ÖZET: 

Türkiye ekonomisine, hatta siyasetine uzun yıllar yön veren ancak AKP devrinde sesi kısılan TÜSİAD, TL’de hızlı değer kaybına neden olan risk artışını ve yatırımdan caydıran ortamı eleştirerek “Türkiye yol ayrımında. Ya kaos, ya hukuk” uyarısında bulundu.

AUTHOR Mustafa Sonmez 

Türkiye ekonomisi, ABD’deki seçim sonuçlarından ve FED’in aralık ayında faiz artırma ihtimalinin artmasından etkilenerek önemli bir türbülansa girdi. En önemli gösterge ise TL’nin dolar karşısında hızlı değer erozyonu.

Türk Lirası’nın dolar karşısındaki değer kaybı, diğer yükselen ülkelerin yerel paralarının kayıplarının çok ötesine geçmiş ve sürekli erozyon halinde. Son bir ayda dolara karşı en hızlı değer kaybını yaşayan para birimleri Meksika Pezosu ile Türk Lirası. Yükselen ülkelerin en risklisi Brezilya’nın para birimi Real, TL’den sonra en çok değer kaybeden yerel para oldu. Riskte Türkiye ile yarışan Güney Afrika Randı ile öteki kırılgan ülke paralarından Rus Rublesi ve Endonezya Rupiahı da değer kaybetmekle birlikte kayıpları TL kadar olmadı.

Türkiye’de dolardaki yüksek artış, en çok borçlu özel firmaları ilgilendiriyor ve yaratacağı büyük tahribattan endişe ediliyor. Merkez Bankası, banka dışı özel firmaların döviz varlıkları ile döviz yükümlülüklerini yakından izliyor ve döviz açıklarını her ay yayımlıyor. Örneğin, 2016 ağustos ayı verisine göre, özel firmaların döviz yükümlülükleri 311 milyar doları bulurken, döviz varlıkları, yani dışarıdaki mevduatları, yatırımları, alacakları 100 milyar dolar dolayında. Bu, net olarak 211 milyar dolarlık bir döviz borcu demek.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu “çöp” seviyesine indirmelerinden önce 1 doların fiyatı 2.96 TL iken, geçen bir buçuk ayda, özellikle de ABD seçimlerinin ardından hızla yükseldi ve 3.40 TL’yi gördü. Bu durumda, dönemin başında 211 milyar dolarlık net döviz borcunun karşılığı 622 milyar TL iken, doların 3,40 TL’yi görmesi ile borcun TL karşılığı 717 milyar TL’ye ulaştı. Bu, 95 milyar TL’lik bir kur zararı anlamına geliyor. Dolar cinsinden ifade edildiğinde borçlu şirketlere bir buçuk ayda çıkan, neredeyse 25 milyar dolarlık bir fatura. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Koç Grubu’na ait Tüpraş Rafinerisi’nin piyasa değerinin 5 milyar dolar olduğu anımsandığında, sadece net döviz açığı üstünden uğranılan zararın beş Tüpraş varlığı olduğu sonucuna varılabilir ve hasarın anlamı daha iyi anlaşılabilir.

Ekonomik türbülans bitmiş değil ve Türkiye’nin risk primi sürekli yükseliyor. Örneğin, geçen hafta biterken yükselen ülkeler içinde en riskli Brezilya’nın CDS primi 310’a çıkmışken Türkiye’ninki 296’yı görmüştü ve ikinci sıradaydı. Oysa, ABD seçimleri öncesi bu prim 250’lerdeydi.

Peki bütün bu olan bitenleri AKP hükümeti nasıl karşılıyor? Söz birliği edilmişçesine konulan teşhis şu: Dünyada ABD seçimi sonrası tüm yükselen ülkelerden sermaye çıkıyor ve yerel paralar değer kaybediyor; Türkiye’ye özgü değil bu durum. Ancak, cevabı verilmeyen soru şu: Tüm yükselenlerin etkilendiği doğru da neden Türk Lirası daha çok değer kaybediyor? Türkiye için daha endişe verici bir durum mu söz konusu?

Türkiye ekonomisindeki kırılganlıkla yüzleşmeye yatkın olmayan iktidar, üçüncü çeyrekteki gerilemeyi istisnai görürken ekonominin toparlanacağını, yatırımların artacağını, cari açığın büyümeyeceğini iddia ediyor. Ama dış kaynağa bu ölçüde bağımlılık söz konusu iken ve dış kaynak çıkma eğilimindeyken bunlar nasıl gerçekleşecek? Hele ki sermayeyi daha çok ürkütecek AB ile ilişkileri koparmak, Şanghay Beşlisi’ne katılmak gibi serüvenci söylemler ulu orta ifade edilirken…

Tüm bunlara iş dünyası örgütleri nasıl tepki veriyorlar? 1970’lerden AKP’nin iktidar olduğu 2002’ye kadar Türkiye’de ekonominin rotasını belirleyen ana baskı gücü, kısa adı TÜSİAD olan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği idi. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Borusan, Anadolu Endüstri, Akkök, Tekfen, Boyner gibi holdingler, Türkiye ekonomisinde katma değerin yüzde 50’sini, dış ticaretin yüzde 80’ini kontrol eden gruplar olarak TÜSİAD’da örgütlüler ve gelişmelere karşı son derece hassaslar.

Büyük patronlar kulübü, öteden beri ihtiyaçlarına göre merkez sağı da merkez solu da destekler, özellikle örgütün önemli bileşenlerinden Doğan Grubu’nun medya gücü, bu yönde kamuoyu oluştururdu. TÜSİAD, küreselleşmenin, dünya ekonomisi ile bütünleşmenin öncülüğünü yaparken, Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin Türkiye’nin çıpası olduğunu da savunageldi.

Peki radikal İslam konusunda tutumu neydi TÜSİAD’ın? AKP’nin öncülü, Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu siyasi İslam partilerine hep mesafeli duran TÜSİAD, Erbakan’dan ayrılan Erdoğan ile Gül’ün inşa ettikleri AKP’yi de kurulurken ihtiyatlı karşıladı, ama 2002 seçimlerine giderken 2001 krizinin öğüttüğü merkez sağ ve kısmen merkez soldan bir alternatif yaratamadı. AKP 2001 krizinin mağduru kızgın kitlelerin oylarını da alarak tek başına iktidara gelince ona mahkûm kaldılar.

Kuruluş yıllarında hem IMF hem AB ile iyi ilişkiler içinde olan, 2001 krizi sonrası IMF eliyle onarılan ekonomiyi IMF’yi bile şaşırtacak kadar neo-liberal prensipler ile yöneten, özelleştirmeleri son hız uygulayan AKP’ye, hem iç hem dış rüzgarlar büyük destek verdi. Bu rüzgarlarla ekonomide yıllık yüzde 7 büyüme performansı tutturulunca TÜSİAD’ın AKP’ye bakışı da yumuşadı. Her ne kadar AKP kendi burjuvazisini yaratmak üzere Erbakan döneminde kurulan Müstakil (bunu Müslüman diye okuyanlar baskındır) İşadamları Derneği MÜSİAD’ı kayırsa ve TÜSİAD sermayesine karşı yeni organik sermayedarlarını yaratsa da TÜSİAD ülkedeki sol liberaller hatta bir kısım Kürt siyaseti mensupları gibi AKP’yi “muhafazakar, reformcu iktidar” görmeye meyletti.

Erdoğan TÜSİAD’ın AKP’ye, özellikle de 2011 sonrası belirginlik kazanan otoriterleşmeye, dönük eleştirilerini ise sert çıkışlarla bastırdı. Medyadaki eleştiriler Doğan Grubu’na uygulanan vergi cezaları ile sindirildi. AKP, yargı ve yasama güçlerini de iyice kontrol altına aldıkça TÜSİAD’ın sesi kısılıyor, iş dünyası vergi sopası ya da başka ekonomik yaptırımlarla tehdit ediliyordu. TÜSİAD arada bir sesini yükseltmek istedikçe yeni tehditlerle, mesela 1997’deki 28 Şubat darbesinin ortağı olmakla suçlanıyordu.

Peki 2016’nın sert sonbahar şartlarında TÜSİAD ne yapacaktı? Rejimin başkanlık sevdasıyla artan risklere, ekonomideki kötü gidişattan kendi payına düşene ne karşılık verecekti? TÜSİAD’ın, bilhassa da ABD’deki seçimle iş dünyasının sızlanmalarına daha duyarlı olduğu söylenen Trump sonrası, rejime karşı eleştiriler yöneltmesi, hukuka daveti söz konusu olacak mıydı? Bu, geçtiğimiz hafta yaşandı. TÜSİAD, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün özellikle AB ile ilgili kaygılarını dile getirdiği toplantıda önemli bir çıkış yaptı. “Türkiye yol ayrımında. Ya kaos ya hukuk” gibi çok vurucu bir ifade kullandı. İzleyen gün, TÜSİAD Başkanı bir başka toplantıda, “Endişeliyiz” deyince Hükümet adına ekonomiden sorumlu Mehmet Şimşek’ten örtülü bir ikaz aldı: “Panik yaratmayın”

Öyle görünüyor ki Trump ile birlikte Orta Doğu’da ve Türkiye’de dengeler yeniden şekillenecek. İşadamları örgütü TÜSİAD, işadamı Trump’tan cesaret bulup endişelerini daha yüksek sesle anlatacak gibi.

http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2016/11/turkey-top-business-group-warns-government.html

 

 

Written by Mustafa Sönmez