Türkiye’nin gündeminde enflasyon, özellikle de gıda enflasyonu ilk sırada kalmaya devam ediyor. Yükselen fiyatların 31 Mart’ta yapılacak seçimlerde seçmen tercihlerini etkileyeceği yaygın bir kanı. Bunun farkında olan AKP rejimi seçim sandığına dönük palyatif önlemler deniyor. Bunlardan sonuncusu olan, Ankara ve İstanbul’a kurulan “tanzim satış çadırları” ile sübvansiyonlu sebze-meyve satışıyla seçmen etkilenmeye çalışılıyor. Gıda enflasyonunun temelinde yatan üretimsizliğin üstünü örten ve aracıları “şeytanlaştıran” bu hamlenin ne kadar işe yaradığını seçim sonuçları gösterecek gibi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı enflasyon verilerine göre Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ocakta aylık bazda yüzde 1.1 artarken yıllık bazda yüzde 20.4 oldu.

Çeşitli vergi indirimleri ile enflasyonun yükselişini yavaşlattığını sanan hükümete ocak ayında iklim koşulları dirsek gösterdi. Özellikle sera üretiminin yaygın olduğu Antalya, Mersin, İzmir, Muğla gibi üretim merkezlerinde aşırı yağış, sel, hortum, fırtına gibi felaketler nedeniyle ürünler büyük zarar gördü. Sular altında kalan, zarar gören ürünler pazara çıkarılamadı. Ürün pazara gelmeyince büyük bir darlık yaşandı ve gıda fiyatları genelde yüzde 6,4 artarken, sebze ve meyve fiyatları bir ayda yüzde 30, yıllık olarak da yüzde 64 arttı.

Kuşkusuz, gıda enflasyonundaki artış tek başına ocak ayındaki afetle açıklanamaz. Yıllardan beri tarımda, hayvancılıkta biriken ve kronikleşen sorunlar var. Yüksek girdi maliyetleri, yetersiz destekler, ürünün üreticiden tüketiciye ulaştırılmasındaki arz zincirinde yaşanan organizasyon bozukluğu bunlardan bazıları. Bu sorunlara kalıcı çözüm üretmeden gıda fiyatlarının normal artışlara uyumlu olması pek mümkün değil.

Tarımda yaşanan üretim gerilemeleri, bitkisel ve hayvansal ürünleri işleyen gıda ve içecek sanayii başta olmak üzere, tarımsal sanayileri de olumsuz etkiledi. Bunların yanı sıra tarıma girdi veren yem, tarımsal ilaç, gübre, traktör gibi sektörler de tarımdaki gerilemeden olumsuz etkilendiler.

Öte yandan, gıda enflasyonundaki sert seyir 19 milyonu bulan ücretli kesimin kendisini ve ailesini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu gıda maddelerini satın almada güçten düşürdüğü için ücret beklentilerini de yukarı çekiyor, bu da sanayi ve hizmet işletmeleri için ücret maliyetinde artış basıncı anlamına gelir.

Sanayi üretim endeksi verileri, özellikle tarımda sert üretim düşüşlerinin yaşandığı 2018 son çeyreğinde gıda ve öteki tarımsal sanayilerin üretimlerinde de önemli inişler olduğunu gösteriyor. TÜİK verilerine göre 2018 son çeyrekte (ekim-aralık) gıda sanayiinde küçülmenin yüzde 6,7’yi bulduğu, içecekte üretimin artmadığı izleniyor. Tekstil sanayiinde son çeyrek küçülmesi yüzde 5,6 iken giyimde küçülmenin yüzde 2,3’ü, deride yüzde 7,3’ü bulduğu görülüyor.

Bunlar arasında tarımdan doğrudan etkilenen daha çok gıda ve içecek sanayisidir. Türkiye’de gıda ve içecek sanayisi, imalat sanayinin içinde üretim değeri bakımından en büyük paya sahip. 2017 yılında gıda ve içecek sektörü, Türkiye’nin toplam imalat sanayi üretim değerinin yüzde 15’ini, istihdamının yüzde 13’ünü, girişim sayısının yüzde 12’sini, yaratılan toplam katma değerin ise yüzde 11’ini oluşturdu. Türkiye gıda ve içecek sektörü ağırlıkla KOBİ’lerin faaliyet gösterdiği çok parçalı bir yapı özelliğinde. Sektör iç tüketime odaklı. Türkiye’de hane halkının tüketim harcamalarında gıda-içecek, konuttan sonra ikinci sırada ve yaklaşık yüzde 20’lik paya sahip.

Tarımla birlikte gıda sektörü, Türkiye’nin net ihracatçı olma iddiasındaki sayılı alt sektörlerinden de biri. 2010-2017 yılları arasında bitkisel ve hayvansal üretim ile gıda ve içecek sektörlerinin ihracatı Türkiye’nin toplam ihracatından ortalama yüzde 10,4, toplam ithalatından ise ortalama yüzde 4,7’lik pay aldı.

Borçluluk seviyesi yüksek olan gıda-içecek sanayisi, son dönemde yaşanan faiz artışları, kurlardaki değişim ve petrol fiyatlarında yukarı yönlü hareketlerden de olumsuz etkilendi ve kullandığı kredileri geri ödemede zorluklar yaşamaya başladı. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi verilerine göre toplam kredilerin yüzde 4’ünü kullanan gıda-içecek sanayisinde kredilerin yüzde 6’sının geri dönmeme riski var. Tarım ise toplam kredi havuzundan yüzde 5 pay aldı ve riske giren kredi tutarı toplam kredi borcunun yüzde 4,5’i dolayında. Tüm sektörlerde şirketlerin toplam batık kredi oranı 2018 sonunda yüzde 4.4 olarak açıklanırken tarım ve gıda sanayisinde bu oranın daha yüksek olması dikkat çekici.

Sektörde faaliyet gösteren firmalardan bazıları konkordato, giderek iflas kulvarına girdiler. Bunlardan kanatlı eti ve yumurta üretimi yapan Keskinoğlu 2018 yılı haziran ayında, süt ve süt ürünleri alanında faaliyet gösteren Yörsan Gıda 2018 yılı ekim ayında, balık yetiştiriciliği ve yem üretimi alanında faaliyet gösteren Agromey Gıda 2018 yılı aralık ayında, besi ve süt hayvancılığı yapan Saray Tarım ise 2018 yılı kasım ayında konkordato talebinde bulundu.

2018’in ikinci yarısında yaşanan döviz krizi, birçok sektörde olduğu gibi tarımı da çok olumsuz etkiledi. Çiftçi, sanayinin ürettiği gübre, mazot, ilaç gibi günlük veya dönemsel ihtiyacı olan girdileri bile almakta zorlanırken traktör alması da zorlaştı. Bu nedenle traktör üreten firmalar da ciddi sıkıntılar içine girdi. Türkiye Tarım Alet ve Makineleri İmalatçıları Birliği, traktör üretim ve satışlarında sert düşüşler olduğunu bildirdi. Satılan traktör sayısı 2018’de yüzde 54 gerilemiş durumda. Bu, çiftçinin çöküşünün sanayiye olumsuz yansımasının bir diğer görüntüsüdür.

Türkiye’de yıllara yayılan ihmaller, tarım ve sanayi yerine inşaat odaklı bir akıl tutulmasının sonucu. Bu irrasyonellik, baş edilemeyen fiyat artışları, AKP rejimini sübvansiyonlu, bütçe kaynaklarını savurganca kullanan tanzim satış çadırları çaresizliğine mecbur bıraktı.

Üretime küstürülen çiftçiyi üretimle barıştırmak, tarımsal sanayileri de düze çıkarmanın ön koşuludur. Tarladan, mandıradan, fabrikadan tüketiciye sorunları bir bütün olarak ele almak ve kronik hale gelen sorunlara çözüm üretmek gerekiyor. Bu sorunların en başında yüksek girdi fiyatları, çiftçinin üretim iştahının kaybolması, üretimi terk etmesi, pazarlama zincirindeki sorunlar nedeniyle ürünün tüketiciye pahalı ulaşması geliyor. Ürün kayıpları, iklim değişikliğine bağlı afetler, yıkıcı ithalatın yarattığı tahribat, üretici kooperatiflerinin yetersizliği konuları üstünde de durulması gerekiyor.

Bu sorunların tümünü kucaklayan bütüncül bir tarım politikasının oluşturulması ve kararlılıkla uygulanması, tarımın yanı sıra onunla ilişkili sanayi alt sektörlerini de yeniden ayağa kaldırmanın ön şartlarıdır.

Written by Mustafa Sönmez