Kürt Siyasetinde Neoliberal Sapma
Kemik erimesinden bitap Türk burjuvazisinin Irak Kürdistanı petrolleriyle ilgili ihtirası biliniyor. Petrol rüyası gören bu…
Suriye meselesinde “kimyasal” tartışması RTE ve çevresinin işine geliyor; gündem kayıyor. Türkiye’nin de içinde yer aldığı bazı çevre ülkelerdeki Mayıs sonrası dibe gidiş ve Türkiye’nin hızla inenlerin başında yer alması gerçeği gözlerden kaçırılıyor. Oysa, “merkez” ülkelerdeki dibe vurup toparlanmaya gidişe paralel olarak cari açığı yüksek, kırılgan ülkelerin hızla dibe sürüklenişleri, hem uluslararası medyada hem de çeşitli kuruluşların raporlarında öne çıkıyor. Son örnek OECD’den geldi. OECD, kırılgan ülkeler arasında Türkiye’nin başta gelenlerden olduğuna dikkat çekiyor.
ÇÜRÜK ELMALAR
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı,OECD, 2013’e ait ikinci Geçici Ekonomik Değerlendirme (Interim Economic Assesment) raporunu 3 Eylül’de yayımladı(*). Gelişmiş ülkelerdeki toparlanma adımlarının ikinci çeyrekte arttığını belirten rapor, büyümenin yılın ikinci yarısında da aynı oranda gerçekleşeceği beklentisinde. OECD raporunda “ ABD’deki parasal genişlemenin giderek azalması tartışmalarından tetiklenen finansal piyasa çalkantısı, diğer bazı yükselen ekonomilerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları vurguluyor, özellikle büyük cari açığa sahip olanların…” deniliyor. OECD, son aylarda hızlı sermaye çıkışları yaşayan , ek finansal maliyetlere maruz kalan, yerel paraları hızla değersizleşenlerin, cari açığı büyük ve bunu sıcak para ile finanse eden ülkeler olduğuna dikkat çekiyor.
Kaynak;OECD,Interim Economic Assessment, 3 Septembre 2013, s.3
Hangileri “çürük elmalar”? Bunlar, cari açıkları yüksek, ( milli gelirlerinin yüzde 5-6,5 arası), Mayıs-Ağustos döneminde de yerel paraları hızla değer kaybeden ülkeler. OECD yayımladığı bir grafikte sepetin altındaki çürük elmaların başında G.Afrika ile Türkiye’ye dikkat çekiyor, yanlarına da Hindistan ile Şili’yi koyuyor.
KUR FARKI 100 MİLYAR TL
Türkiye’nin en kırılgan ve topun ağzındaki ülke oluşu ile ilgili vurgu, yakında G 20, IMF, Dünya Bankası, AB raporlarında da yer alacaktır. Bütün bu değerlendirmelere rejimin “faiz lobisinin oyunu” diye yaygara koparması da mümkündür elbette. Ama, fatura bellidir ve akıllıca davranılmaz ise ağırlaşacaktır. Faturanın bir boyutunu 4 Eylül’de Hürriyet’e konuşan TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz şöyle ifade ediyordu; “Özel sektörün dış borçlarının Türk Lirası karşılıkları, 30 Nisan-2 Eylül arasındaki kur artışı nedeniyle, yaklaşık yüzde 15 arttı. Bu kur farkı zararlarının karşılanması gerekecek. Kaynaklarımızın daha büyük bir kısmını borç ödemeye ayıracağız. Yatırım ve istihdam da bu ölçüde olumsuz etkilenecek”.
365 milyar dolara ulaşmış dış borç stokunun üçte ikisi, yani 240 milyar doları özel sektörün. Bu borcun bugünkü TL karşılığı kabaca 2 TL’den hesaplarsak 480 milyar TL’dir. TÜSİAD Başkanı son iki ayda bu borcun TL karşılığının yüzde 15 daha arttığını söylemektedir. Yani, Mayıs öncesi 408 milyar TL olan dış borç, kurun zıplamasıyla 72 milyar TL’lik bir maliyet yüklemiştir. Ama bitmiyor; yaklaşık 24 milyar TL de kamu dış borcunun kur farkı faturası vardır. İkisi birlikte 100 milyar TL’ye yaklaşmaktadır. Kamu da bu farkı bütçeye, yani vergilere yükleyecektir.
TCMB, AYNI HAVA…
Bu ağır fatura, henüz FED’in sadece demeçleriyle çıkışa başlayan sıcak paranın yarattığı sonuç. Demeçten uygulamaya geçilmesiyle -ki bu önümüzdeki yakın zamanda çok mümkün- daha da hızlanacak ve dış sermayenin çıkışındaki hızlanmayla TL’nin değer kaybı da hızlanacak. TÜSİAD, buna önlem olarak faiz silahının ihmal edilmesinden hoşnut değil. Yılmaz’a bakılırsa, Türkiye ekonomisinin temelleri dönemsel dalgalanmalara dayanıklı. Ama diyor Yılmaz, “Yeter ki kendimiz kriz yaratmayalım! Dünya ekonomisindeki gelişmelerden kaynaklı bu duruma kendimizden kaynaklanan bir risk pirimi ilave edilmesine neden olmayalım” …
TÜSİAD’ın bu ek kriz yaratma uyarısını TCMB pek anlayacak gibi değil. 4 Eylül’de finans kuruluşu ekonomistleriyle toplantı yapan Başçı , iki slaytlık bir sunumla toplantıyı geçiştiriyor ve faiz artırmayacaklarını belirttikten sonra rezervlerden döviz satarak atakları savuşturacağını belirtiyordu.
Cengaverlikte AKP Bakanları birbiriyle yarışmaktan geri kalmıyor. Maliye Bakanı Şimşek, dışarıdaki kara parayı Varlık Barışı ile Türkiye’ye sokup , böylece 25-30 milyar doların girişin hayaliyle dövizin tırmanışını önleyeceğini beyan ediyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın incisi ise şöyle; uçak üreteceğiz, böylece cari açığı azaltacağız. Buyurun buradan yakın. Yerli marka otomobili beceremediler, sıra yerli uçağa geldi. Sormazlar mı adama; ürettiğin tişörtün pamuğunu, ipliğini ithalattan kurtardın ,yerlisini kullanmayı becerdin de, sıra uçak üretmeye mi geldi?
(*) Raporun tam metni için: www.oecd.org/eco/outlook/Interim_Assessment_Handout_September_2013.pdf