CHP’ye tarihi fırsat: Genelde ve yerelde ne yapmalı?
31 Mart 2024 seçimleri, 10 ay önce tecelli etmesi gereken sonuçların gecikmiş tezahürüdür. Bu gecikmenin…
Merkezi iktidarı 17 yılı, iki büyük metropol İstanbul ve Ankara’daki iktidarı 25 yılı bulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden önemli bir kayıpla çıktı. Hazmedilmesi ve kabullenilmesi zor bir mağlubiyet… Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi arenaya belediye başkanı olarak çıkıp yükseldiği İstanbul’un kaybı iktidar için büyük moral çöküntüsü kaynağı.
Ekonominin başkenti İstanbul’un yanında başkent Ankara’da yerel iktidarın kaybı AKP için yenilgiyi daha da ağırlaştırdı. Bunların üstüne zaten bir türlü elde edemediği üçüncü büyük metropol İzmir’de yine ağır bir yenilgi almak, turizmin başkenti Antalya’yı kaybetmek yenilgiyi katmerledi. Çukurova bölgesinin iki büyük ili Adana ve Mersin’de yenilmek, ayrı hüzündü iktidar için.
Özünde Türkiye’de merkezi iktidar ile yerelin güç dengesi göz önüne getirildiğinde yereldeki hâkimiyetin ana muhalefete geçmesi fazla önemsenmeyebilir. Erdoğan adım adım inşa ettiği cumhurbaşkanlığı sistemi ile yetkileri merkezde, hatta sadece kendisinde toplayan bir devlet biçimiyle ülkeyi yönetiyor. Bu sistemde yerel yönetimler yetki ve parasal kaynaklar bakımından iyice güdükleştirilmiş durumda.
Bazı göstergeler verelim: Türkiye’de 4,3 milyonluk kamu istihdamında yerel yönetimlerin payı yüzde 12’dir. Yerel yönetimlerin gelirleri, yerelden alınan vergilerden çok, yüzde 60 oranında merkezi bütçeden aktarılan vergilere bağımlı. Merkezi bütçenin gelirleri milli gelirin yüzde 31’ine ulaşırken merkezi bütçeden yüzde 60 oranında kaynak kullanan yerel yönetimlerin gelirleri, milli gelirin yüzde 5’inde kalıyor. Dolayısıyla, yerel iktidarın kaynak ve harcama yönünden payı bir hayli sınırlı. Ama yine de yerel iktidardan, özellikle büyük illerin yönetiminden mahrum kalmak, AKP açısından bir kolundan mahrum kalmak gibi. Hele ki kaybedilen illerin ana ekonomik merkezler olduğu anımsandığında…
İstanbul 2017’de tek başına Türkiye milli gelirinin yüzde 31’ini üretti. Başkent Ankara ikinci metropol olarak ulusal gelirde yüzde 9, üçüncü büyük metropol İzmir ise yüzde 6 pay sahibi. Buna milli gelirdeki payı yüzde 3’ü geçen turizmin başkenti Antalya da eklendiğinde bu dörtlü, ülke milli gelirinde neredeyse yüzde 50 paya sahip. Adana, Mersin, Aydın, Muğla gibi öteki büyük ticaret, tarım ve turizm merkezleri eklendiğinde oran yüzde 60’lara ulaşıyor. Özetle CHP, ülke gelirinin yarısını üreten dört metropolde yerel iktidar. Bu hakimiyet, toplamda kazandığı 21 irili ufaklı il ile birlikte milli gelirin yüzde 62’sini buluyor.
Tahmin edileceği gibi, milli gelirdeki payları bu büyüklükte olan illerde kişi başına gelir de Türkiye ortalamasının üstünde. Örneğin 2017’de Türkiye’de kişi başına düşen gelir 10 bin dolar dolayında iken bu, İstanbul için 18 bin dolar, Ankara için 14 bin dolar, İzmir için 12 bin dolar dolayında. Yerel iktidarı AKP’de kalan illerde ise kişi başına gelir Türkiye ortalamasının çok altında. Seçimlerde sekiz ilin yerel iktidarını alan Kürt siyasetinin temsil edildiği Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kazandığı yoksul Doğu, Güneydoğu illerinin ülke milli gelirindeki payı yüzde 3’te kalırken, kişi başına geliri de 5 bin dolar ile ülke ortalamasının ancak yarısı dolayında.
AKP 17 yıllık merkezi iktidarında başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ekonomisi güçlü kentlerin yerel iktidarını da elinde tuttuğu için “merkez ve yerelin sinerjisi”nden alabildiğine yararlandı. AKP rejimine, özellikle İstanbul’un yüksek kent rantını kullanmada, yerelde iktidar olmak büyük kolaylık sağladı. İstanbul üstünden hem AKP merkezi politikalarını, özellikle inşaata odaklı, iç talebe dönük büyüme politikalarını yaşama geçirerek seçmen sayısını artırdıkça artırdı.
Metropollerde, özellikle İstanbul’da yerel iktidarın kaybedilmesi, AKP açısından büyük kent rantına, bugüne kadar yapıldığı gibi hükmetmekten mahrumiyettir aynı zamanda. Refah Partisi dönemiyle birlikte yerel yönetime hâkimiyeti 25 yıla ulaşan AKP, özellikle betona çevirdiği, siluetini, tarihi ve kültürel varlıklarını tahrip ettiği İstanbul’un kent rantını dilediği gibi kullandı. İmarla ilgili taleplerini yerel yönetime kolayca kabul ettiren AKP, rantı paylaşmada da özellikle kendisine yakın ve AKP’nin içinden girişimcileri kayırdı, önemli sermaye birikimleri sağladı.
Yerel seçimlerin kaybından sonra AKP’nin metropollerde mahrum kalacağı hegemonya, inşaata dayalı birikim düzeneğinin, onun parti aygıtına getirdiği katkıların, kadro, militan finanse etme imkânlarının da azalması demek. Şimdi bu yerel iktidardan yoksun kalmak, zaten kriz ile boğuşan AKP iktidarını önemli bir destekten mahrum bırakacak. Az hayıflanacak şeyler değildir bunlar. Özellikle de bu nedenle, İstanbul’u CHP’nin aldığı ve 20 bin gibi itirazlarla kapanması mümkün görünmeyen bir oy farkının olduğu Yüksek Seçim Kurulu tarafından da kabul edildiği halde, AKP seçim sonucuna ayak diretiyor ve itirazlarla Ekrem İmamoğlu’nun başkanlığını tescil eden mazbatayı almasını geciktirmeye kalkışıyor.
Seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan metropolleri, hele de İstanbul’u kaybetmenin yıkım olacağını biliyordu. Erdoğan, AKP’ye oy vermeyenlerin merkezden yönlendirilen kaynaklardan mahrum kalacağını söyleyerek tehditler savurmaktan geri durmadı. Seçim sonrasında da CHP’nin kazandığı metropollere Saray’ın kaynak, icraat engeli çıkaracağı daha ilk günden yazılıp konuşulmaya başlandı. Bunlar aslında pek değerli argümanlar değil. Çünkü mal ve hizmet üretiminin, yani milli gelirin üretildiği metropollere gerekli kamu kaynakları aktarılmaz, yatırımlar yapılmaz ise bundan öncelikle ülke gayri safi hasılası zarar görür, ekonomi büyümez, istihdam artmaz ve bundan yerel iktidar değil, merkezi yönetim sorumlu tutulur.
Türkiye’de artık yerelde yüzde 30 oy almasına karşın kazandığı ekonomi merkezleri ile yükselen ana muhalefet CHP’nin, merkezde ise inişe geçen AKP’nin olduğu bir “ikili iktidar” geçerlidir. AKP uzun yıllardır alışık olduğu yerelin sinerjisinden artık mahrumdur.
Bu ikili iktidar halinin bir kriz konjonktüründe yaşanacağı, resmin en önemli parçası. Türkiye bir büyüme konjonktüründen geçiyor olsaydı yerelde CHP, büyümenin dışsal ekonomisinden de faydalanabilirdi. Ama şimdi Türkiye, 2018’in ikinci yarısında ekonomide küçülmenin başladığı ve tahminen 2019 ile 2020’nin de pek parlak olmayacağı bir dönemden geçiyor. Yatırımların askıya alındığı, merkezdeki vergilerin, dolayısıyla oradan yerele ayrılacak payların azaldığı bu konjonktürde bir de devralınan belediyelerin ağır borç mirası söz konusu. CHP’li başkanların işleri hiç kolay olmayacak.
Yine de CHP, iktidarı hiçbir şekilde paylaşmak istemeyen otoriter AKP rejiminden büyük kent yerel yönetimleri söke söke almış bulunuyor. Bu, demokrasi mücadelesi açısından ana muhalefete büyük bir moral kazandıracaktır. Ayrıca, yolcu taşımasından su, doğal gaz tedarikine, imar izinlerinden çeşitli kent düzenlemelerinin yetki ve sorumluluklarına sahip olan büyük kent belediyeleri önemli bir mevzidir. Ana muhalefet bu mevziiyi, gelecekte inşa etmek istediği Türkiye’nin model alanı olarak kullanıp bunu seçmene gösterirse, merkezi iktidarı kazanmada da önemli bir şans yakalamış olacaktır.