Kentin ve kendin için ‘Dayanışma Komiteleri’
RTE fena sıkıştı, çok saldırganlaştı, tehlikeli şeyler yapıyor. Komplolara yoruyor olan biteni, polis terörünü koyulaştırdığı…
İnşaat üzerinde büyük paralar dönüyor ve bunu rüşvet şeklinde paylaşma imkânı var. Bunu yaparken hukukun çiğnenmesine göz yumarsınız ve ortaya çıkan ranttan da hakkınızı istersiniz. Bu sayede de siyaseten bir mali kaynak ve güç elde edersiniz. Bu nedenle inşaatın AKP tarafından tercih edilmesinin özel bir önemi var
NESLİHAN KARATAŞ neslihankaratas@birgun.net
Bu kadar çok inşaat, kimisini hayrete, dehşete düşürür, kimisinde de hayranlık uyandırır. 2003 sonrasında seçmenleri dev şantiyelerin etkilediğinden emin olabilirsiniz. Gökdelenler, villalar, korunaklı siteler, duble yollar, havaalanları, terminaller, tüneller, Marmaray, metrobüs, içinde adalet olmayan adalet sarayları, Ak Saray… Bütün bunları büyüme, gelişme, iş bilme, iş bitirme, itibar sembolü olarak gören hatırı sayılır bir seçmen kitlesi olduğundan emin olabilirsiniz. Yoksa AKP oyları yüzde 30’lardan yüzde 50’lerin eşiğine nasıl gelirdi?” Mustafa Sönmez, AK Faşizmin İnşaat İskelesi isimli son kitabında bu soruya yanıt arıyor.
>> Yeni kitabınız ‘Ak Faşizmin İnşaatı’ hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
AKP’nin kendi siyasi rejimini ki ben buna ‘Ak faşizm’ dedim, bunu inşa etmek için 12 yıldır ekonomiyi nasıl kullandığına değindim kitapta. Biliyorsunuz, bir inşaat iskele etrafında yükselir AKP’nin yükselişi de inşaat sektörü üstünden gerçekleşti ağırlıkla. Niye 12 yıldır sermaye birikiminin odağında inşaat var, AKP’nin buradan devşirdiği siyasi rantlar nedir, buna parmak basan bir ağırlığı var kitabın. Ana hatlarıyla, AKP’nin siyasi yükselişinde ekonomiyi ve özellikle inşaat sektörünü nasıl basamak olarak kullandığı, parlak günleri ve şimdi inişe geçişinden dolayı kararmaya başlayan günlerini anlattım kitapta.
>> İktidar özellikle seçmenlerini yaptığı yollar, havaalanları metrobüs, terminal gibi yapılarla etkilemeye çalışıyor. Bu seçmen için yeterli bir neden midir?
Seçmen açısından bunun şöyle cazip yanları var: İnsanlar her zaman ekonomik büyümeden etkilenirler. Tarihimize baktığımızda ekonomik büyümenin olduğu yıllarda kim iktidarsa oya tahvil etmiştir kendisini. Çünkü büyüme demek sonuçta iş-aş demek. Seçmene iyi kötü bir istihdam imkanı, reel ücretlerde büyüme oranında değilse bile enflasyona yakın bir artış, devletin büyümeden dolayı vergi gelirinin artması, propagandasını çok iyi yaptığı sosyal kurumlar ve yardımlar yolsuzluk, hırsızlık olaylarına rağmen oy oranını çok fazla geriletmedi. Büyüme, büyümeyi de inşaat üzerinden sürdürme, seçmende bir iş imkânı, yan sanayileri harekete geçirmesi, tüketici kredisi ile konut satın alma erişimi gibi noktalarda inşaatın diğer alanlarındaki yatırımları ile birlikte hepsi özellikle ilkeli siyasi tercihi olmayan seçmen kitlesini etkileyen ve AKP’ye oy vermeye sevk eden süreçler oldu.
>>Enflasyon, büyüme, işsizlik oranlarına baktığımızda aslında kara bir tablo ile karşı karşıyayız. AKP’nin bu alanları iyileştirme açısından bir manevra alanı yok mudur? Neden sadece yapı inşa etmek üzerine bir politika izliyor?
2003’ten başlayarak büyüme sürecinin hem iç hem dış gerekçeleri var. İçerde 2001 krizini aşan programın uygulayıcılarından devralınan reforme edilmiş ekonomi mirası rol oynadı. AKP böyle şanslı bir mirası devraldı. Bunun yanı sıra dış dünyada da ekonomi konjonktürü bir likitide fazlası olan dış paranın adres aradığı bir döneme denk geldi. Türkiye’ye eskiden hiç gelmediği kadar para geldi. Bu iki etken birdenbire bir büyüme imkânı ortaya çıkardı. AKP mümkün olduğu kadar burada inşaat sektörünü (Özellikle Toki ve Emlak konutu kullanarak) öne çekti ve bir inşaat odaklı büyümeye yönlendirdi kendisini. AKP’nin bunu inşaat üzerinden yapmasının iki nedeni vardı. Birincisi inşaat mütehitleri gibi kendisinin organik sermayedarlarını inşaat üzerinden yaratmasıydı. Diğer bir neden ise; inşaat hep izinlere bağlı bir sektördür. Her an resmi otoriterin yönlendirebileceği, müdahale edebileceği kısıtlayabileceği bir alandır inşaat. Dolayısıyla ipleri hep elinde tutmak istedi. Bunun yanı sıra inşaat üzerinde büyük paralar ve bunu rüşvet şeklinde paylaşma imkânı var. İnşaat tüm bunlara çok uygun bir sektör. Yani izni verirsiniz, yer yer imar hukukunu çiğnemesine göz yumarsınız ama ortaya çıkan ranttan da hakkınızı istersiniz bu sayede de siyaseten bir mali kaynak ve güç elde edersiniz. Buna imkân tanıyan bir sektör olduğu için de inşaatın AKP tarafından tercih edilmesinin özel bir önemi var. Bu AKP’ ye ciddi anlamda bir basamak çıkma imkânı verdi.
>>AKP’nin üretimde sanayiye dayalı ekonomi politikası yok. Bu durum AKP hükümeti içerisinde de (Ali Babacan, Mehmet Şimşek) ayrılıklara neden oluyor. Bu fikir ayrılıkları daha da büyür mü? Erdoğan neden bu kadar ısrarcı?
Ali Babacan ve Mehmet Şimşek, dış dünyayla yakın temas içerisindeler ve dış sermaye kaçırılırsa ya da gelmezse Türkiye fena krize girer bunun farkındalar. Dolayısıyla sermayeyi hoşnut tutacak, dış sermayeyi ürkütmeyecek IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların tavsiyelerini ve analizlerini hükümetin dikkatte alması gerektiğini savunuyorlar. Erdoğan, tabii esas olarak kendi rejimini tam manasıyla inşa etmenin derdinde. Ve şunun farkında eğer ekonomi küçülmeye başlarsa kendi arkasındaki sermayeciler ve iç pazara dönük üretim yapan işletmelerin tadı kaçacak. Şu an haziran seçimlerine kilitlenmiş durumda ve seçimlerde oy kaybetmek istemiyor. En son bu meclisteki hırsızlık oylamasındaki 48 fire kendisini çok tedirgin etti, uykuları kaçtı çünkü hiçbir şekilde bir geri düşüşe tahammülü yok. Dolayısıyla ekonomiye doğrudan buradan bakıyor. Uzun vadeli programlardan ziyade kısa vadede beni hedefe hangi politika yaklaştırır iç güdüsüyle davranıyor.
>>Yolsuzluklar ve Ak Saray hala gündemde. Bu durum neden seçmeni etkilemedi?
12 yıllık AKP rejimi siyaseti, seçmen kitlesinde de ilginç bir dönüşüm yarattı. Aslında politik islamın oy potansiyeli yüzde 15-20 civarındadır. AKP, ilk iktidar olduğunda oy oranı yüzde 34 civarındaydı. Şimdi bu rakama çıkması 2001 krizi ile ilgiliydi. Bu kriz, toplum üzerinde çok fazla hasar yaratmıştı. Bu nedenle kitleler biraz da öfkeyle AKP’ye yöneldiler. İnsanlar iş-aş meselesi, güvencesiz de olsa evlerine para giriyor olması durumu bir ölçüde bu kitleleri etkiledi. Yanı sıra insanlar 2003’ten başlayarak ciddi bir tüketici kredisi kullanmaya başladılar ve hane halkı borç yükü de arttı ve kitlelerin bu uygulanmakta olan rejimin ekonomi politikaları ile bir tür bağımlılık ilişkisi ve rehin alma durumu ortaya çıktı. AKP bu durumu çok iyi kullandı. Bu nedenle yolsuzluk meselesinde bile ortaya bu kadar kanıt dökülmesine rağmen seçmen kitlesinin gözünde de aklandılar. Genel olarak burada seçmen kimyasının değiştiğini, seçmenin değer erezyonu yaşadığının da farkında olmak gerekir.
>>AKP’nin ekonomi kurmayları özellikle yüksek ihracat rakamları ile övünüyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu durumu?
Aslında AKP’nin o söylemlerdeki gibi yüksek bir ihracatı yok, ithalatı daha fazla. Ortalama yılda 70 milyar dolar dış ticaret açığı var. Bunun olabilmesi için sanayiye ağırlık vermesi ve sanayi ürünleri ihracat edebilmesi gerekiyor. Yani bu iddiası sadece söylemlerde kalan bir durum oluyor.
>> 2003 yılında AKP’nin sahneye çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin bugünkü durumunu tarifleyebilir misiniz kısaca?
Başta anlattığım gibi dış para girişinin esas olduğu ve iç pazara dönük bir ekonomi politikası mevcut iktidarın. Madalyonun bir yüzünde; iyi bir bütçe performansı bunla beraber popülist bir sosyal siyaset uygulaması gerçeği var. Madalyonun arka yüzünde ise, çok ciddi bir kırılganlık, döviz yaratamayan bir ekonomi, 400 milyar dolarlık bir dış borç stoku ve sürdürülemez bir rejimin tıkanması durumu var. Önümüzde artık büyüyen bir Türkiye değil, küçülen, patinaj yapan, yer yer gerileyen, buradan başlayarak kitlelerin yavaş yavaş şikâyetçi olacakları bir yakın gelecek var.
>> Dünya ekonomisine baktığımızda merkez bankalarının uyguladığı para politikaları ne türden yeni kırılganlıklar yaratıyor ve bu politikaların Türkiye’ye etkisi nasıl olacak?
2008-2009 krizinin üzerinden 7-8 yıl geçmesine rağmen tam aşılamadı. Amerika bunu piyasalara çok yüksek paralar enjekte ederek aşmaya çalıştı. Şimdi ise onun yaptığını Avrupa Merkez Bankası yapmaya çalışıyor.Ülkelerde bu tarz politikaların sonuç vermesi için kamunun dahil olabileceği ekonomi politikalarının izlenmesi şart. Aksi uygulandığında kitlelerin alım gücü düşüyor ve yoksullaşma başlıyor. Buradan şöyle bir kolaycılığa kaçmamak gerekiyor, ekonomi performansı düşse bile bunun hemen oylara ve siyasete yansımasını beklememek gerekir. Yani ekonomik krizden böyle bir medet ummamak gerekiyor.
>> Uygulanan bu ekonomi politikalarına karşı sol siyasetlerin toplum üzerinde ikna edici ekonomi politikaları, neler olabilir?
Ekonomi politikalarından ziyade bence topluma adalet, hukuk, insan hakları, demokrasi gibi normlardan yaklaşmak daha anlamlı. Özellikle her gün bir hukuk katliamı yaşanıyor. Ali İsmail Korkmaz’ın duruşmasından çıkan sonuç mesela.. Herkesin gözüne sokularak yapılan yolsuzluk ve rüşvet olayının meclisteki oylaması, Kaçak Saray üzerinden ihlal edilen normlar, değerler ortada. Bunların bence kitlelere iyi anlatılması gerekiyor. Elbette solun kendi ait bir ekonomi politikası olması gerekiyor ama Türkiye’nin bu konjonktüründe solun esas olarak gerçekten bir Ak faşizme dönen rejimi teşhir etmesi ve kitlelerin bununla neler kaybettiğini görmesinin anlatılması lazım. Bagajı cesetlerle dolu bu iktidarın bu cesetlerinin teşhir edilmesi gerekiyor.