AKP krizi “yönetti” ama ne pahasına?(Al-Monitor, 25 Mayıs,2017)
2017 başlarına kadar, 2016 yılının ikinci yarısında başlayan ve yıl sonlarında temposu artan bir…
Hep yazıp çiziyoruz; AKP rejiminin ekonomi politikası yok, onların ana hedefi İslami bir rejim kurmak. Ekonomi onlar için bir araç. Bir vizyonları yok. Ekonomi onlar için kuracakları rejimin organik sermayedarlarını oluşturmanın, kısa vadede seçmeni kafalamanın sadece basamağı.
İşte bunun içindir ki, iktidar olduklarından bu yana, hep kısa vadede sonuç getirecek işlere yöneldiler. İnşaat, bunun en önde geleniydi. TOKİ’yi bu uğraşın koçbaşı yaptılar. Ardından dövizi ucuz tutacak, böylece içeride faizleri , dolayısıyla tüketici faizlerini aşağıda tutacak bir çaba içinde oldular. Artan dış borç dağına aldırmadan dövizi ucuz tuttukça, ithalatı kamçıladılar, dışarıdan borçlanmayı teşvik ettiler. Sanayiyi, ihracatçı sanayiyi özellikle ikinci plana attılar, dış rekabetten etkilenmeyecek, iç pazara dönük sektörler, serpilip büyüdü. Sağlığı, eğitimi, enerjiyi özelleştirdikçe, firmalar sanayi yerine bu sahalara yöneldiler. Döviz ucuz kalacak beklentisiyle dışarıdan borçlanıp özelleştirmeden pay yarışına girdiler, yatırımlarını hep bu dış para ile finanse ettiler. Ama bakın ne oldu? 2013’ün Mayıs’ında şemsiye ters döndü.
Hava döndü…
Global krizden büzülen Batı’da hayat görmeyen sıcak paranın, aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelere yöneldiği tarih, 2013 Mayıs’ında kırıldı. FED Başkanı Bernanke’nin “toparlanıyoruz” sinyaliyle bir dönemin, dolçe vita döneminin biteceğinin işareti geldi.
Ve olanlar oldu, dış sermaye gelmemeye, hatta yer yer çıkmaya başladı. Üstüne 17-25 Aralık rezaletleri patlayınca, dolar kuru 1.80 TL’lerden 2.40TL’lere kadar çıktı. Dışarıdan döviz kredisi kullananların ne hale geldiklerini İSO’nun 500 Büyük sanayi şirketi anketi ortaya koyuyor işte.
Morfinman gibi…
Ne görüyoruz? Firmalar, ucuz dövizle dışarıdan borçlanmaya alıştırılmışlar. Afyonlanmış, haşhaşlanmışlar adeta. Özkaynakların yüzde 132’sini aşmış kullanılan krediler. Oysa Batı ülkelerinde bunun makul olanı 100 özkaynağa karşılık 70 kredi kullanmaktır. Bizdeki ise normalin 50 puan üstü!..
Bu gözü karalık, şemsiye ters dönünce bakın neye mal olmuş firmalara; 2012 borç toplamı 190 milyar TL iken 2013 sonunda 238 milyar TL’ye çıkmış.Yani dörtte bir oranında katlanmış borçlar. Hem de üçte ikisi kısa vadeli borç!..Belli ki borcu borçla kapamak için yüksek faizli, kısa vadeli kredi kullanmak zorunda kalmışlar.Ama bunun altından nasıl kalkacaklar?
Başka ne görüyoruz 2013 yangının ardından? 500 firma güya faaliyet kârını 2012’ye göre yüzde 44 artırıp 25 milyar TL’den 36 milyar TL’ye çıkarmış. Gelin görün ki, ne oldu 2013 finansman gideriniz ve geriye ne kaldı, diye sorulduğunda, “19 milyar TL finansman gideri” cevabı gelmiş. Yani üretimden sağladıkları faaliyet kârlarının yüzde 53’ünü kur farkı ve faizden oluşan finansman giderine ayırmak zorunda kalmışlar. Oysa 2012’de bu oran yüzde 34,4 imiş…Hasara bakar mısınız?
Zarar rekortmenleri…
Sonuçta 500 firma üretimden sağladıkları kârın yüzde 53’ünü finansa kaptırınca her 100 TL’lik satıştan ancak 4,9 kâr elde edebilmişler.Oysa geçen yıl bu pay 5,7 TL imiş. Kâr oranında önemli bir azalma…Tabii, bu arada kâr yerine zarar yazanların sayısı da hızla artmış ; 2012’de 63 iken 2013’te 129’a çıkmış. İSO Başkanı Bahçevan, 2008 global krizinde yaşanan olağanüstü koşullar saymazsak, son 10 yıldır bu kadar yüksek zarar eden şirket sayısına ilk kez rastladık, diyor.
En yüksek zarar gösterenleri 500’den süzüp çıkardığımızda ilk 2 sırada kamu kuruluşları Taşkömürü ile Şeker Fabrikaları var. Onların “görev zararı” misyonlarını hatırlayarak dışarıda tutarsak, zarar liginin ilk 10 özel firmasının başını Boynerlerin Altınyıldız’ı çekiyor. Zorlu, Limak, Aksa gibi iktidara yakın grupların enerji firmaları da zarar liginde dikkat çekiyorlar. Her birinin zararının ayrı hikayesi vardır elbette…
Sanayinin bu kan kaybının 2014’te azalmış olacağına ise kimse ihtimal vermesin. Sorun bütün vehametiyle sürüyor…Uçuruma yuvarlanırken koyun sürüsü davranışı gösterenlerin ağlaşmaya hakkı var mı? O da ayrı bir tartışma konusu……