Türkiye’yi 17 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) rejiminin ABD’nin onayının ardından Suriye’nin kuzeydoğusuna dönük askeri harekâtıyla çalmaya başlayan savaş tamtamları, ekonominin havasını da olumsuz yönde etkiledi. Zaten kırılgan bir halde olan ve bir yıla yakındır küçülme sürecinde olan Türkiye ekonomisi, savaş iklimi ile yeni bir türbülans yaşadı. Dolar ve Euro karşısında Türk Lirası’nın sert düşüş göstermesi, Türkiye’nin risk katsayısının (CDS) hızla yükselmesi, bir süredir filizlenen krizden çıkış umutlarını zayıflatmışa benziyor.

“Kürt ve IŞİD terör örgütlerine karşı güvenlikli bölge oluşturmak” savıyla ABD’den yeşil ışık alarak Suriye sınırını geçme kararının, ekonomide belirsizliklere yol açmaya başladığı, tüketim ve yatırım niyetlerini yeniden rafa kaldırdığı gözleniyor. Bu durumun büyüme eğilimlerini de zayıflatacağı, duyulan endişeler arasında. Özellikle Hazine’nin büyüyen açıklarının, savaş harcamaları ile daha da artacağı, kamu borçlanma ihtiyacının tırmanmasıyla, büyümeye ayrılabilecek kaynakların azalacağı endişesi de öne çıkıyor. Harekâtın, Türkiye’nin en büyük ticari partneri Avrupa Birliği’nden sert tepki görmesinin, ekonomiye de yansımaları olacak. Avrupa Birliği ile dış ticaretin, borçlanmanın, yatırım çekmenin de karşılıklı restleşmeden olumsuz etkileneceğinden endişe duyuluyor. 

Askeri harekât ile ilgili koordinasyon dışı tasarruflar olduğunu ileri süren ABD’nin, Türkiye’ye uygulayacağını ilettiği yaptırımların da ekonomiye ağır yükler getirmesi muhtemel. 

Senatör Lindsey Graham tarafından Twitter’da paylaşılan yaptırım paketi taslağında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yardımcısı Fuat Oktay ve çok sayıda bakan yer aldı. Pakette ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’ne herhangi bir satış veya destek yapan yabancı unsurlara da yaptırım konulması öngörüldü. Enerji ve petrol satışı konusunda Türkiye’ye ve Türkiye ile işbirliği yapan yabancı ülke ve kuruluşlara yaptırım uygulanması teklif edilen pakette, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerinin alımı kapsamında da yaptırım istendi. Tasarıda Türk yetkililere ABD vizesi kısıtlamasının yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mal varlığının tespiti de yer alıyor.

Askeri harekâtın başlayacağı haberleriyle birlikte, yukarı doğru seyreden Amerikan Doları (USD), Türk Lirası (TL) karşısında değerlenmesini sürdürdü. Artan belirsizlik ile birlikte güvenli liman arayışı, birikim sahiplerini yeniden dövize yönlendirdi. Merkez Bankası’nın kamu bankaları üstünden yaptığı hamlelerle 5.60 TL dolayında tutulmaya çalışılan dolar fiyatı, kısa sürede 5.70 TL basamağına, oradan 5.80-5.90 TL aralığına yerleşmeye başladı. 

ABD yaptırımları haberini takiben, döviz fiyatında bir gevşeme yerine yukarı doğru yöneliş daha muhtemel görünüyor. Bunu tersine çevirecek rüzgâr, borsaya yabancı yatırımcıların gelişi olabilirdi ama savaş iklimine geçiş yapmadan önce bile borsaya uzun zamandır yabancıların gelmediği, tersine çıkış yaptıkları görülüyor. Merkez Bankası verilerine göre son iki yıldır üst üste borsadan yabancılar çıkıyor. Yabancı yatırımcılar 2018’in ilk dokuz ayında net 2.3 milyar dolarlık menkul kıymet satıp Türkiye’den çıkmıştı. Yabancılar bu yıl da yine aynı dönemde net 1.6 milyar dolarlık satış yapmış görünüyorlar.

Savaş rüzgârlarının esmesi ile birlikte Türkiye’nin risk primi (CDS) de hızla arttı. 1 Ekim’de 350’ye kadar inmiş olan risk primi, askeri harekâtla birlikte 10 Ekim’de 400’e yaklaştı. Türkiye’nin risk priminin emsal yükselen ülkelerden oldukça ayrıştığını, en yakınındaki Güney Afrika’nın risk priminin bir kat üstünde olduğunu geçerken hatırlatmak yerinde olur. Bu kadar yüksek risk primine sahip olmak demek, daha yüksek maliyetle ancak borçlanabilmek anlamı taşıyor.

Döviz fiyatlarının yükselmesi ve risk priminin artması, Merkez Bankası’nın bir süre önce başlattığı faizleri indirme hevesine de son vermiş bulunuyor. 24 Ekim’de toplanacak Merkez Bankası Para Kurulu, savaşın estirdiği soğuk hava yüzünden yeni bir faiz indirimine gitmek yerine faizleri artırmak zorunda kalabilir. Çünkü özellikle devlet kâğıtlarına yabancı yatırımcı çekilmek isteniyorsa, faizleri artırmak gerekecek. 

Artan döviz fiyatı, ithalatı yeniden pahalandırıp düşme sürecine girdiği söylenen enflasyonu tekrar yukarı doğru kıpırdatacak bir etken olacak. Bu türbülansın iç tüketimi kısacağı, yatırımları erteleteceği, dolayısıyla büyümeyi aşağıda tutacağı da açık. Bunun en önemli sonucu yüzde 14 oranına ulaşmış işsizliğin, sayıları 4,5 milyonu bulmuş iş arayan işsizlerin artacak olması. 

Bütün bu olumsuzlukların yanında en çok endişe edilen bir konu da Hazine açıkları ve kamu borçlarını çevirmede yaşanacak zor zamanlar. Yaşanmakta olan krizi daha sancısız götürme ve krizin derinleşmesini frenlemek üzere AKP rejiminin iki yıldır sürdürdüğü genişlemeci kamu politikaları sonuçta Hazine açıklarının tırmanışını getirdi. 

Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre 2019’un ilk dokuz aylık döneminde bütçe açığı yaklaşık 90 milyar lirayı buldu. Oysa Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yakın zamanda açıkladığı Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP), 2019’un 12 aylık bütçe açığı 80,6 milyar lira olarak hedeflenmişti. Yılın bitmesine daha üç ay varken açığın 90 milyar TL’yi bulması, kamu açığının vahametini ortaya koyuyor. 

Küçülen ekonomi kamu gelirlerini, özellikle tüketimden alınan vergileri azaltırken, gelir açığı bir defalık gelirlerle kapatılmaya çalışıldı. Bedelli askerlik, imar affı gibi yollarla elde edilen gelirlerin yanında en önemli tek defalık gelir Merkez Bankası temettülerinden ve bankanın yedek akçelerinden sağlanmaya çalışıldı. Ama yine de kamu açıklarının tırmanışı yavaşlatılamadı. 

Kamu açıklarını azaltmak için kamu mal ve hizmetlerine yapılan zamlara seçmen tepkisi ise büyüyor. Doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yapılan ağır zamların ardından köprü ve otoyol geçişlerine, tren, posta fiyatlarına yapılan zamlar tepkiye yol açtı. Bu zamları, yenilerinin ve salınacak yeni vergilerin izlemesi için çalışmalar yapıldığı da bildiriliyor. Askeri operasyonun, seçmende gözlenen zamlara tepkiyi soğutucu, gündemden düşürücü etkisi olup olmadığını ise zaman gösterecek. 

Artan Hazine açığının endişe verici uzantısı, kamu borçlarının çevrilmesindeki güçlük. 2020 yılında geri ödenecek iç borç miktarı şu anda tahminen 300 milyar TL’ye ulaşmış durumda. 2020’de Suriye’nin kuzeyine operasyon harcamaların artmasının da etkisiyle yüzde 2 dolayında faiz dışı açık verilmesi durumunda, oradan da 90 milyar TL kadar bir ek finansman açığı ortaya çıkabilecek. Dış borç tamamen yine dış borçla yenilense de çevrilmesi gereken iç borç bu durumda 390-400 milyar TL’ye çıkıyor. Yani neredeyse aylık ortalama 33 milyar TL. Oysa tüm iç borç stoku ağustos sonunda 692 milyar TL idi. Yani tüm iç borcun yüzde 60’ına yakın bir tutarı 2020 yılı içinde çevrilmek zorunda. Bu da Hazine’nin, bankaları, piyasaya kredi açmak yerine kendisini finanse etmeye zorlaması anlamına gelecek. Üretim ve yatırım için kredi arayışındaki özel kesim, iç borcunu çevirme telaşındaki devletle kaynak çekişmesi yaşayacak ve bu çekişme ekonomik büyüme önünde ciddi bir engel oluşturacak. 

Ağırlaşması muhtemel ekonomik koşullara karşılık AKP rejimi, “Suriye fethi”nin seçmene pahalılık ve işsizliği unutturacağını umuyor. AKP rejimi, “fetih” konusunda seçmeninin önemli bir kısmını Kürtlerin oluşturduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) dışındaki muhalefet partilerinin desteğini almış olduğu için, yerel seçimlerde ekonomik nedenlerle uğradığı seçim hezimetini “fetih” ile telafi edebileceğini umuyor. AKP lideri Erdoğan’ın belki buna da güvenerek bir baskın erken seçim kararı alabileceği daha sıkça konuşulmaya başlandı.

Written by Mustafa Sönmez