TÜİK, Diyanet ve Maskelenen İşsizlik
Devletin kurumları arasında en çok eleştiri oklarını çekenlerin başında Türkiye İstatistik Kurumu, TÜİK’in geldiğini söylemek…
Türkiye kapitalizmi iç talebe dayalı büyüyor, ihracat geri planda. Nüfusu 75 milyona merdiven dayamış bir ülkede içe dönük üretim, bir yere kadar anlaşılır bir tercih. Ama üretimin girdilerini yüzde 65-70’lere varan oranlarda ithalatla karşılamaya mecbur olacak kadar dışa bağımlı iseniz, bunun gerektirdiği dövizi ihracat,turizm ve diğer yollarla sağlayamıyorsanız, o zaman iç taleple büyümenin de duvarlarına çarpıp durursunuz.
Çok geriye değil, 2009 krizi ve sonrası yıllara baktığımızda, daralma ve büyümenin hep iç taleple ilgili olduğunu görüyoruz. 2009’da, ekonomi yüzde 4,8 küçülürken (teğet denilmişti!…), küçülmenin iç tüketim ve yatırımların daralmasından kaynaklandığı görülecekti. Net ihracat, daha fazla küçülmeyi ancak yarım puan telafi edebilmişti. 2010 ve 2011’in ortalama yüzde 9’a yaklaşan büyümelerin ise yine tamamen iç talepten kaynaklandığı gözlemlendi. İç tüketim, 2010’da büyümenin yarısını, 2011’de de üçte ikisini sırtlanırken kalanını yatırımlar aldı. Bu yıllarda net ihracatın ise büyümeye hiç katkısı olmadı. Döviz giderleri, gelirlerin hep üstüne çıktı.
Kaynak:TÜİK, GSYH veri tabanı, 2013, hedeflenen
2012’ye gelince, “yumuşak iniş” hedefiyle AKP yönetimi yüzde 4 büyümeye fitti, ama olmadı. Yılın ilk 9 ayında yüzde 2,6 büyüme gösterdi ekonomi. Bunda da tüketimin durması, yatırımların gerilemesi etkili oldu. Aileler, tüketimlerini artırmayıp hatta azalttılar, devlet harcamaları bu azalmayı telafi etti ama özel sektör yatırımlarını dramatik bir biçimde durdurdu. TÜİK’e göre, güya, net ihracat, büyümeye 3,7 puan katkı yaptı. Külliyen yanlış, yalan!.. İran’a yapılan altınla doğalgaz ödemesi, ihracat olarak gösterildiği için, böyle. Bu makyaj silindiğinde, gerçekte büyümenin yüzde 1’e düştüğünü 14 Aralık tarihli yazımda bütün detaylarla sergilemiştim.
***
2012’de artmayan, hatta gerileyen tüketici harcamaları,önceki 2 yılın ana kaldıracıydı. Haneler hızla konut,otomobil,ihtiyaç kredisi ve kredi kartlarıyla borçlandırılmışlardı ve tüketimin bu yolla kışkırtılmasıyla, sanayi,inşaat ve öteki sektör çarkları dönmüştü. Ama ithalata bağımlı bu üretimin sonucu 77 milyar dolar döviz açığı yaşandı…Yani milli gelirin yüzde 10’unun üzerinde bir rekor cari açık!..O zaman ne yapıldı 2012’de? Tüketici kredisi muslukları kısıldı. Tüketici, başta giyim ve otomobil olmak üzere satın almalarını durdurdu. Zaten borçları da (8 bin TL’nin üstündeki borçlular) Ekim 2012 itibariyle 207 milyar TL’yi aşmış durumda. Geri ödemede güçlükler başladı. Bankaların Ekim 2012 sonu itibariyle batık kredi tutarı 24,2 milyar TL ve bunların yüzde 36’sı tüketici batağı…
İç tüketim, iç talep gelecek yıl da ana umut. Orta Vadeli Program, yüzde 4 büyüme öngörürken ihracattan hiç beklenti yok. Büyümeyi, faizleri düşürerek, borçlanmayı teşvik ederek, iç tüketim ve yatırımlarla sağlamayı hedefliyorlar. İhracatçı, izlenen aşırı değerli kur politikası nedeniyle bezgin ve moralsiz. Döviz ucuz tutuluyor. En az 2,3 TL olması gereken dolar kuru 1.8 TL. Aşırı değerliliği yüzde 30’u bulan bu döviz kuru, ihracatı değil, ithalatı teşvik ediyor. İhracatçı sanayici bile artan ölçüde ithal girdi ile üretim yapıp satıyor ve net katma değer, karlılık düşüyor.
İhracattan ve sanayiden uzaklaşma eğilimi 2012’de sürerken izleyen yıllarda da değişmesi pek beklenmemeli. İhracatçı-sanayici olmak yerine, özelleştirme avantası, kent rantı için yarışa katılmak, irili ufaklı bütün burjuvazinin yönelimi.