Bunca yoksulluk varken neden olimpiyat ?
2020 Yaz olimpiyatlarına İstanbul’un adaylığının iki yönlü bir tuzağa düşmek olduğuna ilişkin yazdıklarıma bugün…
AKP rejiminin iktidara gelirken yüzde 30’lardaki oylarının sonraki genel seçimlerde yüzde 50’nin eşiğine gelmesinde, kitlelere dönük popülist icraatın, özellikle de “Sağlığa erişimin kolaylaştırılmasının” önemini biliyoruz. Dış kaynak girişiyle yüksek büyüme, tüketim, tüketimle beraber vergi artışları, büyüme ile birlikte artan istihdam… Vergiden sağlığa pay, istihdamdan SGK’ye prim, sağlığa harcanacak paraların da altyapısını hazırladı. Yavaş yavaş o balon da sönüyor. AKP’nin “Sağlıkta Dönüşüm” serüveni hızla irtifa kaybediyor.
Hekimlerin, tüm sağlık çalışanlarının sırtına ağır yükler bindirip, çalışma, ekonomik-demokratik haklarını gasp etmeye vardırılan sistem, her yerinden su alırken, sağlığın patronajını üstlenen Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) bütçesinde kara delikler oluşması kaçınılmazdı ve beklenen oldu. Sadece 5 yıl önce 277 milyon başvuru olmuştu hastanelere, 2014’te başvuru 447 milyon… Böyle bir hastane kapısı aşındırmaya hangi bütçe, hangi personel yetebilirdi? Başlangıçta yetirir gibi yaptılar; doktorların, sağlık çalışanlarının ümüğüne basarak, köleleştirerek, sağlıkta kalitenin canına okuyarak ve bütçeyi de bol keseden harcıyor görünerek… İşe yaradı, oya tahvil edildi hepsi… Ama, bu yaza hangi kâr dayanabilirdi? Dayanamadı, erime başladı.
Paran kadar…
SGK, merkezi bütçe için en büyük kamburu oluşturmaya başladı. Böyle olunca, sonunda yükü halka bindirmek zorunda kaldı. Şimdi herkese daha yüksek sesle, “Paran kadar sağlık” ve hastane, ilaç faturaları için daha çok “pamuk eller cebe” diyorlar. Dahası, sayıları 10 milyonu bulan yoksul yeşil kartlılara, sağlık hizmetinden yararlanmaları için aldıkları “yeşil kart”ları iptal edip, yoksulluğunu “Gelir Testi” ile kanıtlama mükellefiyeti getirdiler. Birçok gelirsiz ya da az gelirli kitleyi SGK’ye daha çok prim ödemeye mecbur bıraktılar. Artık, TC numaranı söyle, istediğin hekime git, tedavi ol, ilacını al, balonu söndü, paran kadar sağlık, insafsızlığı başlatıldı. Hastanelere ticarethane gibi çalışma mükellefiyeti getirildi. Bunu başaramayanlar ise son günlerde medyaya yansıyan Çapa, Cerrahpaşa üniversite hastanelerinin durumunun yansıttığı gibi, piyasanın acımasızlığına terk edilme, ya da otoriteye biat etmeye zorlanıyor.
Sağlıkta ticarileşme
Neo liberalizmi, en iddialısına bile parmak ısırtacak katılıkta uygulayan Ak faşizm, oy oranlarını yükseltinceye kadar halka “erişim kolaylığı” sağladığı sağlığı, bütçeler açık vermeye başlayınca paralılaştırmaya başladı hemen. Niceliksel artışlar olmadı değil. Ama hepsi, yüksek büyüme döneminin yüksek vergileri ve prim gelirleri dönemine aitti. 2011 sonrası yüzde 2-3 büyüme oranına düşüşle birlikte o kadar bonkörlük yapamıyor rejim. SGK’nin prim gelirleri emekli maaşlarına ve sağlık harcamalarına birden yetmiyor. Sadece 2014’ü alsanız, prim gelirleri 134 milyar TL, emekli maaşlarının tutarı da o kadar… Öyle olunca daha fazla merkezi bütçeden transfer gerekiyor.
Nedir merkezi bütçenin katkısı? 2014’te 71 milyar TL. Bunun da 20 milyar TL’si devletin SGK’ya yükümlülüklerinin dışında, sırf sistemin açığını kapamak için yapılan transferler. Bu açıklar son 5 yıldır kronikleşmiş durumda ve yılda ortalama 20 milyar TL açık veren bir SGK sistemi var artık ve kamu maliyesi bunu taşımakta zorlanıyor. Zorlanınca ne yapıyor? Emekli maaşlarına zamları kıstıkça kısıyor, CHP iki maaş ek ödeme vaadi yapınca hop oturup hop kalktılar, açıklar iyice büyüyecek diye. Ama esas tırpanı sağlık ayağı yiyor.
Yükler ve kesintiler
Ak faşizmin bol keseden sağlık ihsanında kabak, iş yükü katlanan hekimlerin, sağlık personelinin başına patladı. SGK bütçesinden sağlığa ayrılan paylar ise pek artmadı. Yıllardır SGK sağlık harcamaları, emekli maaşı harcamalarının yüzde 40’ı dolayında seyrediyor. Sağlığın bütçesinde halka vaat edilen kalitede hizmet verilmezken bir yandan sağlık çalışanları ezildikçe eziliyor, taşeronlaşma ile sağlık iyice ticarileşen, sömürülen bir sektör durumuna getiriliyor, kalite yerlerde sürünüyor, hastanın aldığı hizmet, ağır iş yükü altındaki hekimin, sağlık personelinin verebildiği kadarına iniyor. Bu da yetmiyor; hastaya elini daha çok cebine at mecburiyeti getiriliyor. Artık birçok hasta ilacının SGK’ce ödenmediğini görüyor ve hızla artan dolar fiyatları ile fiyatı daha da tırmanan ilaçları cebinden ödemek, hastane yatak masraflarını, ameliyat ücretinin bir kısmını cebinden ödemek durumunda kalıyor. Üniversite…
Rejim, sağlıktaki tatsızlıklara her gün yenilerini ekliyor. Hastane sistemini iyice ticarethaneye çeviriyor ve özellikle üniversite hastanelerini birer ticarethane gibi çalışmaya zorluyor, dar bütçelere mahkûm ediyor. Örneğin, üniversite hastanelerinde hastaların ortalama kalış süreleri 6 gün iken, özel sektör hastanelerinde 2,2 gün, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde ise 4,4 gün. Bu neden böyle? Çünkü kronik hastaların uzun süreli yatışları ve daha karmaşık ameliyatların çoğunun üniversite hastanelerinde yapılması bu sonuca yol açıyor. Üniversite hastanelerinin eğitim ve araştırma faaliyetleri ile sağlık hizmet sunumundaki rolleri göz ardı edilerek onlardan işlevleriyle bağdaşmayan bir ticarileşme bekleniyor. Hem nitelikli tıp eğitimi ve yenilikçi araştırmaların yapılması isteniyor Çapa, Cerrahpaşa gibi köklü kurumlardan hem de “mali sürdürülebilirlik”, yani kendi yağınızla kavrulmayı öğrenin, deniyor.
Bu absürdlükte ısrar edilmesi, bu köklü kurumların kurumasına yol açacak. Ama mutlak itaat isteyen neoliberal Ak faşizmin bunu o kadar da önemsediği sanılmasın. Özel hastanelerin sektördeki payı kısa sürede yüzde 30’lara yaklaştı bile. O sağlık fabrikalarında toplanmak isteniyor ehil kadro. Belli ki AKP’lilerin açık-örtük ortağı oldukları bu sektör için, bu sonuç daha önemli… Ama izin verilmemeli.