“Çözüm” dediler, şiddet bütçesini artırdılar
Kimyasal lakaplı İçişleri Bakanı Muammer Güler,Mardin’de konuşuyordu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ilave bir karakol yapımı…
Türkiye’de 1980’lerden, eski başbakan ve cumhurbaşkanlarından Turgut Özal döneminde başlayan ve bugünlere kadar süren bir “Arap sermayesi efsanesi” hiç gündemden düşmedi, düşmüyor. Yine Özal ile başlayan ve Recep Tayyip Erdoğan ile devam eden muhafazakârlaşma-İslamlaşma gayretlerinin adeta tamamlayıcısıdır Arap sermayesi.
Arap sermayesi derken kastedilen Körfez ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’dir. Bu ülke grubu kaynaklı yatırımlar, bu ülke yurttaşlarının gayrimenkul alımları vb. bire bin katılarak aktarıldığı gibi bu ülke grubu, Batı kapitalizmine alternatif bir tür “koz yatırımcı” gibi gösterilir.
Bunun son örneği, doların hızla yükseldiği ve ağırlıkla Batı kökenli olduğu bilinen sıcak paranın Türkiye’den çıkışı ve uzak durmasının söz konusu olduğu son aylarda yaşanıyor. Yabancı yatırımcı çıktıkça ya da eski iştahla gelmedikçe ve içeride, özellikle 213 milyar dolar döviz açığı olan borçlu firmaların dolara atağı arttıkça, yükselen doların ateşini düşürecek ilaç olarak “Arap sermayesi” söylemi kullanılıyor.
Örneğin, hükümetin yarı-resmi yayın organı olarak bilinen Sabah, 14 Ocak’ta şu manşeti atıyordu: “Türkiye’ye 120 milyar dolar geliyor!” Türkiye’ye 50 küsur yılın sonunda birikmiş olarak ancak 140 milyar dolar yabancı sermaye geldiği hatırlandığında, tamamen asparagas olduğu her halinden anlaşılan bu haber şöyleydi: “ Türkiye, yabancı yatırımcının radarına girdi. Abu Dhabi Investment Group’un 100 milyar dolarlık yatırım açıklamasının ardından, National Standard Finance da 20 milyar dolarlık yatırım için düğmeye bastı. Abu Dhabi Investment Grup Başkanı Zayed Bin Aweidha, ‘Yatırımlar ile kurdaki yükselişin önüne geçilebilir. Buradan kaynaklı olumsuz etkiler de bu yatırımlarla tamir edilebilir’ dedi.”
Sadece dolardaki hızlı yükselişin panzehri olarak değil, Nisan ayında halkoyuna sunulacak başkanlık rejimi ile birlikte Batı dünyası, özellikle de AB ile ekonomik ilişkilerin, sermaye girişinin zayıflaması halinde bunu ikame edecek aktörün Arap sermayesi olacağı savı havalarda uçuşmakta. Oysa Türkiye’nin bugüne kadar yabancı sermaye ile olan deneyimi ve bizzat Körfez ülkelerinin mevcut durumları, bu savların birer efsane olduğunu ve büyük abartı içerdiğini göstermekte.
Öncelikle hatırlatmak gerekir ki gelirleri ağırlıkla petrole dayanan Körfez ülkeleri, son yıllarda dibe vuran petrol fiyatları ile birlikte döviz fazlası olan ülke niteliklerinden çok şey yitirdiler ve cari açık vermeye başladılar. Örneğin Suudi Arabistan’ın 2015’te 53 milyar doları bulan cari açığı, yani döviz açığı, 2016’da da 42 milyar dolara ulaştı. Katar bile 2016’da 2 milyar dolar cari açık verdi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin 2015’te 12 milyar dolar olan cari fazlası 4 milyar dolara indi. Keza, Kuveyt de 2016’da ancak 4 milyar dolar cari fazla verdi. Bu durum, Körfez ülkelerinin dışarıya yatırıma yöneltilecek kaynaklarında bir daralma anlamına geliyor.
Dahası, bu ülkelerin yurt dışına bugüne kadar yaptıkları yatırımlar içinde Türkiye’nin payı, “efsane söylem”i hemen ortaya seriyor. Körfez ülkeleri içinde yurt dışı yatırımı en yüksek olanı, 94 milyar dolar ile BAE ve 73 milyar dolar ile Kuveyt. Bu ülkelerden ilkinin Türkiye’deki doğrudan yatırım tutarı 4 milyar dolar, Kuveyt’inki ise 1,5 milyar dolar. Suudi Arabistan yurt dışına yaptığı 43 milyar dolarlık yatırımdan sadece 2 milyar dolarını Türkiye’ye yaparken Katar’ın 52 milyar dolarlık yatırımının da 1,2 milyar doları Türkiye’de. Özetle, bu 4 ülkenin 262 milyar dolarlık doğrudan dış yatırımlarının ancak yüzde 3,8’ i Türkiye’de.
Bir de Türkiye optiğinden görüntü verelim. Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye’de 2015 sonunda 140 milyar dolarlık birikime ulaşan yabancı doğrudan yatırımların yüzde 75’i Avrupa ülkelerine, yüzde 9’u ABD’ye, yüzde 5’i Rusya’ya ait iken Körfez ülkelerinin payı yüzde 7’den ibaret.
Körfez ülkelerinin doğrudan yatırımlarında sanayi yerine ağırlıkla finans sektörüne yatırımları öne çıkmakta. Bu kesimin “faizsiz bankacılık” diye de adlandırılan katılım bankacılığı sektörüne yatırıma öncelik verdikleri gözleniyor. Al Baraka Türk, Kuveyt Türk, Türkiye Finans, Körfez ülkelerinin doğrudan yatırımlarında başı çeken finans yatırımları.
Doğrudan yatırım kapsamına gayrimenkul alımları da girmektedir. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü verileri, yabancılara satılan konutların yüzde 20 ile yüzde 25 arasındaki kısmının Körfez ülke vatandaşlarına, özellikle de Suudi Arabistan ve Kuveyt kökenlilere ait olduğunu bildirmektedir. Örneğin 2015’te gerçekleşen 23 bin dolayındaki konut satışının 5 bin dolayında bir kısmı Körfez ülke vatandaşlarına yapılmıştır. Yabancılara satış 2016’da 18 bin dolayına düştü ve Körfez ülkeleri yurttaşları satışlardan yine 4 bin dolayında pay aldılar.
Efsanenin “doğrudan yatırım” cephesi böyle iken, kredi ve devlet kâğıtlarına yabancı yatırımı cephesinde de durum pek farklı değil. Yine Merkez Bankası verilerine göre, yabancıların devlet kâğıtlarına yaptıkları yatırımlar 2016’da 30 milyar dolar dolayında ve bunun yüzde 70’den fazlası Avrupa kökenli yatırımcılara, yüzde 20’si ABD kökenlilere, ancak yüzde 10’u Asya kökenlilere ait. Körfez ülkelerinin ise bu toplamdaki paylarının yüzde 5 dolayında olduğu tahmin ediliyor.
Türkiye’ye doğrudan yatırım ve portföy türü yatırımda Körfez ülkelerinin payı yüzde 5-7 arası değişirken uzun vadeli kredi temini cephesinde durum ne? Yine Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin 2016 sonuna doğru özel sektörce dışarıdan sağlanan uzun vadeli kredilerin tutarı 206 milyar doları bulurken, bu kaynağın yüzde 56’sının Avrupa kökenli finans kuruluşlarından, yüzde 12’sinin ise ABD kökenli bankalardan sağlandığı görülüyor. Uzun vadeli kredi temininde Körfez ülkeleri kaynaklı finans kuruluşlarından 16 milyar dolar sağlanmış. Bu, toplamda yüzde 8’lik bir pay anlamına geliyor. Bunlar arasında da ana finansör olarak Bahreyn finans kuruluşları ön planda.
Özetlemek gerekirse, çoğu petrol üreticisi olan Körfez ülkeleri ya da popüler dille Arap sermayesinin Türkiye’nin kullandığı dış kaynaklar içindeki payı, hem doğrudan yabancı yatırım, hem portföy ve kredi yatırım kulvarlarında toplamda yüzde 5 ile 7 arasındadır. Türkiye, özellikle 2003 sonrası yılda ortalama 40 milyar dolara ulaşan dış kaynak kullanımını Avrupa ağırlıklı kuruluşlardan sağladı. ABD ikinci sırada gelirken Körfez ülkeleri yüzde 5-7 payları ile çok tali yatırımcı durumunda. Kimi kamufle, kayıt dışı vb. yatırım senaryolarını ciddiye alsak bile, tutarın yüzde 10’u geçmeyeceği söylenebilir. Türkiye’nin dış kaynak ihtiyacının ulaştığı boyutlar dikkate alındığında ve Körfez ülkelerinin dış yatırım düzeyleri ile bugüne kadar Türkiye’de deneyimledikleri düzey dikkate alındığında ise Batı sermayesini ikame edecek özellik ve nicelikte olmadıkları rahatlıkla söylenebilir.