Mustafa Sönmez

İlk defa 1961 Anayasası, sosyal güvenliğe anayasal bir hak olarak yer verdi (md. 48). 1982 Anayasası’nda, “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar” (md. 60) denildi. 1982 Anayasası’nın 61. maddesinde sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gereken kişiler de sayıldı. Bunlar; “ Harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri, malûl ve gaziler, sakatlar, yaşlılar ve korunmaya muhtaç çocuklar…” olarak ifade edildi. Devlet bu kişileri sosyal yardım ve sosyal hizmetler yoluyla himaye etmekle görevlendirildi. Anayasa’nın 65. maddesi, devletin, bu görevlerini, amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek “mali kaynaklarının yeterliliği” ölçüsünde yerine getireceği hükmünü getirdi. Böylece, bu hüküm bahane edilerek devletin bu görevlerini yerine getirmekten kaçınmasının da yolu açılmış oldu. Nitekim, bugün “Sosyal güvenliğin neresindeyiz?” diye bir soru sorsak, bir dizi eksik, bir dizi hile hurda ile burun buruna geliriz.

***

Türkiye’nin 2009 sonu nüfusu 72,5 milyon iken, bir şekilde “sosyal güvenliğin değdiği nüfus” 69,5 milyondur ama 3,6 milyon hiçbir biçimde sosyal güvenlik şemsiyesi altında değildir. Yani devlet ne parasal, ne de sağlık yardımı biçiminde 3,6 milyona değiyor.

Devlet, yurttaşlarına emeklilikleri ya da iş görmezlikleri halinde aylık bağlayarak ve onların sağlık harcamalarını karşılayarak sosyal güvence sağlamakla sorumlu. Peki bunun kaynağı nereden gelir? Sosyal güvenlik harcamalarının kaynağı, sigorta prim gelirleri ve bütçeden yapılan katkılarla sağlanıyor. Memur, işçi, esnafın prim katkılarının yetmediği sosyal güvenlik harcamaları, merkezi bütçeden yapılan transferlerle karşılanır. İdeali, kısa adı SGK olan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun kendi yağıyla kavrulması , prim ve primlerin iyi yatırımlarla değerlendirilmesi sonucu sosyal güvenlik çarkının dönmesidir. Ama bu idealdir. Gerçekte ise sosyal güvenlik için bütçeden önemli kaynaklar aktarılır.

***

Ağustos 2010 itibariyle, sosyal güvenlik havuzuna yaklaşık 16 milyon memur,işçi ve esnaf , 42 milyar TL prim katkısı yaptı. Devlet de 10 milyar TL prim katkısında bulundu. Diğer gelirlerle birlikte SGK gelirleri 60,6 milyar TL oldu. Peki giderler? Devlet , bu 8 ayda 52 milyar TL emekli aylığı ödedi, 21,5 sağlık harcaması yaptı, diğer giderlerle , sosyal güvenlik harcamaları 80 milyar TL’ye yaklaştı. Dolayısıyla açık, 8 ayda 19 milyar TL’yi aştı. Yıl sonunda açık, muhtemelen 30 milyar TL’yi bulacak.

Yani devlet, 8 ayda 9,5 milyon emekliye maaş ödeyerek, onların 3,5 milyon yakınına sosyal güvence (sağlık hizmeti) vererek, 1,3 milyon yaşlı,özürlüye vb. maaş ödeyip sağlık hizmeti vererek, 9,3 milyon yeşil kartlı yoksula da bedava sağlık hizmeti vererek 80 milyar TL harcamış bulunuyor. Ama bu harcamanın 60 milyarını gelirlerle karşılarken 20 milyarını açık vermiş. Bütçeden de bunun için SGK’ya 8 ayda 37 milyar TL aktarılmış. Bunun 20 milyarı açık için, 10 milyarı sosyal güvenliğe devlet katkısı, 2,3 milyar TL’si işverenleri teşvik, 4,7 milyarı da e başka kalemler başlığı altında.

***

Bu arada, bazı uyanıklar, seçim yaklaşırken sigorta prim borçlarını ödemeyip devlete borç takmışlar. Nasılsa af çıkar ve ödemekten yırtarız diye. Bu, ahlak dışı bir uygulama ve neredeyse gelenek. SGK’ya 3,3 milyon esnafın prim borcu 20 milyar TL’ye yakın. İşçi çalıştıran özel sektörün prim borçları ise 21,5 milyar TL. Bunun ağırlığı belediyeler olmak üzere 6,4 milyar TL’si resmi sektörün. Böylece, batak prim alacağı yaklaşık 42 milyar TL. Bunun 10 milyar TL’si ceza. Batığın yıl sonunda, 50 milyar TL’yi bulması kimseyi şaşırtmayacak.
Şimdi AKP iktidarı, bu borcu hakkıyla tahsil etse, yıl sonunda bütçeden açık için 20 milyar TL çıkmadığı gibi SGK, yaklaşık 30 milyar TL’lik taze kaynağa kavuşacak ve hiç güvencesi olmayan yaklaşık 4 milyon insan sosyal güvenlik şemsiyesi altına alındığı gibi, işçi, memur, esnaf emeklilerine daha makul bir emekli maaşı ödenecek, daha makul ve karşılıksız bir sağlık hizmeti verilecek. Ne var ki, AKP iktidarı, seçim yaklaşırken şimdi bu alacakların üstüne bir bardak su içip affetme eğiliminde. Zaten, borçlular da buna alışık oldukları için aylardır prim ödemiyor, affı bekliyorlar.

Bu af gerçekleşirse, yeni bir büyük adaletsizlik, sosyal güvenlikten büyük bir çalma çırpma olacak…

Written by Mustafa Sönmez