Her ne kadar Cumhurbaşkanı RT Erdoğan, “Rejim değil, sistem değişikliği” dese de, çok açık biçimde bir “Tek adam rejimi”ne gidiş, artık Nisan başında yapılacak referandumun sonucuna bakıyor.

Referandumda oylanacak değişiklik , yasama, yürütme ve yargıya ait birçok yetkiyi Cumhurbaşkanı’na devretmeyi, parlamenter sistemin içini boşaltmayı, net bir “tek adam düzeni”ne  geçişi öngörüyor.

Önümüzdeki 2 aylık sürede Saray’ın toplumsal kuruluşları, baskı gruplarını “Evet” propagandası yönünde zorlayacağı, devlet imkanlarını her tür yasa ihlalini göze alarak “Evet” için seferber edeceği açık. Meclis’te gizli oylama ile ilgili yasa maddesi ihlal edilerek , Anayasa zaten çiğnenmiş durumda. Şimdi bir de “olağanüstü Hal”(OHAL) koşullarında bir Anayasa değişikliğinin halkoylamasına sunulması, Anayasa Mahkemesi’ne , AİHM’e şikayeti haklı kılıyor.

Tek adam rejimi, AKP’nin (ve müttefiki MHP’nin) dışına düşen farklı sınıf ve kimlikleri temsil eden parti ve grupları karşısına alıyor. Anayasa, bir toplumsal sözleşme değil, bir kutuplaştırma-dışlama sözleşmesi. CB, sağlayacağı yeni yetkileri, kendilerinden olmayan her kimlik ve sınıfa karşı kullanabilecek. Buna sadece emek sınıfları, orta sınıflar değil, mülk sahibi sınıflar da dahil.

Sermayede kutuplaşma

AKP, iktidara geldiğinden bu yana toplumdaki sınıf ve kimlikler arasında Türklük, Sünnilik değerleri üstünden bir kutuplaşmayı körüklüyor. Bunu başardı da. Emek sınıfları, tek adam rejimine tek vücut olarak karşı olmaları gerekirken, ayrışmış haldeler .Kesin “Hayır” diyen DİSK, KESK gibi emek kuruluşları karşısında, sessiz Türk İş ve “Evet” yanlısı Hak-İş, Memur-Sen var örneğin. Hukukçuların, mühendislerin, mimarların, hekimlerin meslek kuruluşları “Hayır” kararlığında, ama sessiz kalanlar da var. Ya sermaye sınıfı, işverenler? Burada da AKP ile organik bağı olan Müstakil İşadamları Derneği(MÜSİAD),İstanbul Ticaret Odası gibi kuruluşlar “Evet”in propagandasına başlarken yarı resmi tüm tüccar ve sanayicilerin çatı örgütü TOBB sessizliği tercih ediyor. Ama en önemlisi, uzun yıllar siyasi gelişmelere yön veren TÜSİAD,Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin tutumu. TÜSİAD, nerede duruyor? Tek adam rejimine dönük referandum sürecinde, AB ile bütünleşme derdi olan ve AB değerlerinden, çıpasından kopmamak, mülkiyet hakkının hukuka saygıdan geçtiğini  dile getiren TÜSİAD, referandumda ne yapacak?

TÜSİAD

1970’lerden AKP’nin iktidar olduğu 2002’ye kadar Türkiye’de ekonominin ve siyasetin rotasını belirleyen ana baskı gücü, TÜSİAD idi. Koç , Sabancı, Eczacıbaşı, Borusan, Anadolu Endüstri, Akkök, Tekfen, Boyner gibi  holdingler, Türkiye ekonomisinde katma değerin yüzde 50’sini, dış ticaretin yüzde 80’ini kontrol eden gruplar olarak TÜSİAD’da örgütlüler ve gelişmelere karşı son derece hassaslar. Büyük patronlar kulübü, öteden beri , ihtiyaçlarına göre, merkez sağı da merkez solu da destekler, özellikle örgütün önemli bileşenlerinden Doğan Grubu’nun medya gücü, bu yönde kamuoyu oluştururdu.  TÜSİAD, küreselleşmenin, dünya ekonomisi ile bütünleşmenin öncülüğünü yaparken, Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin Türkiye’nin çıpası olduğunu da savuna geldi. Peki radikal İslam konusunda tutumu neydi TÜSİAD’ın?

AKP’nin öncülü, Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu siyasi İslam partilerine hep mesafeli duran TÜSİAD, Erbakan’dan ayrılan Erdoğan ile Gül’ün inşa ettikleri AKP’yi de, kurulurken ihtiyatlı karşıladı, ancak  2002 seçimlerine giderken 2001 krizinin öğüttüğü merkez sağ ve kısmen merkez soldan bir alternatif yaratamadı.

AKP, 2001  krizinin mağduru kızgın kitlelerin oylarını da alarak tek başına iktidara gelince, TÜSİAD, AKP’ye mahkum kaldı. İktidarının ilk  yıllarında IMF ile AB ile iyi ilişkiler içinde olan, 2001 krizi sonrası IMF eliyle onarılan ekonomiyi , IMF’yi bile şaşırtacak kadar neoliberal prensipler ile yöneten, özelleştirmeleri son hız uygulayan AKP’ye, iç ve dış rüzgarlar büyük destek verdi. Bu rüzgarlarla ekonomide yıllık yüzde 7 büyüme performansı tutturulunca , TÜSİAD’ın AKP ye bakışı da yumuşadı. Her ne kadar, AKP, kendi burjuvazisini yaratmak üzere, Erbakan döneminde kurulan MÜSİAD’ı kayırsa ve yeni organik sermayedarlarını TÜSİAD sermayesine karşı yaratsa da,  TÜSİAD, ülkedeki sol liberaller hatta bir kısım Kürt siyaseti mensupları gibi, AKP’yi “Muhafazakar, reformcu iktidar” görmeye meyletti.

AKP, 2007 sonrası kendisine tehdit olarak gördüğü, TÜSİAD’ın da sırtını dayadığı asker-sivil üst eliti, Gülen Cemaati kadrolarının kumpasları sayesinde de etkisizleştirince, artık gerçek yüzünü  saklamadı. Totaliterleşmeye doludizgin yöneldi. Bu yönelişi, ihtiyatlı dille bile olsa eleştiren TÜSİAD’a, Erdoğan’ın tepkisi, tehdit ve korkutma oldu. Medyadaki eleştiriler, Doğan Grubu’na uygulanan vergi cezaları ile sindirildi. AKP, yargı ve yasama güçlerini de iyice kontrol altına aldıkça, TÜSİAD’ın sesi kısıldı, iş dünyası, vergi sopası, ya da başka ekonomik yaptırımlarla korkutuldu. TÜSİAD arada bir sesini yükseltmek istedikçe yeni tehditlerle, mesela 1997’deki 28 Şubat post-modern darbenin ortağı olmakla suçlandı.

Ne yapacak?

Peki, yeni bir ekonomik krize giriş yapılan ve tek adam rejiminin tam da bu konjonktüre denk geldiği şartlarda TÜSİAD ne yapacak? TÜSİAD, 1 Aralık 2106’da, yani henüz Anayasa değişikliği görüşmeleri Meclis’e gelmeden Ankara’da  , eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de özellikle AB ile ilgili kaygılarını dile getirdiği  bir toplantıda, bir çıkış denemesi yaptı: “Türkiye yol ayrımında, ya kaos, ya hukuk” gibi çok vurucu  bir ifade kullandı. ABD’de Trump’ın yönetime gelmesi ile cesaretleneceği umuldu. Peki, çıkışın devamı geldi mi? Pek gelmedi. TÜSİAD, 12 Ocak 2017’de  yapılan genel kurulunda, Anayasa değişiklik taslağına hiç değinmedi. Yeni yönetimde yer alacak “ağırlıklı” isim bile bulamadılar. Kulislere bakılırsa, herkes sahneye birbirini itiyor ama, öne çıkacak olan, Saray’ın şimşeklerini göze almaya yanaşmıyor, sonunda yönetim kadrosuna “A takımı” yerine, sinik bir  “B takımı” çıkarılıyor, sorumluluk savuşturulmuş görünüyordu.

Bu düşük profil tercihinin yansımalarını, TÜSİAD’ın medya ayağı Doğan Grubu’nun duruşundan okumak mümkün. Öyle görünüyor ki, büyük sermaye, rejime açıktan “Hayır” demek yerine , olacakları sırça köşkünden izlemeye,  birlikte hareket etmek yerine, her grup, rejimle  uyum yolunu bulmaya boyun eğmiş durumda.

Böylece, bir kez daha,  burjuvazinin laiklik karşıtı, hukuk tanımaz gerici güçlere karşı hukuk devleti için ön saflarda yer alması beklentisi, Türkiye’de işlemeyecek gibi duruyor. Bu boyun eğiş, ekonomik kriz derinleştikçe yaşanacak kayırmacılıklara ve Saray’ın uygun göreceği şirket-servet transferlerine de rıza göstermek aynı zamanda.

Önümüzdeki iki ay içinde TÜSİAD üyesi sermayedarlar, köprüden önceki son çıkışa gelindiğinin ayırdına varmaz ve hukuk devleti için  “Hayır” diyenlerle aynı safta buluşma  cesaretini göstermezler ise, sonradan başlarına gelecekler için kimseye şikayet etme hakları da kalmayacaktır.

 

Not indirimleri ile kriz derinleşir

Küresel alemin en ünlü 3 derecelendirme kuruluşundan 2’si Türkiye’nin notunu bir tık daha aşağı çekti ve böylece Türkiye, özellikle döviz yatırımcıları açısından uzak durulması gereken, yatırım yapılmaz ülke kümesine iyice itildi.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings’ten not indirimi beklenirken S&P, beklenmedik bir biçimde müşterilerini uyardı ve Türkiye’nin görünümünü negatif ilan etti. Fitch ise, Türkiye’nin uzun vadeli döviz  cinsinden kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin bir basamak altına indirdi. Not görünümünü durağanda bıraktı.

Böylece Türkiye’nin kredi notu diğer göstergeler ile birlikte değerlendirildiğinde 100 üstünden 43-44 dolayında. Bu, Tunus, Ermenistan, Rusya, Angola gibi ülkelerle aynı kümede bulunmak demek.

Türkiye’nin özellikle politik riskleri derecelendirme kuruluşlarının notunu belirliyor.

77

Fitch açıklamasında, “Siyasi ve güvenlik alanındaki gelişmeler ekonomik performansı ve kurumsal bağımsızlığı zayıflattı,” dedi ve “Tek adam rejimine” dönük adım, eğer başarılı olursa, Fitch’e göre, kontrol ve dengelerin zayıfladığı bir sistemi getirecek.

Not indirimi, Türkiye gibi ülkelere yönelik yatırımcı güveninin kırılgan olduğu bir dönemde, Türkiye’nin yabancı sermaye çekmeye çalışma çabalarını daha güçleştirecek. Türkiye, 35 milyar doları cari açık, 165 milyar doları 12 aydan kısa vadeli borç olmak üzere yıllık 200 milyar doları bulan para ihtiyacını finanse etmek zorunda. Bunun için de sıcak paraya, yani kısa vadeli sermaye girişlerine, dış borçlanmaya, doğrudan yabancı yatırıma ihtiyaç duyuyor.

Türk Lirası dolar karşısında, Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu geçen Eylül’de yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürmesinden bu yana değerinin dörtte birini kaybetti ve yabancı yatırımcılar söz konusu dönemde 3 milyar dolarlık devlet tahvili satarak uzaklaştı. Borsaya arada bir geliyor görünen yabancılar ise “Akbaba fonlar, vur-kaç amaçlı geliyor ve vurgunla çıkıyorlar. Not indirimi , doların fiyatını artırılan faizlere rağmen 3.80 basamağına yerleştirecek ve krizi derinleştirecek gibi görünüyor.

Written by Mustafa Sönmez