AKP- Cemaat: Ya kavga etmeselerdi ?
İpek-Koza operasyonu ile birlikte şiddet dozu iyice artan AKP- Cemaat tepişmesini izlerken, meseleyi basın, ifade…
Bugünlerde sabah-akşam duyduğumuz sözcüklerden bir demetle başlayalım; Resmî belgede sahtecilik, özel belgede sahtecilik, ihaleye fesat karıştırma, ticarî sır niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması, banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması, rüşvet, zimmet, irtikâp, denetim görevinin ihmali, görevi kötüye kullanma, göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama…
Tümü “yolsuzluk” başlığı altına giren bu suç türleri, neredeyse “devlet” kadar eski. İstanbul Arkeoloji Müzesinde M.Ö. 4000 yıllarına ait “Sümer Okul Günleri” adlı bir Sümer tableti var. Rüşvetin ilk belgesi sayılıyor. Sümerolog Veysel Donbaz’ın çözdüğü 2300 yıl önce Brahman Başbakanının yolsuzluğun 40 yolunu saydığı bir tablet bu. Eski Çin’de rüşvet öylesine yaygınmış ki, çareyi maaşlara eklenen “yang-lien” adlı “bahşiş”te bulmuşlar.
Dante’nin eserlerinde , yedi yüz yıl önce, rüşvetçiler cehennemin en derinindedir, Shakespeare, oyunlarında yolsuzluğa yer vermeden edemez. Resmi tarih, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hazırlayan önemli nedenlerin başında “rüşvet”i sayarken pek de haksız sayılmaz…(*)
EMEKTEN ÇALMA
Devlet kadar eski yolsuzlukta, çalınıp çırpılanlar, kayırmalar, hep, “Devletin soyulması” , “Hazine’nin yağmalanması” olarak adlandırılır. Devletle başı hoş olmayanlar ise buna sadece omuz silkerler.”Devletin malı deniz, yemeyen domuz” lafı, biraz da buradan türemiş olmalı. Oysa “devletten çalınan”, aslında Sümer, eski Mısır, Roma zamanında “köle emeğinden”; ortaçağın feodal devletinde “köylü serften”, Osmanlı’da “köylü emeği”nden çalınandır ve nihayet Türkiye kapitalizminde sayıları 16 milyonu aşan işçinin ürettiği “artı-değer”den, emekten çalınandır.
Yolsuzlukla çalınanın özü, karşılığı ödenmemiş emektir, yani ücretlilerin ürettiği değerden, “ücret”ten arta kalan, kâr, rant,faiz olarak sermayedar ile paylaşılırken bir kısmı da “vergi” olarak sistemi işletmesi için devlete gider. Dolayısıyla “vergi”nin kaynağı da artık-değerdir. Bu verginin belli kısımları , yolsuzlukla belli sermayedarlar lehine kullanılır. Örneğin devlet için mal ve hizmet almada bir firmaya ayrıcalık tanınırken, firma lehine ortaya çıkan avantajın bir kısmı rüşvet olarak da bürokrata, siyasetçiye ödenir. Paylaşılan, vergi olarak Maliye’ye giden artık-değerdir.
TRANSFER…
Devletin bir yatırımı, bir firmayı kayırarak hem de rayiç bedelin üstünde ona yaptırması, yine kaynağı artık-değer olan verginin, o firmaya aktarılma biçimidir, alınan rüşvet de , yine artıktan bürokrata düşen parçadır.
İmar yolsuzlukları sırasında paylaşılanlar, kayırılan firmaya sağlanan kazançlar ise, tüm yurttaşlara ait olan kent arsası rantının belli firmalara tahsisidir. İmara açılan kamu arsaları, tüm kentlileri ilgilendiren imar planları, tüm kentlilere ait kent rantlarının, onlardan çalınarak bu arsalar üzerine bina dikenlere aktarılmış parçasıdır aslında.
Hele ki, orman, mera, su havzalarını imara açma ve ondan belli firmaların yararlanmasını sağlama, yine toplumsal zenginliğin karşılıksız aktarılması, karşılığında da rüşvet adı altında ondan pay almaktır.
Özelleştirmeler, bir başka tür artık-değerin aktarılma biçimidir. Satılan kamu kuruluşları, kamu fabrikaları, santrallar, kamu binaları, kamu arsaları, son tahlilde öncelikle kaynağı artık-değer olan vergilerle inşa edildiler. Borçla inşa edildilerse, borcun faizi vergiden, dolayısıyla artık-değerden ödendi. Bunları özelleştirmek demek, kamuya ait artığın devri anlamına gelir. Hele ki düşük fiyatla, firma kayırarak aktarma, artığın bu kez öteki kapitalistleri de ekarte ederek belli bir kesime, yandaşa aktarılması anlamına gelir.
Tüm topluma ait akarsular, dereler üstüne HES inşa izinleri, herkese ait yer altı-yerüstü kaynaklarını, madenleri, taşocaklarını belli firmalara işletme hakkı verme, yine topluma ait zenginliklerin belli firmalara tahsisidir, zenginliğin transferidir ve alınan rüşvet, toplumsal zenginliğin tırtıklanmasıdır.
RÜŞVET DÖNEMİ…
Rüşvet ve yolsuzluk, en çok da henüz burjuva demokrasisinin yeterince yerleşmediği, şeklen var olduğu ama esasta işlemediği kapitalizmlerde görülür. Türkiye de bu kategoridedir. Hele ki son 10 yılın Türkiyesi…Yasama-yürütme ve yargının AKP ve FG Cemaati elinde paylaşıldığı, muhalefetin işlevsiz kılındığı , emek sınıflarının örgütsüzleştirildiği ve baskıyla, tehditle sindirildiği son 10 yılın Türkiyesi, yolsuzluğun tavan yaptığı dönem olarak tarihe geçecektir.
TBMM’ye denetim görevini yaptırmayan, Meclis adına denetim raporları hazırlayan Sayıştay’ı işletmeyen, üstüne bir de yargı kurumlarını sindirerek soruşturmalara engel olan AKP rejimi, yolsuzlukların ta devletin zirvesine uzandığı iddiasını güçlendirmiş bulunuyor.
MERKEZİ RÜŞVET…
Yolsuzluk, kişisel tasarruf için, kişilerin cebi için olduğu kadar “kurumsal tasarruf” olarak da “merkezi” ya da “ademi merkezi” biçimde örgütlenmiş olabilir. Bu mekanizma, bir tür iktidar partisinin “paralel bütçesi, örtülü ödenek kaynağı” gibi çalışmaktadır. Giderek güçlenen bir iddia, Türkiye’de İran’a doğalgazın bedelinin altınla ödenmesi, imar-inşaat alanındaki yolsuzluklar, özelleştirmeler sırasındaki yolsuzluklar ve belli medya patronlarının verilen medya desteği karşılığı kollanması, belli özel hastanelerden sağlık hizmeti satın alınması, enerji lisanslarının belli firmalara dağıtılması sırasında sağlanan milyarlarca TL’lik rüşvetin bir havuzda toplandığı ve oradan Başbakan’ın bilgisi dahilinde harcandığıdır. AKP’nin yerelde “ademi merkeziyetçi paralel bütçeleri”nin olduğu da iddialar arasındadır. Bütün bunların açıklığa kavuşması, yargının soruşturmaları bağımsızca yapmasından geçmektedir. Bunlar engellendikçe, iddiaların soru çengelleri hep akıllarda asılı kalacaktır.
(*) Rüşvetin tarihi ve mevzuatı ile ilgili olarak, Bülent Tarhan,”Yolsuzlukla Mücadele:Kanunlar,Yönetmelikler…”, TEPAV Yayını , kaynağa bakılabilir