Mustafa Sönmez

12.07.2010, Pazartesi
İhracatçı örgütlerinin, MÜSİAD’ın, arkalarına Bakan Zafer Çağlayan’ı alarak başlattıkları “aşırı değerli kur” ya da ucuz kurdan değersizleştirilmiş kura yönelme talebi, bunun için de Merkez Bankası’na “mahalle baskısı” uygulama çabası, birkaç nedenle beyhude bir çaba kalmaya adaydır. Neden, kur politikasının tek başına değiştirilebilir bir politika aracı olmamasıyla ilgilidir. Kur, faiz,dış ticaret, borçlanma, belli bir paradigmanın bir birini tamamlayan ögeleridir. Biri, diğerinin parçasıdır. Taşlardan birini çekerseniz diğerleri de çöker. Asyalılaşma adını verdiğimiz, ucuz emeğe dayalı ihracata dayalı tedarikçi sanayicilik modelinde, aşırı değerli kura 4 yandan mahkumiyet söz konusudur. Bunları sıralayalım:

1- Aşırı değerli kur, tek haneli enflasyon hedefinin önemli bir aracıdır ve uzun süre IMF telkini ile Merkez Bankası tarafından savunulmaktadır. Aşırı değerli kur ile kolaylaşan ithalat, iç fiyatları terbiye etmekte, bu da fiyat istikrarını sağlamaya yaramaktadır. Dolayısıyla, ana amacını fiyat istikrarı , enflasyonla mücadele olarak tanımlayan Merkez Bankası, bu hedefi için düşük kur politikasının savunucusudur.

2- Asyalılaşma modeli birikim, yabancı dış kaynak girişi ile mümkün olmakta, özellikle borsaya, devlet kağıtlarına gelen sıcak para girişi ile çarklar dönmektedir. Sıcak para için de “yüksek faiz-düşük kur” makası bozulmamalıdır. Sıcak para girişinin aksamaması ve sıcak paranın ani çıkışlar yapmaması, kuru düşük tutmaktan geçmektedir.

3- Yıllık tutarı 100 milyar doları aşan Türkiye ihracatının neredeyse tamamı sanayi ürün ihracıdır. Ancak otomobilden beyaz eşyaya, konfeksiyondan demir-çeliğe bu sanayi ürünlerinin üretiminde yüzde 60’ların üzerinde ithal girdi kullanılmaktadır. Yıllardır düşük tutulan kur, bu ürünlerin üretiminde ithal girdi oranının yükselmesiyle sonuçlanmıştır.Bugün konfeksiyonda bile kullanılan kumaş, iplik, fermumar,düğme ithal yoluyla elde edilmektedir. İçeride ihracatçı sanayici için ucuz kur ile yapılmış bu ithalat ona güya rekabet gücü kazandırmıştır. Oysa bu yıkıcı ithalat, bu girdileri içeride üreten birçok firmanın çökmesine, çalışanların da işsiz kalmasına neden olmuştur. Yine de bugünkü realite şudur: İhracatçı sanayici, girdisini ağırlıkla ithalatla karşılamaktadır ve TL’nin değer yitirmesi, ithalatını pahalılaştıracak, hemen de içeriden ikame imkanı bulamayacak, üretim maliyetleri yükseldiği için rekabet gücü kaybedecektir. Yıldan yıla artan bu bağımlılık nedeniyle de kimse kura dokunmaya, TL’nin değerini indirmeye yanaşmamaktadır.

4- Ucuz kur politikası, dış kredi kullanımını da kamçılamıştır. Özellikle dünyada likidite bolluğu yaşanan küresel kriz öncesi yıllarda Türk özel sektörü, hem bu bolluktan nasiplenmek hem de kurun düşük seyrini değerlendirmek üzere hızla dışarıdan borçlandı.


Kaynak:Hazine Müsteşarlığı

AKP’nin ilk iktidar yılı olan 2003 sonunda 49 milyar dolar olan özel sektör borçları hızla katlandı ve 2008’de, yani kriz patlamadan önce 185 milyar dolara kadar çıktı. Bu süre içinde , mali disiplin uygulayarak IMF borçları ödendiği için, kamu borçları 90 milyar dolar dolaylarında kaldı. 2003’te özel borçların, toplam dış borçta payı üçte bir oranındaydı. 2008 sonunda ise 277 milyar doları bulan dış borçların yüzde 67’si, yani üçte ikisi özel firmaların, özel bankalarındı. 2009 ile birlikte dışarıdan yeniden borçlanmak zorlaştığı gibi, taksiti gelen borçlar ödenmeye başladığı için, dış borç stoku 2009 sonunda 268 milyar dolar, 2010’un ilk çeyreği sonunda da 266,6 milyar olarak gerçekleşmiş durumda. Bu, 2009 sonu itibariyle milli gelirin yüzde 43’ünün üstünde bir borç demek. Bu borç yükünün döviz kuru ile olan ilişkisine gelince…Tabi ki, kur yukarı doğru seyrettiği taktirde, borçluların TL karşılığı borçları artacak ve maliyet hesapları alt üst olacak. İşte, kuru düşük tutmada önemli bir etken de özel sektörün bu borç yükünün ağırlığı ve kur artışı ile ezici maliyetlere katlanmak zorunda kalınması…

Sıcak para girişine bağımlılık, ithalata bağımlılık, dış borç yükü altında iki büklüm haller, düşük kur politikasını mecburi istikamet haline getiriyor işte…

Written by Mustafa Sönmez