Türkiye’de muhalefet olarak ortaya çıkanların (hepsi değilse de, hatırı sayılır bir kısmının) en büyük beklentilerinden  biri, AKP rejiminin , olası bir ekonomik krizi yönetemeyeceği ve kitleler nezdinde önemli itibar, dolayısıyla oy kaybına uğrayacağı üzerine. Krize endeksli bu determinist muhalefetin tembellikle malul olduğu açık. Bunların, neredeyse sabah akşam kriz tanrısına yalvar yakar bir halleri ve “kriz ne zaman?” başlıklı bir kehanet arayışları var.

Kehanet değil; kriz her an kapıda. Türkiye ekonomisi önemli bir kırılganlığa sahip. Zayıf halkalar her an kopabilir. Ama bu, otomatikman ekonominin yönetilmez hale geleceği anlamını taşımaz. Hükümetin elinde, kriz eğilimlerini önleme, yumuşatma, aşma konusunda ne tür imkanlar, cephane var, bu önemli. Bunları yokmuş gibi farz etmek, büyük eksiklik. Kaldı ki, “yönetenlerin artık yönetememesi” yetmez, “yönetilenlerin da artık böyle yönetilmek istemediklerini” ifade etmeleri, daha önemlisi kendi oyun planlarıyla sahne almaları gerekir. Bu  da sırt üstü yatıp ekonomik krizi beklemekle olmaz.  Topluma sadece ekonomik değil, politik, kültürel alternatif olarak ne önerdiğiniz önemli.

***

Yeniden Türkiye’de kriz ihtimaline dönelim. Türkiye kapitalizminin dış kaynağa bağımlılığı en önemli zaafı. Dış kaynak girmedikçe sermaye birikimi süremiyor, ekonomi büyüyemiyor. İkincisi, gelen dış kaynakla ancak iç talebe dönük üretim yapılıyor. ‘İhracat özürlü’ bir yapı var. Böyle olunca, ithalat daha hızlı tırmanıyor ve sonuçta  büyüme, ancak cari açık vererek sürdürülebiliyor. İçeride, çarkı çevirmeye yetecek bir alım gücü, istikrarlı bir iç talep de yok. Gelir uçurumu, talep genişlemesine engel. Hanehalkı borç yükü, hesaplananlardan daha büyük ve sınıra dayandı.

İç pazarda dayanıklı tüketim malı pazarları doyumun sınırına gelince umut, konut üretmeye ve satmaya geldi . Şimdi sermayedarlar inşaata sıkı sıkıya sarılmış durumdalar. Ancak burada da konut stoku ve spekülatif fiyat artışları söz konusu. Zayıf halka, her an kopabilir.  Kopar da AKP rejimi buna seyirci mi kalır, elinde müdahale araçları yok mudur ? Elbette vardır ve rejime muhaliflerin bunların neler olduğunu hatırlamaları gerekir.

***

Birincisi, inşaat-konut sektörü üstünden olası bir yol kazası karşısında iktidarın elinde sektörde başaktör durumunda da olan birkaç araç var;TOKİ, Emlak Konut, Halk GYO…Özellikle  deprem gerekçeli kentsel dönüşüm isimli yağma yasaları ile yetkilerini tahkim eden iktidar,  her tür kamu arsasını, orman-tarım arazilerini, kıyıları tepe tepe kullanarak, zora girecek firmalar için bir tür “hava yastığı”na sahip. TOKİ ve kamu GYO’larının kurtarmadan dolayı içine girecekleri finansal sıkıntıya, yanı sıra büyük inşaat firmalarının yaşayabileceği finansal sorunlara, banka sistemi , özellikle kamu bankalarının koltuk değneği yapılması muhtemel. Banka sistemi, bundan dolayı,  daralırsa, Merkez Bankası’nın, belli para politikalarıyla  kurtarma ekibine dahil olması, hep olası. Dahası, bütün bu kriz atlatıcı, giderici kurtarma operasyonlarının ortaya çıkaracağı yüklerin merkezi bütçeden karşılanması hem mümkün, hem muhtemel…Merkezi bütçe, her ne kadar SGK, büyükşehir belediyeleri, artan maaş harcamaları ile su almaya başlasa da, böyle bir kriz anında, bütçe açığını biraz daha büyütme pahasına, krize etkin müdahale etme imkanı var.

***

Bütün bu muhtemel kriz giderici, azaltıcı müdahaleler, iktidarı zayıflatmaz ve maliyet ödetmez anlamına gelmiyor, elbette. Nitekim, dönüp Avrupa’ya özellikle Güney AB’nin krizdeki ülkelerine baktığımızda, gördüklerimiz,  kriz giderici politikaların ertesinde kamunun, siyasi iktidarların içine düştükleri  mali krizin, zaafiyetin yansımasıdır. Bunu aşmak için başvurulan ise, yeniden halka kemer sıktırma politikalarıdır. Bu adaletsiz politikalara karşı, Avrupa işçi sınıfının genel grevlerle direnmesine tanık oluyoruz.

Özetle, patlayabilecek krize karşı, önlem olarak  kamu kaynaklarının  kullanılabileceğini, AKP rejiminin, böylesi durumlarda elinin altında yığınaklar, imkanlar olduğunu hatırlamak gerekiyor. Küresel krizin 2008-2009 yansıması nasıl aşıldı, anımsayalım. Yüzde 5’e yakın 2009 küçülmesi, ancak bütçe açığı milli gelir oranının yüzde 5’ine kadar çıkarılması ile aşıldı ve açık sonraki yıllarda  yüzde 1’lere indirildi. Nasıl? Elbette düşük ücrete zorlama, sermayeye vergi teşviği ve sıcak paranın yeniden girişini özendirmekle. Aynı oyun yine oynanabilir. Bundan ders çıkarıp  ona göre kamuoyunu bilinçlendirip, örgütlemek gerekiyor.

 

Written by Mustafa Sönmez