Mustafa Sönmez

 

Yunanistan’ın ve diğer Güney Avrupalı ülkelerin borç krizini ve bu krizin bulaşmasını kontrol altına almakta zorlanan AB, üç ayaklı bir planı inşa için kolları sıvadı. Çıkmayan candan umut kesilmez misali,  IMF, G-20 ve AB arasında koordineli bir yaklaşımla hazırlanması ve en erken 5-6 hafta içinde açıklanması öngörülen yeni planın, şu saç ayakları üstüne  oturtulması öngörülüyor.
1- Yunanistan’a borç sağlayanların alacaklarının  bir kısmının üzerini çizmesi,

2- 440 milyar Avro düzeyinde kapasiteye sahip olan Avrupa Finansal İstikrar Kolaylığı (EFSF)’nın kapasitesinin 2 trilyon Avro düzeyine yükseltilmesi,

 3- Avrupa bankalarının mali yapılarının güçlendirilmesi. Sermayesine göre aşırı risk yüklenmiş Avrupa bankalarının notu, değerlendirme kuruluşları tarafından indirildikçe indiriliyor. Sermaye enjeksiyonu ve/veya banka birleştirilmeleri, bankaların önce kamu kontrolüne alınıp sonra özelleştirilmesi gibi yolların hepsi açık ve muhtemel. Böyle şeylerin nasıl yapıldığını , biz 2001 krizinden iyi biliyoruz.

***

Bu üç ayaklı “genel kurtarma planı”, 17 ülke parlamentosundan onay görmek durumunda. Özellikle Almanya seçmenine rağmen onay bulmak zor. Ama kırık dökük de olsa uygulamaya sokulursa, kaynak için kısa vadeli sermaye hareketlerine, fonlara, yani sıcak paraya AB’nin de başvurusu gündeme gelecek. Böylece, bir kısmı da Türkiye’ye akan “sıcak para”ya  kurtarma planı el atacak. Türkiye’nin yıllık 75 milyar dolara, milli gelirin yüzde 10’una yaklaşan cari açığını finanse eden sıcak para, artık Avrupa için de önem kazanacak.  Bu da Türkiye için iyi haber değil. 1.85 TL’ye çıkmış doları aşağı itmek için beklenen sıcak para girişinin adres, yön değiştirmesi, girişin bir başka bahara kalması, Türkiye için umutların azalması demek.

Dolar kurunu 1.65-1.70 TL bandı içinde tutmayı hedeflemiş Merkez Bankası için 1.80 TL üstü dolar kuru ile yaşamak , buz kesmek demek. Merkez bankası’nın döviz satmasıyla düşmez bu ateş.  Bu düzeyde bir dolar kurunun birçok parametreyi altüste edeceği , mesela maliyet enflasyonuna yol açacağı, çevrilmesi zorlaşan dış borç stokuna büyük bir yük getireceği de açık.

Hatırlatalım ki, 2005’ten 2011’e dış borç stoku yüzde 90’a yakın arttı ve 2011’in ilk 3 ayında 298 milyar doları buldu. Bu yükün 2011 ortasında 310 milyar dolara ulaştığını tahmin ediyoruz. Borçların dörtte birinin kısa vadeli olması önemli. Ama ondan daha önemlisi, borçların üçte ikisinin özel sektör borcu olması. Bunun konumuzla ilgisi şu: TL’nin, dolar karşısında hızlı değer kaybı, bu ölçüde borçlanmış özel sektör firmalarının mali bünyelerini ciddi ölçüde tehdit ediyor.  Hangi firmalar bunlar? Firmaların taşıdığı döviz borcu riski, Kamu Aydınlatma Platformu’ndaki (kap.gov.tr) şirket mali tablolarından izlenebiliyor. 25 Eylül tarihli Milliyet’te Zeynep Aktaş, döviz borcu en yüksek firmaların hangileri olduğunu ve sadece 20-23 Eylül arasında TL’nin değer kaybı ile üstlendikleri yükü, bir tablo halinde verdi. 

Anlaşılıyor ki, Türk Telekom, Tüpraş, Ereğli Demir Çelik gibi eski kamu kuruluşlarını, özelleştirme masasından dış kaynak bularak alan sermaye grupları, en yüksek dış borçlular. Agresif bir büyüme çizgisi izleyen THY’nin de çok ciddi döviz riski üstlendiği ; büyük enerji firmalarının da en çok döviz borcu olan firmalar olduğu görülüyor.

Bir başka kaynağa göre, borsadaki 130 küsur firmanın önemli döviz borcu riski var ve kur şoku, bu firmaların karlılıklarını önemli ölçüde etkiledi. Büyük firmaların sıkıntısının, pek güvenilen banka sistemini de sarsması kaçınılmaz.

RTE ve ekonomi bakanları,”iyiyiz, iyiyiz” diye karanlıkta ıslık çalmaya devam ederken dolar kurunu takip edin…Halep oradaysa, arşın burada…

***

Bu arada ILO’nun G20 ülkeleri arasında Türkiye’yi krizde istihdam şampiyonu göstermesi, AKP-TÜİK göz boyamacılığının yeni bir tezahürü. Büyümeyen tarımda istihdamı yüksek gösteren TÜİK, sonunda bu zokayı ILO’ya da yutturdu. Koskoca ILO, bir de tarım-tarımdışı diye bakmayı akıl etmez mi istihdama…?

Written by Mustafa Sönmez