Mustafa Sönmez ‘in Haftalık Bağımsız dergisinin 29 Mart 2013 tarihli sayısına verdiği röportaj;

Eğitiminizin ve mesleğinizin iktisatla ilgili olduğunu biliyoruz ama sizi yıllardır medyada editör, yönetici, yazar olarak görüyoruz. 2013 baharı itibariyle medya nerede duruyor?

Ülkeye kim, nasıl yön vermek istiyorsa, elbette birçok aygıtın yanında, medyaya da öyle yön veriyor. AKP, Gülen cemaati ile gergin bir koalisyon halinde, amaçladıkları  İslami rejimin inşasında medya önemli bir yer tutuyor. Medya kuşatmalarında önemli bir mesafe aldıklarını kabul etmemiz gerekiyor,ama yine de gidecekleri epeyi yol var. .AKP rejiminin elinin altında zaten Sabah’ı, Zaman’ı, Star’ı, Kanaltürk’ü, Yeni Şafak grupları ile, hatırı sayılır bir “yandaş medya” var. Ayrıca kamu iletişimi, TRT, AA var tepe tepe kullanılan… Ama bunlar yetmiyor. Toplumdan belli rızaları almak için, başkaları da lazım. Benim “Rehine medya” dediğim kesimi iyice yönlendirmesi, biata zorlaması gerekiyor rejimin. Onların kimler olduğu biliniyor ama yineleyelim. Rehine medya derken, mülkiyeti, büyük sermayeye ait, finans, sanayi, iletişim, madencilik, enerji gibi alanlarda da yatırımları olan, medya yatırımlarını ağırlıkla bu ekonomik kaynaklarla sübvanse eden, iktidarla hem kamu ihaleleri, özelleştirmeler, lisanslar gibi doğrudan, hem de kamu denetimi üstünden yüz yüze gelen büyük medyadan söz ediyoruz. Kimlerdir bunlar? Doğan, Doğuş, Çukurova, Ciner, Demirören grupları başlıcaları…

Rehine medya dediğiniz kesimden Demirören tarafında çarpıcı şeyler yaşandı son günlerde…

Biliyorsunuz, Milliyet,Vatan,Star televizyonu Doğan grubunundu. RTE, orantısız medya var, diyerek, önce Sabah –ATV grubunu devlet bankalarına kredi talimatı vererek, Katar’dan yabancı ortak bularak damadının yönettiği Çalık Grubu’na devrettirdi. Ama bu yetmedi, Doğan’ı vergi denetimleriyle canından bezdirdi ve küçülmeye zorladı. Doğan, önce Star TV’yi(Uğur Dündar,Yılmaz Özdil belalarından ayıklayarak) Doğuş Grubu’na devretti. Ardından da Milliyet ve Vatan’ı, Demirören Grubu’na sattı.  Milliyet ve Vatan gazetelerini alan Demirören, özellikle Milliyet’teki dikenleri temizlemek için yayın yönetmenini, yazı işlerinin önemli isimlerini ve bazı yazarları ayıkladı, kalanlara gözdağı verdi. Bu iş için yönetime getirdiği Derya Sazak, iktidarın onayladığı TRT’de program yaptırdığı bir isimdi. O kadar aletsel bir konuma girdi ki Hasan Cemal’i bile koruyamadı. İmralı zabıtlarını yayınlamayı göze alan Milliyet, bunlar üstüne yorum yaptığı için RTE’nin gazabına uğrayan Hasan Cemal’i savunamadı hatta RTE’nin hışmına uğramamak için işten çıkardı. Bu, medya-siyaset ilişkisi tarihimize en çarpıcı sayfalardan biri olarak geçecektir. Hem, iktidarın medyayı nasıl istediği kıvama soktuğunu göstermeye örnek olması, hem de iktidara akıl hocalığı yapanların bir kağıt gibi nasıl buruşturulup atıldıklarını göstermek açısından…

Böyle buruşturulup atılmaya örnek bir de Taraf var…
Evet, Milliyet’i kıvama getirmenin yanında akıllarda kalan bir medya notu da Taraf’ın misyonunu tamamlaması ve onu üstlenmiş isimlerin tası tarağı toplayıp sahneyi terk etmeleridir. Arap’ın işi bitmiştir, Arap gidebilir…

Önümüzdeki dönemin medyası için ne diyeceksiniz?

Parlak bir durum yok, ne yazık ki. Kamu medyası doğrudan iktidarın kontrolünde. AKP-Cemaat koalisyonunda hatırı sayılır hacimde bir “yandaş medya” yığını var, hatta yenilerini ekliyorlar. Önümüzdeki 3 yıl, seçimler yılı. Dolayısıyla medyaya daha da ağırlık verecekler. Yalnız, AKP ile Cemaat arasında bir kopma yaşanabilir. Bunu özellikle medyadan izleyebiliriz. Rehine medyada ise hızla “yandaşlığa” geçişi gözleyebiliriz. Sermaye kesimindeki TÜSİAD-MÜSİAD yakınlaşmasını, medyada yandaş-rehine yakınlaşması izlemeye başladı bile. Bankaları,şirketleri RTE’nin kıskacında. Onun gazabından korktukları ve/veya nimetlerden mahrum kalmamak için RTE’nin kırmızı çizgileri içinde kalmaya azami özeni göstermekle kalmayıp kraldan daha kralcı olarak arkasına geçmeye başladılar. Artık  birkaç cılız sese, çatlak kaleme bile tahammül edemeyebilirler,yeni kıyımlar olabilir.Geriye, sen,ben bizim oğlan kalıyoruz, ki bizim gibilerin hacmi de toplamın yüzde 10’unu bile bulmuyor. Ama bundan dolayı umutsuz olmamak gerekiyor. Gerçeği duymak isteyen yüzde 10’dan da duyar. Sonra, başa bela sosyal medya var kontrol edilemeyen…Sosyal medya üstünden isyanlar bile çıkarılıyor dünyada…

Cumhuriyet’ten ayrılmadan önce Cumhuriyet Vakfı’na “değişim ve büyüme” başlıklı bir öneri bırakarak ayrıldınız. Kişisel web sitenizde (mustafasonmez.net) duruyor. Vakıf yönetimi sizin iş akdinizin feshedilmesine onay verdikten sonra, bu öneriyi değerlendirir mi?

Daha önce de gazeteciler.com portalına açıkladım; Gazeteyi yayınlayan Yenigün Yayıncılık ile Vakıf yönetimi aynı değil. Fesih tasarrufu Vakfın üyelerinin kararı değil, gazetenin ya da şirketin kararı. Vakıf yönetimi 11 üyeli. Bunlardan 4’ü fiilen gazetenin yönetiminde. Üyelerden Prof. Aydın Aybay, rahmetle analım, geçtiğimiz günlerde vefat etti.

Yani karar organı aslında Cumhuriyet Vakfı…

Öyle ama fiiliyat öyle değil. Gazeteye yön veren grup, Vakıf’ta farklı karar almayı ve yönelimi bir şekilde kilitliyor. Ya da yeni arayışlar, inisyatifler geliştirilemiyor Vakıf’ta. Sadece para bulup buluşturup gazeteyi yüzdürmeye çalışıyor Vakıf. Gazeteye, Vakıf kaynak aktarmazsa işler yürümez. Gazete, satış ve ilan geliriyle dönemiyor.Vakfın da para bulması gerekiyor. Gazeteyi fiilen yönetenler Vakıf’tan sürekli para talep ediyor. Cumhuriyet , çatısı akan,her yerinden rüzgar giren bakımsız, yorgun bir konağa benzer duruma getirilmiş. 2007’de bile 70 bin satarken bugün 50 binlerde. Hızla aşağı gidiyor. 40 yaş altı okuru yok gibi.  Gazeteyi yöneten klik, umursamaz, mirasyedi hayırsız evlatlar gibi. Konağı ihya etmek yerine son çöpünden nemalanmaya bakıyorlar.

Vakfın kaynağı nereden, ne var?

Fazla bir akarı olduğunu sanmıyorum. İlhan Selçuk, zamanında bulup buluşturuyordu. Ondan sonra ne yapılıyor bilemiyorum. Cağaloğlu’nda satılan binanın parası öğütülüyor. Çok geçmez o da suyunu çeker diye konuşuluyor. O nedenle, gazetenin kendi yağıyla kavrulur bir hale gelmesi için alternatif önerdim. Böyle bir öneri, vakfın yönetiminde de olan ama gazeteyi fiilen kontrol eden grubun tepkisini çekti. Ben 4 yıl boyunca  haftada 4 gün yazımı yazdım, kimse yazıma dokunmadı. Ancak gazeteyi eleştirdiğim 3 yazının fincancı katırlarını ürküttüğünü gördüm.Ezberleri bozuldu. Neden açık yazıyorsun,gel konuş dediler. Ben de Cumhuriyet’in okuru ve çalışanları olan biteni bilmeli, hakları diye, bildiğimi okudum. Biri kafasını kaldırıp resmin tamamına baktığında, onun gidişatını sorguladığında, birilerinin ayağına basılmış oluyor. Hele ki alternatif önermek, çıkış yolu göstermek hepten düzeni çomaklamak oluyor.

Cumhuriyet bu durumda ekonomik olarak nasıl yaşayacak ?

Mali bünyeyi bilenler, bu kafayla bir-iki yılı ya çıkarır ya çıkaramaz diyor Yönetimdekiler de herhalde gittiği kadar gider, bizden sonrası tufan diye bakıyorlar…İhtimaller içinde bir medya baronuna altın tepsi içinde sunmak da var. Bu kadar vicdansızlığı kimseye yakıştırmak istemem, ama ihtimaller içinde bu da var. Benim kendimi attırmak pahasına yapmaya çalıştığım, Cumhuriyet’in iki önemli bileşeni olan okuyucuları ve çalışanları olan bitenle ilgili uyarmak, olan bitenin farkına varmalarını sağlamaktı. Cumhuriyet, herhangi bir medya işletmesi değil. Bu okuyucu, bu çalışan olmasa buraya kadar bile gelinemezdi. Ama ortada istismar var. İki kesimin de istismarı. İyi bir gazete yapılmadığı halde 1 TL’ye satılıyor. Çalışanlara 3 yıldır zam yapılmadı, sürekli fedakarlık isteniyor ama aynı fedakarlığı tepedekiler yapmıyor.

 Maaş adaletsizliklerinden söz edildi..

Ben mevcutla değil, yeniyle ilgilendim. O gazetenin gerçek bir değişime ihtiyacı olduğunu belirttim. Okunmayan, kendini yenileyemeyen,yeni bir şey söylemeyen yazarlar gazetesi olmaktan çıkarılıp gençleştirilmesini, ateş gibi habercilerin, genç yazarların da katıldığı  gazete olmasını önerdim… Bu, hala mümkün. Ama birilerinin bu değişimi yapmaya cesaret etmesi, mevcut yapıyı silkeleyebilmesi, Cumhuriyet konağını ihya edip yaşatması gerekiyor. Keşke bu yapılabilse…Cumhuriyet, ortak mirasımız, değerimiz çünkü…Sahip çıkmalıyız.

 

Written by Mustafa Sönmez