iniş sürüyor.
Bu öngörüye yol açan etkenlerin başında, Türkiye ekonomisinin dış kaynağa bağımlılığı ve bu kaynağın Türkiye’den uzaklaşmasının da etkisiyle, dolar fiyatının hızla artışı geliyor.
2016 yılının tamamına ilişkin ödemeler dengesi verileri yeterince nabız veriyor. Cari açık, özellikle son 2 yılda finansmanı yönünden alarm vermeye başladı, dışarıdan sermaye girişi azalınca, eldeki dar rezervler ve “zula”da tutulan , kaynağı belirsiz, dövizlerden finansmanı ağırlık kazandı ve bunun da sürdürülebilirliği yok.
Yüzde 2’yi ancak bulacağı tahmin edilen 2016 büyüme şartlarında cari açık 32,6 milyar doları buldu. Yüzde 6 büyüme yaşandığı belirtilen 2015’te cari açık 32 milyar dolardı. Bu da büyümenin önemli tempo kaybına rağmen cari açığın yüzde 2’ye yakın artması anlamına geliyor. Bu artışta, enerji fiyatlarının yeniden yükselmesinin etkili olduğu söylenebilir.
Son 2 yılın karşılaştırması, cari açığın üçte bir oranında yurt dışında ya da “zula”da tutulan dövizlerle finanse edildiğini ortaya koyuyor. Hem 2015’te hem de 2016’da cari açık toplam 2 yılda 21 milyar doları bulan kaynağı belirsiz dövizle finanse edilmiş görünüyor. Açığın son 2 yıldaki öteki finansman kaynağı, döviz rezervleri oldu ve rezervden kullanılan 11 milyar dolar ile açık finanse edilmeye çalışıldı. Dışarıdan gelen sermaye ise son 2 yılın ancak yarısını finanse etmiş görünüyor. Bu tablo, cari dengede önemli sorunların yaşanacağı bir döneme girildiğini gösteriyor.
Zıt yarı yıllar
Özellikle 2016’nın ilk yarısı ile ikinci yarısı zıt görünümde. Adeta şemsiyenin ters döndüğü gözleniyor. 2016’nın Ocak-Haziran dönemi cari açığı 19 milyar dolar iken, giren sermaye 26 milyar doları bulmuştu. Bu durum, hem doları 3 TL’nin altında tutmuş hem de rezervlere 8,5 milyar dolar biriktirmişti. Yine bu ilk yarıdaki dengelerin sonucu, dolar fiyatı ilk yarıda ortalama 2,92 TL’de kaldı.
Ancak Temmuz-Aralık 2016 döneminde şemsiye ters döndü ve özellikle dış kaynak girişinin durması ile dengeler değişti. 2016 ikinci yarıda hem 15 Temmuz darbe girişimi hem de derecelendirme kuruluşlarının not indirimi ve politik, jeopolitik risklerin artması etkili oldu. Yılın sonlarına “Tek adam rejimi” ile ilgili Anayasa değişiklik hazırlıkları damgasını vurdu. Artan risklerin sonucunda dış kaynak girişinde radikal bir düşüş oldu.
İkinci yarıda cari açık 13,6 milyar doları bulurken dış sermaye girişi olmadığı gibi, 3,3 milyar dolar çıkış yaşandı. Bu durumda, cari açığın finansmanında kaynağı belirsiz, “zula” dövizleri etkili oldu ve 9 milyar dolarlık bir girişin yanında rezervlerden de 8 milyar dolara yakın kullanım gerçekleşti. Yılın ikinci yarısında doların ortalama fiyatı, ilk yarının yüzde 7,2 üstüne çıktı ve 3,13 TL oldu. Böylece 2016 yıllık ortalama dolar fiyatı 3,02 TL’de ancak tutulabildi. 2015’in dolar fiyatı yıllık ortalaması 2,72 TL idi.
2017’de dalgalanma
2017’nin ilk 10 gününde dolar 3,94 TL’ye kadar çıktı. Bu tırmanış, Merkez Bankası’nın dövize talebi azaltıp hatta döviz bozmaya zorlamak amacıyla, bankalara kullandırdığı kredilerin faizini 2 puan artırmasıyla, yani “örtülü faizi artırımı” ile kısmen yavaşlasa da, dolar, 3.75 basamağına yerleşti.
Şubat’ın ilk yarısında ise doların fiyatının 3.70 TL’nin altına indiği gözlendi. Bu inişte, yabancı yatırımcıların küçük meblağlarla da olsa geri dönüşleri ve özellikle fiyatları düşmüş hisse senetlerine yatırımları etkili oldu. Yine bu kısmi dönüşlerde dış dinamikler, özellikle Trump’ın ilk icraat adımları etkili oldu denebilir. Trump’ın yabancı düşmanlığı ve yabancı yatırımcıyı tedirgin eden adımları, yüzünü ABD’ye dönmüş sermayeyi geçici de olsa “bekle-gör”e geçirince, dış yatırımcı yeniden Türkiye gibi ülkeleri geçici park yeri olarak seçti. Ocak ortasında 58 milyar dolar gibi görünen borsadaki portföy yatırımları tutarı ya da “sıcak para stoku”, Şubat’ın ilk haftalarında 64,4 milyar dolara kadar çıktı.
Bu kısmi geri dönüş, TL dahil, yerel paralara göreli değer kazançları sağladı. Ne var ki, bu düşüş kalıcı olmadı. Her düşüş, döviz açığı olan reel sektör firmaları açıklarını daraltmak üzere döviz alımına yöneltince, talep düşmedi ve dolar 3.70 basamağından pek gerilemedi.
Mart ve sonrası
Dövize talebin , Mart ayında ABD Merkez Bankası Fed’in yapacağı bir faiz artışı ile birleşmesi halinde, dolar fiyatının yeniden yukarılara çıkması çok mümkün. Bunu frenlemek için Merkez Bankası’nın bankalara kullandırdığı fonlara dönük uyguladığı örtülü faiz artışı ise, beklenen “yüksek döviz-yüksek faiz” kıskacına henüz önlem olmadı.
Tek adam endişesi, yükselen faizler ile tüketici kredi kullanımını azalttı. İç talep , firmalara sağlanan vergi indirimleri, şirketleri rahatlatıcı önlemlere rağmen artmıyor, yatırım cephesinde de Nisan referandumunun sonuçlarını görmeden bir kıpırdanma görünmüyor.
Rejim, can havliyle, bütçe ve diğer kamusal fonları kullanarak referandum rüşvetlerini çeşitlendirmenin derdinde. Bunlardan biri de istihdamdan alınan vergi ve sigorta primlerini devletin üstlenmesi ve 1,5 milyon işçinin işe alınması projesi. Rejim bir yandan bütçeden 12,5 milyar TL’yi bu amaçla gözden çıkararak havuç kullanıyor, bir yandan da iş alemine sopayı aba altından gösteriyor. CB, meydanlarda işçi almayanları “ifşa edeceğiz” diye sopayı salladı bile. İş alemi ise, “yatırım ,iş iklimi,ortamı yok, işçi alıp ne yapalım” yakınması içinde ama korkudan sesler çıkmıyor.
Bütün bu yaşanan kara günlerin geride kalması, olumlu bir kulvara geçiş ve düşük bedelle bu dönemden çıkılması, ekonomik önlemlerden çok, politik adımlara, özellikle Nisan referandumunda aklın galebe çalması ve tek adam rejimine çıkacak bir “hayır” oyuna bağlı.