ktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adayı Binali Yıldırım, 23 Haziran’da yenilenen İstanbul yerel seçimlerinden büyük bir yenilgi aldı. Yüksek Seçim Kurulu’nun büyük tartışmalar yaratan, hukuk dışı bulunan 31 Mart seçim sonuçlarını iptal etmesiyle yenilenen seçimlerde Millet İttifakı adayı, Cumhuriyet Halk Partisi’nden Ekrem İmamoğlu, Yıldırım’ı 807 bin oy geride bırakarak ipi göğüsledi. İptal edilen seçimde ise fark sadece 13 bin dolayındaydı. Yenilenen seçimde oluşan büyük farkta, önceden AKP’ye oy verenlerin bir kısmının iptal kararını onaylamadıkları, adil bulmadıkları ve tepkilerini İmamoğlu’nu seçerek gösterdikleri söyleniyor. 

Türkiye’nin megapolü İstanbul’daki yerel iktidar çekişmesi, bekleneceği gibi bir genel seçim havasında geçti ve AKP’nin yereldeki kaybı, şimdi genelde bir güç kaybı olarak okunuyor. 

Seçimin ertesi günü, 24 Haziran, 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçiminin de birinci yıl dönümüydü. “Tek adam rejimi” diye eleştirilen ve yürütmenin gücünü yasama ve yargı aleyhine artıran yeni rejimin bir yılında, başta ekonomi olmak üzere ülke yönetiminde parlak bir icraat sergilenemedi. AKP rejimi, iktidarının ilk aylarında yüz yüze kaldığı ekonomik durgunluk ve ardından gelen kriz sürecinde, iki yerel seçimin basıncını da taşımak zorunda kaldı. 

24 Haziran 2018 seçimleri öncesi seçmene, “Beni seçin faizle, dövizle, enflasyonla, nasıl baş edileceğini görün” taahhüdünde bulunan AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçildikten sonra, özellikle de 31 Mart seçimleri öncesinde bu taahhüdünü yerine getiremedi. 

Seçmen, yüzde 20’lerde seyreden bir enflasyon, yüzde 15’e yaklaşan işsizlik, TL’de yüzde 30’a yaklaşan bir değer kaybı ve alım gücünde sert gerilemeler ile 31 Mart yerel seçim sandıklarına gitti ve özellikle büyük illerde Erdoğan’a cezayı kesti. Türkiye milli gelirinin yüzde 63’ünün üretildiği 21 ilde yerel iktidar CHP’li başkanlara geçerken seçmenin oy tercihinde ekonomi önemli bir etkendi. 

Özellikle Türkiye milli gelirinin yüzde 31’inin tek başına üretildiği İstanbul’daki mağlubiyeti hazmedemeyen AKP ve ortağı Milliyetçi Hareket partisi (MHP), Yüksek Seçim Kurulu üstüne hukuk dışı baskı uygulayarak seçimleri yenilettiler. Ancak seçim tekrarı ile pirince gidenler evdeki bulgurdan oldular, tam bir hezimet yaşadılar. 23 Haziran seçimlerinde sandığa giden seçmen henüz ekonomik şikayetlerine çözüm getirilmediği gibi, adalet duygularının incitildiğini de düşünerek oy kullandı ve ardından AKP’nin ağır yenilgisi geldi.

Son bir yılda başarısız bir performans gösteren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, özellikle İstanbul hezimetinin ardından, uğradığı güç kaybı ile daha ne kadar yol alabilir? 

Her ne kadar Erdoğan seçim sonrası yapılan ilk grup toplantısında önlerinde dört yıllık bir süre olduğunu ifade etse de yeni güç dengeleri, dipten gelen seçmen basıncı, seçimsiz bir dört yıl geçirmenin kolay olmayacağına işaret ediyor. Yeni sistemli icraatının ilk yılında toplumu ve özellikle ekonomi alanını yönetemeyen Erdoğan iktidarı, bu güç kaybıyla krizden çıkamayan ekonomiyi nasıl yoluna koyabilecek? 

2019’un ilk yarısı biterken göstergeler parlak değil. 2019’un ilk çeyreğinde yüzde 2,6 oranında küçülen ekonomi, tahminen ikinci çeyreği de küçülme ile kapatmış görünüyor. Öncü göstergeler krizden çıkılamadığını ifade ediyor. Küçülme ile birlikte işsizlik en yakıcı sorun ve işsiz sayısı 4,5 milyon oran olarak da yüzde 14’ü aşmış olarak en önemli toplumsal sorun olmaya devam ediyor. 

Büyüme çarkını dışarıdan akan yabancı kaynak ile ancak çevirebilen ve 17 yıllık AKP iktidarında bunun sonucu 450 milyar dolar dış borç biriktiren Türkiye ekonomisi, yeni dış kaynak bulmakta çok zorlanıyor. Nisan ayı itibarıyla 12 ayda dış kaynak girişi yerine 18 milyar dolara yakın dış kaynak kaybına uğrayan ekonomi, 2018 Nisan ayı öncesi 12 ayda 45 milyar dolar dış kaynak girişi sağlamıştı. Bu, son 12 ayda şemsiyenin ters dönmesi demek. 

Gelmeyen yabancı para, dövizin fiyatının tırmanması, TL’nin hızla değer kaybı demek. Nitekim, dolar fiyatı Haziran 2018’de ortalama 4.64 TL iken Haziran 2019 ortalaması 5.90 TL’ye yakın. On iki aylık artış yüzde 27’nin üstünde. Dövize yönelişi ve artışı önlemek için TL faizlerinde yapılan artışlar, TL faizlerini yüzde 25 dolayına çıkardı. 

Bu göstergeler, dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelerden etkilenerek bazen daha da kötüleşme bazen de görece iyileşmelere uğruyor. Dünya ekonomisinde faizde indirim, genişlemeci para politikalarına dönüş, Türkiye gibi ülkelere dış kaynak giriş ihtimalini artırarak, dövizin fiyatını, faizleri indirici, görece nefes açıcı etkiler de yaratabiliyor. Ancak Türkiye, aşırı yüksek risk primi nedeniyle, bu tür olumlu global rüzgârlardan daha az yararlanabiliyor. 

Türkiye’nin risk primi (CDS) uzun zamandır Meksika, Brezilya. Rusya, Güney Afrika, Hindistan gibi benzer yükselen ülkelerinkinden iyice ayrışmış durumda. Türkiye’nin risk primi 24 Haziran 2018’de 275 idi. 2018 Ağustos ayında Amerikalı Rahip Andrew Brunson üstünden ABD ile yaşanan gerilim sırasında risk katsayısı 575’e kadar çıkmıştı. Seçim sonrası Haziran 2019’un son haftasında ise CDS 440’ı gördü. Bu, hâlâ çok yüksek bir risk primi. Örneğin Rusya’nınki aynı tarihte 112.

Türkiye’nin risk sıralamasında bu ölçüde ayrışması, ekonomik olduğu kadar siyasi, jeopolitik risklerinin yüksekliği ile de ilgili ve özellikle ABD ile süren S-400 gerilimi, bu katsayının yüksek seyrinde etkili. ABD’nin 31 Temmuz’a kadar süre vererek S-400 alımından Türkiye’yi caydırmak istemesi, aksi durumda yaptırımlar uygulayacağını ilân etmesi, buna karşılık Erdoğan’ın silah alım işleminin yapıldığını belirterek ABD ile karşı karşıya gelmesi, yakın geleceği ciddi bir belirsizliğe sürüklüyor. 

İstanbul seçim hezimetinin ardından, ABD virajında uğranılacak bir zayiat, AKP rejimini biraz daha zayıf düşürebilir. Öte yandan, AKP içinden eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan liderliğinde kurulacak yeni bir partinin AKP’yi bölme ihtimali de var. AKP’nin memnuniyetsiz tabanının bir kısmını kendine çekmeyi 31 Mart seçimlerinde deneyimlemiş MHP’nin bu süreçten yararlanarak AKP ile ittifakını bozabileceği ve erken seçim odaklı bir strateji izleyebileceği de senaryolar arasında. 

Yeni sistemin bizzat kendi kimyasından kaynaklanan yönetimsel sorunları, rejimin bileşeni partilerin ortaklığı bozmaları, AKP’nin içinden yeni parti doğurması ihtimallerinin basıncı altında. Daha da önemlisi, yerel iktidarın yıldızı CHP ve müttefiki partilerin ele geçirdikleri moral üstünlük, AKP’yi hızla yıpratıyor.

Bu basınç yükünü pekiştirecek başka basınç unsurları, 2020 yılında bir erken seçim ihtimalini gözden uzak tutmamayı gerektiriyor. 

Written by Mustafa Sönmez