Kürdistan Gerçeği ile Bir Arada Yaşamak
RTE, kemik AKP’li seçmen dışında kalan ve Gezi direnişi ile gerçekleri gören, demokratların, Kürtlerin oyunu…
Özellikle AKP iktidarına denk gelen yıllarda, Türkiye’de sermaye birikiminin ana rüzgarı inşaat sektörünün bundan sonrasında da sürükleyici bir aktör yapılmak istendiğini, bunun için de “Deprem” gerekçeli “Kentsel Dönüşüm” düzenlemesinin icat edildiğini biliyoruz. Hedeflenen , yılda 350 bin konutluk bir ek talep yaratmak…
Farklı kalitelerdeki bu konutların nasıl üretileceği,dahası iç ve dış talebin nasıl yaratılacağı sorusu yanıt bulmalıdır. Üretim için en önemli girdi olan arsayı AKP rejimi “Ekonomi dışı zor”a başvurarak sağlamayı taahhüt ediyor. Her tür kamu arsasına el koymanın yetkisi, ilgili bakanlığa verilmiş zaten. Bunların arasında rantı çok yüksek askeri alanlar da var, kent merkezlerindeki okul,hastane gibi kamu binaları, hatta tarımsal alanlar,ormanlar bile…Dahası, proje bütünlüğünü sağlamak iddiasıyla, hiç risk taşımayan binalar da dönüşüm adası içindeyse yıkılıp arsası kullanılabilecek.
Operasyonun ihtiyaç duyacağı sermayeyi, bir yandan TOKİ başka kamu arsalarının doğrudan,dolaylı satışı ile sağlıyor.Buna 2B satışından elde edilecek kaynaklar eklenecek. Ama yine de bu proje, dönüp dolaşıp merkezi bütçeyi tırtıklayacak, açığını büyütecek. Ama asıl kaynağın, dışarıdan temini umuluyor. 320 milyar doları geçen dış borç stokunun üçte ikisi özel kesimin ve bunların içinde de inşaat-gayrimenkul sektörü başı çekiyor. Bu, dışarıdan borçlanmanın devam edeceği anlamını taşıyor. Ama daha önemlisi bu konutların satışı,pazarlanması ve paraya tahvilidir.Bu nasıl olacak?
***
Kentsel dönüşüm, riskli konutların sahiplerini, konutlarını yenilemeye mecbur tutuyor.Bu, kapitalizm öncesine ait despotik bir kavramı, “Ekonomi dışı zor”a denk düşen bir düzenleme. Borçlanamayacak durumda olanların ise, eline üç-beş kuruş tutuşturularak konutsuz, barınaksız bırakılması, mülksüzleştirilmesi gündemde.
Krize karşı inşaatın etkili olabilmesi, esasta,iç talebe bağlı, ama orada da aile borçlanması, kapasitesinin sınırına gelmiş durumda. 2010 ve 2011’in yüzde 9 puanlık büyümesine ortalama 5 puan katkıda bulunan hanehalkı harcamaları, 2012’nin ilk yarısında bıçak gibi kesildi, yüzde 0,2 azaldı. Ailelerin tüketici kredisi, kredi kartı kullanımı ve diğer yollarla borçlanmalarının toplamı 300 milyar TL’ye yaklaşıyor. Bu, hane gelirlerinin yüzde 55-60’ı demek. TÜİK anketleri ailelerin yüzde 62’sinin borçlu olduğunu ve bunların önemli bir kısmının da borç yükümlülüklerinde zorlandığını ortaya koyuyor.
***
İnşaat üstünden birikimde dış talebe de umut bağlanmış, ama eldeki veriler pek umut vermiyor. Yıllık ihracatı 150 milyar doları bulan Türkiye’de dışarıya gayrimenkul satışları, bu yılın ilk 8 ayında 1,5 milyar doları ancak buldu. Ama pes edilmiş değil. Yakınlarda yer alan bir haberde şöyle deniyordu;
“Türkiye’nin önde gelen gayrimenkul grupları Şubat 2013’te 192 metre uzunluğundaki gemiyle Körfez seferi yapacak. Gemide proje maketleri yer alacak. 10 günlük Dubai, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Kuveyt turunda milyar dolarlık satış beklentisi var” Umut, sadece fakirin değil,zenginin de ekmeği!…
Sonuç olarak, dünya ekonomisinin pek umut vermediği önümüzdeki yıllarda ihracat iddiasında ısrar etmeyen Türkiye kapitalizmi, umudunu iç pazara,daha çok da inşaata,zorunlu konut yenilemeye bağlamış durumda. Ne var ki, burada iç talep,hanelerin borçlanarak ya da gönüllü borçlanmayla konuta talepleri,umulanı karşılamaya yeterli görünmüyor.Bunda da ülkede işi olanın geleceğe güven duymaması, işini her an kaybetme kaygısı olması, gelirin insafsızca adaletsiz bölüşümü en önemli etken. Bu da inşaatın, ne yapılırsa yapılsın, uzun vadede bir kurtarıcı olmasına imkan vermeyeceğini gösteriyor. Ama yine de köşeye sıkışan AKP rejimi ve sermayedarları kamu arsalarını, kentin dokusunu yağmalayabilecekleri kadar yağmalamaktan geri durmayacaklar. Zaman, kentine ve kendine sahip çıkmanın zamanı…