Nitelikli kamusal eğitimi savunup eğitimin ticarileşmesine karşı çıkmalıyız. Yaratılan ulusal gelir daha yüksek oranda vergiye dönüşmeli ve verginin de daha büyük kısmı eğitim ve sağlık için harcanmalı. Kamu emekçilerinin düzeyi yükseltilmeli, okullar iyileştirilmeli, zorunlu eğitim 12 yıla çıkmalı.
28 Temmuz 2009, Salı
Eğitimde devlet okullarının başarısızlığı , ortaya çıkan son sınav sonuçları ile dillere pelesenk oldu. Sığ, yüzeysel yaklaşımlarla, eğitimde devlet okullarının başarısızlığına vurgu yapılırken özelleşme, özel okullu öğrencilerinin sınav başarıları, bir tür “özelin, piyasanın kamusala karşı zaferi” gibi takdim ediliyor. Ağaçlarla uğraşmaktan ormanı gözden kaçırma dar görüşlülüğü her zamanki gibi hakim. Ortadaki tablonun bir sonuç olduğu, ileride de değişmeyeceği o kadar ortada ki…
15 Temmuz tarihli Cumhuriyet’teki yazısında Mümtaz Soysal şöyle diyordu; “Şurası galiba korkunç bir gerçeklik olmak üzeredir: Türkiye Cumhuriyeti en önemli, en temel, en vazgeçilmez iki görevi konusunda, yani eğitimde ve sağlıkta, havlu atma ve bu görevleri piyasa ekonomisinin çalkantısına bırakma yoluna girmiş gibi.”
Mümtaz hoca haklı olmasına haklı, ama mesele bir çaresizlik ve havlu atmak meselesi değil gibi gelir bana. Tersine 1980 sonrası tutturulan rotaya bakarsak, bunun eğitim ve sağlık dahil olmak üzere devletin sosyal fonksiyonlarını bilinçli olarak metalaştırma, ticarileştirme politikasının sonucu olduğunu söylememiz gerekir.
Ve bu politikanın şimdi sonuçları alınmakta, bu sonuçtan ne YÖK ne Milli Eğitim Bakanlığı bir mahcubiyet duymaktadır. Devlet okullarında eğitim, her geçen gün biraz daha kalitesizleşmekte, eline diploma tutuşturulan çocuklar sınav duvarlarına kafalarını çarpıp her yıl yüz binlercesi hedefsiz, işsiz, rehbersiz gençler olarak oradan oraya savrulmaktadır.
Ne kadar harcama?
Eğitimi kalitesizleştiren neoliberal politikanın üstü kapalı olarak çocuklarını devlet okullarına gönderenlere söylediği bir şey var yıllardır: “Bizden bu kadar, paranız kadar eğitim almayı öğrenin”. Daha kaliteli eğitimi istiyorsanız çocuklarınız için onu piyasadan para ile alacaksınız, devlet okulundan bu kadar… Son 30 yılda özel okulu, dersanesi, vakıf üniversitesi ile eğitim endüstrisine ek olarak bir sınav endüstrisi böyle ortaya çıktı, hatta çıkarıldı, yaratıldı.
Eğitimde devlet okulları, yoksul, alt orta sınıfların mecburi istikameti , sonuçta da mecburi başarısızlığı olurken, özel okullar varlıklı ve üst-orta sınıfların fedakarlıkla katlandıkları tercih olmaktadır. Birkaç sayı manzarayı netleştirecektir. Resim 1

2008 yılında merkezi bütçeden eğitime yapılan harcama tutarı yaklaşık 30,5 milyar TL’dir. Bu harcama, toplamı 16 milyon 242 bini bulan devlet okullarındaki öğrenciler için yapılmıştır. Bölün bütçeyi, öğrenci sayısına, elde edeceğiniz sayı öğrenci başına 1877 TL’dir. Devletin harcamasına, velilerin devlet okuluna bağış, donanıma katkı vb gibi harcamalarını ekleseniz bile, öğrenci başına “yatırım” yıllık 3 bin TL’yi geçmez.
Şimdi, kendi pratiğinizden ya da çevrenizden özel okula öğrenci gönderen bir ailenin çocukları için yaptıkları yatırımı anımsayın. İlköğrenimden başlayarak Vakıf üniversitelerine kadar, bir öğrenci için ailenin ayırdığı bütçe yılda 20 ila 30 bin TL arasında değişiyor. Bu ödemenin bir kısmı okul sahibine kar olarak gitsin, ama hiç olmasa 15 bini öğrenciye eğitim olarak geri dönsün. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Devlet okullunun eğitimi için harcanan para yıllık 3 bin TL’yi bulmazken özel okullu öğrenci en az 15 bin TL’lik net eğitimle donanmış olarak yarışa, sınava giriyor. Bire en az beş! Müthiş bir fırsat eşitsizliği. Bunlara, yine paraya dayanan özel ders, dershane desteklerini katmıyorum.
Ortada tabi ki bir haksız rekabet, eşitsiz donanımlarla yarış var ve tabii ki sonuçta büyük bütçelerle eğitilmiş öğrencinin, engelli yarışta rakibini ekarte etme şansı daha yüksek. Mesele bu kadar para ile ilgili, bu kadar sınıfsal…
Daha az bütçe
Daha şimdiden Türkiye gibi, nüfusun yüzde 80’inin ulusal gelirin yarısı ile geçinmeye çalıştığı bir ülkede eğitimde, sağlıkta dikkate değer bir endüstri oluştu. Özel okulları, vakıf üniversiteleri ile ortaya çıkan eğitim endüstrisini , bunlar için yarışan milyonlarca genci yarışa hazırlayan dersaneleriyle bir “sınav endüstrisi” izledi. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre, kayıtlı özel eğitim işyeri sayısı 13 binin üstünde ve bu işyerlerinde 191 bin kişi istihdam ediliyor. Bu da okulu, dershanesi ile eğitimin daha şimdiden ne kadar ticarileşip metalaştığını ortaya koyuyor.
Eğitimde ticarileşme, devletin eğitime ayırdığı bütçenin , dolayısıyla kaliteli öğrenci yetiştirememesinin sonucunda ortaya çıkıyor. Türkiye’de 2008’de merkezi bütçeden eğitime harcanan para 30,5 milyar TL’dir. Bu, bütçenin yüzde 13,5’u ama ülke ulusal gelirinin yüzde 3,3’ünden ibarettir. Peki başka ülkeler, örneğin OECD ortalaması kaçtır? Yüzde 5…
Onun içindir ki, devlet okullarında öğretmen sayısı, derslik sayısı yetersizdir. Nitekim özel okullarla karşılaştırıldığında sonuçlar çarpıcıdır.Resim 2

İlköğrenimde devlet okulunda bir öğretmene 24 öğrenci düşerken bu sayı özelde 10’dur. Devlet okulunda derslikler 33 kişilik özelde 16 kişiliktir. Ortaöğrenimde özelde öğretmen başına 7, devlette 18 öğrenci düşüyor. Hele okul öncesinde devlet kuruluşlarında öğretmen sayısı inanılmaz yetersizliktedir; 161 okul öncesi miniğe 1 öğretmen!…Hepsi stajyer öğrencilerin, bakıcıların elinde…
Cemaatler, yerellik
Bugün, eğitimde özelleşmeyi, devletin eğitim yükünü hafifletici bir olumluluk olarak algılayan bir yönetim zihniyeti hakimdir. Özelleşme hem neoliberal, hem muhafazakar-bağnaz olan bugünkü yönetimin öteden beri işine gelmektedir. Çünkü cemaat örgütlenmesinde dersaneler, okullar, şimdi de özel üniversiteler ile eğitim özelleştikçe hızlı yol almaktalar, özelleşmiş eğitim üstünden genç beyinlerde tahakküm kurmaları daha da kolaylaşmaktadır. Ama henüz yapılacaklar bitmiş, hedeflere ulaşılmış değildir. Esas yönelecekleri hedef, eğitimi “yerel”e devretme projesidir. “Yerele devretme” deyince, bazı Kürt arkadaşların gözleri parlamakta ve bu neoliberal-gericilerin zokasını sorgulamadan balıklama atlamaktadırlar.
Sormak gerekir, bunlar, elde kalan niteliksizleştirdikleri kamu eğitimini niye “yerel”e devretmek isterler? Demokratlıklarından mı? Kanmayın. Amaçları, iş güvenliği olan kamu emekçilerini yerelde önce sözleşmeliye dönüştürmek giderek, eğitimi yerelde ticarileşme, piyasalaşmanın çemberine alarak daha çok ticarileştirmek, işgücünü de “esnekleştirmektir” Bu, daha güvencesiz, daha kul-köle bir eğitim emekçisi ortaya çıkarma projesidir. Eğitimi- hatta sağlığı- yerele devretme projesinin altında bu hinlik vardır. Bu hedefe ulaşmak için de Anayasa’nın 174 maddesi tarafından korunan, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (Öğrenim Birliği Yasası) değiştirmeyi göze almaları gerekir. Çünkü bu yasanın 5. maddesine göre bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır ve MEB’in taşra teşkilatının yerel yönetimlere devri bugünkü şartlarda Anayasa’ya aykırıdır.
Nitelikli kamusal eğitimi savunup eğitimin ticarileşmesine karşı çıkmalıyız. Yaratılan ulusal gelir daha yüksek oranda vergiye dönüşmeli ve verginin de daha büyük kısmı eğitim ve sağlık için harcanmalı. Kamu emekçileri daha kaliteli eğitim veren düzeylere yükseltilmeli, okullar iyileştirilmeli, laik-demokratik zorunlu eğitimi de 12 yıla çıkaran bir talebimiz olmalı.(MS/EÜ)

Written by Mustafa Sönmez