Kapitalizm, her şeyi metalaştırmak, en temel insani ihtiyaçlar üstünden bile para kazanmak ister. Bu, onun kâr etme ve sermaye biriktirme güdüsünden kaynaklanır. Kültür-sanat da buna dahildir. “Kültür endüstrileri”, (şimdilerde tanımı genişletilerek kreatif sektör deniyor), Türkiye’de de büyüyor. Artık medya, sinema, müzik, kitap, eğlence, spor vb. alanlarında faaliyet gösteren, her birinde oyuncudan yönetmene, ışıkçıdan grafikere, vokalistten gazeteciye, mimardan tasarımcıya yüzlerce ücretlinin istihdam edildiği firmalar, kompleksler var.
Kâr ve sermaye birikimi esaslı süreçler, her alana kendi kanunlarını taşır. Konu kültür-sanat üretmek olsa da… Sermaye sahibi ipleri elinde tutar, kendisine en yüksek getiriyi sağlayacak ürüne karar verir, sonra onu üretecek sanatçıları istihdam eder, işgüçlerini satın alır, ürünü istediği gibi üretmelerini ister. Sanatta ön planda olması beklenen estetik, yaratıcılık, ahlaki kaygılar arka plana atılır ve sanatçılardan, işgücünden, piyasa için tasarlanmış ürünü, en düşük maliyetle üretmeleri istenir.
Kapitalizm var oldukça, kültür-sanat alanını bu metalaşmanın, tüccarlaşmanın elinden kurtarmak mümkün değil. Harcıâlem hayal ürünleri, ‘soap opera’ diziler, gişe filmleri, sığ best-seller kitaplar… Bunlar, ‘kültür ürünü’ olarak piyasada hep olacaklar, biri tüketilmeden, diğeri yerini alacak. Dayanıksız tüketim malı olmalı, hızla tüketilip yenisi talep edilmelidir ki, sermayenin geri dönüşü uzamasın, kâr oranı düşmesin. Kapitalizm var oldukça, tersi olmaz, bu akıntıya karşı konulamaz.
***Peki, tüccarlaşmadan, kültür-sanat üretiminin hiç olmasa bir kısmını, meta üretiminin çarkına kaptırmadan, biraz olsun sanatçının özgürce üretmesini, yaratıcılığını ifade etmesini, estetiğin paranın önüne geçmesini sağlayacak alanlar açmak mümkün değil midir? Kısıtlı da olsa, (çok şükür!) böyle
“kurtarılmış bölgeleri” var kültür-sanatın. Metalaşmaya teslim olmayan sanatçılar, metalaşmaya kafa tutan atölyeler, galeriler, kitapevleri, yapımcılar, az da olsa var. Ve iyi ki de var. Nefes alanı açan vakıflar,
“kâr amacı gütmeyen” kurumlar, demokratların yönettiği belediyelerin kültür-sanat etkinlikleri var.
Bunlardan birine, 40 yılını geride bırakan
İKSV’ye, yani
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na özellikle yer vermek gerekir. 1973 yılında Dr.
Nejat F. Eczacıbaşı önderliğindeki 17 işadamı ve sanatsever tarafından kurulan vakfın birincil hedefi kültür ve sanat çalışmalarının en seçkin örneklerini sunmak ve aynı zamanda sanat yoluyla uluslararası bir platform oluşturarak Türkiye’nin ulusal, kültürel ve sanatsal değerlerini tanıtmaktı. Merhumu tanımış olanlar bilir; Nejat Bey, sonradan olma değil, gerçekten burjuvaydı. Görgüsüz, tefeci tüccar para babaları ona çok öykünür ama beceremezlerdi. Sosyal demokrat bir kimliği vardı. Kardeşi
Şakir Eczacıbaşı ise toplumcu kişiliği ile vakfa gerçek atılımları yaptıran isimdi. Bayrağı devralan
Bülent Eczacıbaşı ile eşi
Oya Eczacıbaşı da İKSV’nin yanına
İstanbul Modern gibi önemli bir eseri kattılar.
40. yıldönümünü kutlayan İKSV, İstanbul’u dünya kültür-sanat başkentleri arasında ön sıralara taşımak, kültür ve sanat yoluyla ulusal ve evrensel, geleneksel ve çağdaş değerler arasında sürekli ve kalıcı bir etkileşim sağlamak ve kültür politikalarının oluşturulmasında etkin rol oynamak amacıyla çalışıyor da çalışıyor… Bugün uluslararası ölçekte dört festival ve iki bienal düzenleyen bir kurum İKSV…
***Bu kadar
“kültür-sanat” üretimi parasız yapılmıyor elbette. Ama
“para için” de yapılmıyor. Hoşluk burada. Para için yapılmadığı gibi, etrafına epeyi ışık veriyor. İstihdam yaratıyor, katma değer üretiyor, vergi yaratıyor. Acaba ne kadar? Bunu da iş edinmiş vakıf ve araştırtmış. Türkiye’de bu alanda gerçekleştirilen ilk çalışma olan
İKSV Ekonomik Etki Araştırması, Dr.
Ş. Zeynep Ekşioğlu ve İKSV Kültür Politikaları ve Sosyal Sorumluluk Projeleri Yöneticisi
Özlem Ece tarafından hazırlanmış(*). Rapora göre; İKSV’nin 2011 yılında düzenlediği tüm etkinlikler için yaptığı harcamalar, etkinliklere katılan izleyiciler ve yabancı konukların bilet dışı harcamaları, genel ekonomide yaratılan
çarpan etkisi ile birlikte, ekonomiye yaklaşık 70 milyon TL’lik bir katkı sağladı. Bunun yanı sıra İKSV, aynı yıl aldığı 2 milyon TL’lik kamusal destekten çok daha fazlasını, 7 milyon TL’ye yakın tutarda vergi olarak kamuya geri ödedi. Raporda ayrıca Türkiye’de kültürel faaliyetlerin gelişimi ve ekonomik getirisinin sağlanması için kamu tarafından uygulanması önerilen temel politikalar da sunuluyor. Bu tür etki araştırmalarına, diğer yarı-kamusal kuruluşların, vakıfların da ihtiyacı olduğu çok açık.
(*) http://cdn.iksv.org/media/content/files/IKSV_Ekonomik_Etki_Arastirmasi.pdf