İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez’le son dönemde Türkiye ekonomisindeki olumsuz işaretler ile siyasi gelişmeler arasındaki ilişki üzerine konuştuk. Ekonominin henüz kışa değilse bile sonbahara girdiğini belirten Sönmez, mevcut durumun yönetilebilir olmaktan çıktığını söylüyor. Türkiye kapitalizminin Batı ile ilişkileri kesmeyi kaldıramayacağını, büyük sermayenin de başkanlık sistemini bir tehdit olarak gördüğünü vurgulayan Sönmez, ABD’de sandıktan Donald Trump’ın çıkmasının TÜSİAD açısından da Erdoğan basıncını dengeleyebilecek bir faktör olabileceğine dikkat çekiyor

Sendika.Org: Son dönemde TL’nin değeri hızla düşüşe geçti, borsa dalgalanıyor, toplu iflasların gündeme gelebileceği söyleniyor, piyasa sıkıştı deniyor, konut satışlarında problem yaşanıyor, 15 Temmuz sonrası yatırım yapılmıyor… Yıllardır ekonomide kırılganlıklar ve bir sıkışma olduğunu zaten söylüyorduk ancak bu dönemi özgün kılan bir şey var mı, nedir?

mustafa_sonmez_manset

Bu, deprem literatüründe geçen stres birikimi. Yani geçmiş yıllardan gelen bir stres var. Onun sıkışması buradan bir kabuk çatlatır mı, ciddi sarsıntıya yol açar mı, henüz bunu bilmiyoruz ama onun işaretleri var.

TÜRKİYE EN RİSKLİ İKİNCİ EKONOMİ

Türkiye hem ekonomik hem politik hem jeopolitik düzeylerde ciddi riskli ülke olmaya başladı. Bunu da nereden biliyoruz? CDS dedikleri risk primi göstergesinden. Brezilya birinci sırada Türkiye ikinci sırada şu anda. Güney Afrika, Türkiye ile yarışıyor. Rusya dördüncü sırada. Bir gösterge bu.

İkinci gösterge bu risk algılamaları kredi derecelendirme kuruluşları tarafından çöp notuna dönüştürüldü. Yani hem S&P hem de Moody’s Türkiye’nin notunu “yatırım yapılmaz” nota dönüştürdüler. Şimdi bunlar ciddi kırılmalar.

SERMAYE ÇIKIŞI BAŞLADI

Bundan itibaren Türkiye’ye sermaye akışı zayıflar, zayıflamaya başladı. Var olan sermayede de çıkış başladı. Dolayısıyla bu aslında bir kırılma noktasıdır. Biri temmuzda bu kararı verdi, biri eylülde verdi. Son olarak S&P bir kredi notu daha açıkladı ama onu Anadolu Ajansı tarafgir yorumladı, iyileşme gibi gösterdi. Halbuki eski durumun devamı anlamına geliyor.

Şimdi bu noktadan itibaren bu sistemin muhtaç olduğu dış kaynak girişinde ciddi aksamalar olacak, olmaya başladı. Türkiye ekonomisi ağırlıkla dışarıdan gelen parayla dönen bir ekonomi. Bu para gelmediği takdirde ne oluyor? Döviz kuru, doların fiyatı yükselmeye başlıyor. İşte 3 TL’lere tutundu, sonra dönemsel risk artışlarına bağlı olarak; Cumhuriyet operasyonu, HDP operasyonları, arkasından Amerika’daki sürpriz denebilecek seçim sonuçları gibi politik gelişmelere bağlı olarak 3,20 gibi noktalara geldi. Buralarda basamak yapabilir. Şimdi bu kurla da ekonominin baş etmesi, bununla yaşaması kolay bir şey değil. Bu dolayısıyla bir dizi kırılmayı getiriyor.

DIŞ TALEBİN ARDINDAN İÇ TALEPTE DE ÖNEMLİ GERİLEME VAR

Bir yıla yakın bir süredir seyreden risk artışı, yani hem jeopolitik hem politik hem ekonomik riskler, son dönemlerde daha da arttı. İç talebi de dış talebi de ciddi ölçüde kesti. Zaten dış talep önemli bir gerilemeye uğradı. Avrupa’daki ve Ortadoğu’daki durumdan dolayı. İç talebe dayanıyordu büyüme. İç talepte de zaruri harcamaların dışında, yani gıda, zorunlu giyim ve zorunlu barınmanın dışındaki kalemlerde, dayanıklı tüketim mallarında vs. önemli gerileme var. Bütün bunlar ekonomide ciddi bir düşüşü gösteriyor.

EKONOMİ BAHARDAN GÜZE GEÇTİ

Nitekim onu sanayi üretimi verilerinden görebiliyoruz. Eylül ayında sanayi üretimi verilerinde ciddi bir düşüş geldi. Beraberinde şimdi cari açık problemi gelecek. Turizm gelirleri ciddi düştü hem de yabancı firmalar kar transfer etmeye başladılar. Bunlar düşmüş gibi görünen cari açığı yeniden arttıracak. Bir de enerji fiyatları da yeniden yükselmeye başladı. Öyle bir problem de ortaya çıkacak, bunun finansmanı için yine para gerekecek. Para bulmanın maliyeti artacak. Yani hülasa ekonomi bahardan güze geçti; kış değil de sonbahar. Ama bu uzun bir sonbahar olabilir. Sert bir sonbahar olabilir. Bunun da etkileri mutlaka siyasette görünecek.

Saray’ın ekonomi danışmanı Cemil Ertem kurdaki yükselişi Türkiye ekonomisinin sağlıklı olmasına yorduğunu söylüyor. Bu, birtakım sübaplara güvenilerek söylenen bir şey mi?

Şöyle bir züğürt tesellisi var; “Bu kur artışı, beraberinde ihracatı, diğer döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik eder. Yani dolar 3,20 olduysa işte ihracatçı daha çok heyecanlanır ve daha çok ihracat yapar.” Bu klasik züğürt tesellisidir ama madalyonun öbür tarafında ithalatın maliyeti var. Yani Türkiye net ihracatçı bir ülke değil, sonuçta ithalatçı bir ülke. Her kur artışı beraberinde maliyet enflasyonu getiriyor ki özellikle bunu otomotivde bir dizi elektronik vb. dış girdi kullanım oranı yüksek sektörlerde görüyoruz. Bunlar ciddi bir maliyet enflasyonuna yol açtı. Merkez Bankası da bunu raporlarında ifade ediyor yani kurdaki artış bir maliyet enflasyonu getiriyor diye.

KURDAKİ HER ARTIŞ DEVASA DIŞ BORCUN AĞIRLIĞINI ARTIRIYOR

Yanı sıra Türkiye’nin 421 milyar dolar dış borç stoku var. Bunun üçte ikisi özel sektörün, yüzde 40’ı kısa vadeli. Yani kurdaki her yukarı gidiş,  borcun buradaki TL karşılığının artışı demektir. Bu da firmaları çok ciddi kur zararına uğratır. Yani son Orta Vadeli Program’da Türkiye’nin 2016 için üstü kapalı olarak rıza gösterdiği kur yıllık 2,95 lira, bütün yılın ortalaması. Ama bu son sıçrama ile beraber 3 liranın üstüne çıkabilir. Dolayısıyla hedeflerden uzaklaşır. Ama Orta Vadeli Program 2017 için daha makul bir kur oranı veriyor. Yüzde 4,5 büyüme görüyor falan, bunların hiçbiri gerçekleşebilecek hedefler değil. Büyümeyi yüzde 3,2 görüyor ki IMF son raporunda 2,9 ancak tutturursunuz dedi.

POLİTİK GERİLİM SÜRDÜKÇE TÜRKİYE’YE KOLAY KOLAY PARA GELMEZ

Yani aslında Türkiye ekonomisi ciddi şekilde bir mevsim değişikliği geçirdi şimdi. Ve o mevsim değişikliğinin tekrar bahara dönme ihtimali az. Yani tersine kötü rüzgarlar daha fazla iyi rüzgarlar daha az. Bir kere rejim kendisini çok ciddi bir politik gerilime angaje etti. Dışarıdaki para sahipleri, yatırımcılar bu gerilimin düşmesini isterler gelmek için. Ekonomik kırılanlıkların azalmasını, politik gerilimlerin inmesini, jeopolitik sürprizlerin olmamasını… Bunlar olmadıkça kolay kolay Türkiye’ye para getirmezler. Zaten doğrudan yabancı sermaye girişi çok azalmış durumda. Bu bahsettiğim portföy, yani sıcak para. Sıcak para bile ancak burnunu mandallayıp vur kaça gelip gidiyor. Bunlar bile gelmemeye başlıyorlar.

ÖNÜMÜZDEKİ 12 AYDA 205 MİLYAR DOLAR BULUNMASI LAZIM

Şimdi bu para gelmediği takdirde… İşte önümüzdeki 12 ayda dönmesi gereken 170 milyar dolar dış borç var. Cari açık da 30-35 milyar dolar. Yani 200-205 milyar dolar önümüzdeki 12 ayda para bulunması gerekiyor. Bu para nasıl bulunacak ve hangi maliyette bulunacak? Bu sıkıştırıyor Türkiye’yi.

MEGAPROJELERDEN DOLAYI CİDDİ BİR TEHDİT VAR

Artı, bu risk ortamı içerideki yatırımcıları da etkiliyor. Yani hem mevcut üretimi çevirmede zorluk çekiyorlar talep bulamayınca, iç talep azalmış vaziyette; önlerini göremedikleri için de bu riskli ortamda yatırım niyetleri askıya alıyorlar yatırım sıfırlanmış vaziyette. Ve bu hükümete güvenerek girilmiş birtakım büyük projeler, bu megaprojeler vslerin finansmanında ciddi sorunlar var.

Mesela?

Mesela bu 3. Havalimanı, Avrasya Tüneli, Bolu-Gebze-İzmir otoyolu vs… Bunlarda hem finansman açısından problem var, dışarıdan finansman bulamadı bu projelerin önemli bir kısmı. Hükümet kamu bankalarını memur etti bu işe, kamu bankaları da riskli kredi kullanmış oldular.

Şimdi bütün bunlar hem IMF tarafından hem de kredi derecelendirme kuruluşları tarafından görülüyor. Dolayısıyla hem raporlara yansıyor, IMF raporlarına bu risk durumu yansıyor hem de not kırarken gerekçe oluşturuyor. Bu megaprojelerden dolayı ciddi bir tehdit var Türkiye ekonomisine. Bu hesabı yapamadılar çünkü bu projelerin hepsini seçmen odaklı, seçim odaklı yaptılar. Ama yan yana geldiğinde önemli bir risk oluşturuyor. Yani hem tamamlanmasında problem var hem de tamamlandığında hükümetin altına girdiği garantiler hazineye ciddi yükler getirebilir. Böyle bir tehditle yaşıyorlar.

KORKULAN İKİ AÇIK BİR ANDA YAŞANABİLİR

Diğer taraftan sıkışan özel firmalara can simidi atmak, onlara kredi kolaylığı sağlamak ya da başka imkanlar sağlamak mesela konut sektörü sıkıştığında KDV oranını 18’den 8’e indirdiler ve Eylül ayında biraz satış oldu. Şimdi bu tür teşvikleri sağlarsın ama diğer taraftan bu vergiler hazineye girmez senin hazinen açık vermeye başlar. Zaten 2017’nin kamu açığını yükselttiler hedef olarak. Yani “orada biz cephane kullanacağız” itirafıdır bu.

Mili gelirin yüzde 2’sine yakın hedef koydular, yüzde 1’di 2’ye çıkardılar. Ama onunla da kalmayabilir. Büyüme düştüğü için daha az vergi girebilir hazineye. Buna karşılık zorda kalanlara, işte asker, polis harcamalarına daha çok para ayırmaları gerektiği için bütçe açığı büyüyebilir. Yani o zaman korkulan iki açık bir anda yaşanabilir. Bir yandan bütçe açık veriyordur bir yandan cari açık vardır. Bu iki açık iflah etmez ülkeyi, ciddi probleme sürükler.

Bu koşullarda TÜSİAD çok çekingen eleştirilerde bulunuyor. Hatta bazen ne diyorlar onu bile anlayamıyoruz?

Şimdi bu Amerika’daki seçim sonucunda Trump’ın seçilmesi bence önemli. Aydın Doğan’la zaten fiili bir ortaklığı var, bir diyalog var. İlk defa Eczacıbaşı, Trump’tan çok memnun olduğunu ifade etti.[1]

TÜSİAD da memnun olduğunu ifade edebilir. Yani bunlar Obama’yı ikna edemedikleri, anlatamadıkları üstlerindeki baskıyı vs’yi pekala Trump’a anlatabilirler…

Trump’ı Erdoğan karşısında dengeleyici bir unsur olarak mı görürler?

Evet yani bu yeni bir şey olabilir. Trump, TÜSİAD’ı daha çok anlayan bir başkan olabilir. Bunu Ortadoğu’daki politikalarla da ilişkilendirmek lazım. Trump’ın tutumu ne olacak? İşte Rusya’yla ilişkileri, oradaki dengeler… Amerika’nın duruşu AKP’nin beklentilerine uymayacak gibi. Özellikle Kürtlerle olan ittifakı konusunda Trump daha sıcak ve yakın duruyor Kürtlere. Obama gibi durmuyor. Suriye’de işi Rusya’ya havale edecek gibi duruyor. Hem Irak’ta hem Suriye’de toprak bütünlüğünü korumak, IŞİD’i bitirmek ama bu arada diğer ÖSO gibi örgütleri de Rusya’nın gözüyle görmek gibi bir tutum söz konusu Trump açısından. Bu Ortadoğu’dan başlayarak aslında Türkiye’ye karşı duruşu ve rejime karşı duruşu biraz değiştiren bir iklim getirebilir. Bunun devamında da TÜSİAD üstlerindeki baskının biraz hafiflemesini bekleyebilir.

TÜSİAD’ın şöyle bir derdi var; bir yandan belki bu otoriter rejim sayesinde işçi hakları vs. konusunda elleri rahat falan ama iç talepte ciddi daralma var, dışarda iyi değil durum. Avrupa Birliği’yle ilişkiler son derece gergin ve tam üyeliğin dondurulması gibi bir risk var. Bütün bunların üstüne stres ve risk birikimi ile önlerini göremiyorlar, yatırım yapamıyorlar, dışardan para gelmediğini görüyorlar. Kur artışından tabii ki onlar da zarar ediyorlar. Şimdi çıkmayan sesleri biraz yükseltmeye başlayabilirler. Biraz daha hak hukuk, güçler ayrılığı gibi şeyler söylemeye başlarlar. Trump’la beraber hava biraz değişebilir.

Yeni Trump’ın gelişi ekonomi sermaye ile ilişkişleri açısından da Erdoğan açısından negatif bir durum mu diyorsunuz?

Bu rejim kendisini çok dar bir alana sıkıştırdı en ufak bir muhalefete en ufak bir çatlak sese tahammül gösteremiyor. Tersine mutlak bir otorite ve hegemonya kurarak bu başkanlığa götürebileceğini düşünüyor. Fakat Türkiye kapitalizmi dünyayla kurduğu ilişkiler açısından dünya kapitalizminin rızasını almadan bir otoriter, mutlak, eş dost kapitalizmine dönüşebilecek bir yapı değil. Bunu İran yapabilir, Rusya yapabilir arkasındaki doğal kaynaklara güvenerek.

TÜRKİYE EKONOMİSİ BATININ RIZASINA MUHTAÇ

Ama Türkiye kapitalizminde öyle bir şey yok; son derece dış kaynağa ve Batı rızasına muhtaç bir ekonomi. Sadece borçlanmak anlamında değil, onun gelip yatırım yapması ve ilişkileri daha sıkılaştırması anlamında bağımlı bir ekonomi.

Turizmin önemli bir döviz girişi sektörü olabilmesi için bir kere Türkiye’nin tekin bir ülke haline gelmesi, insanların korkmayacağı bir ülke haline gelmesi gerekiyor. Yabancı yatırımcı açısından da mülkiyete saygı, yasa önünde eşitlik, yasanın yargının tarafsız olması gibi kaygılar var. Mülkiyet hakları açısından böyle kaygılar var.

O nedenle bu başkanlık sıtması uymuyor batı dünyasına. Yani batı kapitalizmi bunu hazmedemez. İçerde de TÜSİAD bunu bildiği için onlar da bence bunu hazmetmiyor ama seslerini çıkaramıyorlar. Yoğun bir baskı altındalar. Karşılarında son derece köşeye sıkışmış bir güç var, onun hışmına uğramamak için belki iklimin dönmesini bekliyorlar. O anlamda Amerika’dan dengeleri biraz değiştirecek böyle bir şey de gelebilir.

Bunu hangi araçla yapabilirler?

Bir kere Amerika’nın Türkiye karşısında genel duruşunda bir değişim olabilir, Ortadoğu’dan başlayarak. Buna AB eşlik edebilir; “daha burjuva demokrasisi iklimi istiyoruz, daha çok ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü olsun, daha güçler ayrılığına dikkat edin” gibi taleplere biraz daha sahip çıkabilir AB ve Amerika. Bunu fırsat bulursa TÜSİAD biraz daha sesli talep edebilir.

Ama karşıda “Siz ne derseniz deyin benim bir kulağımdan girer diğer kulağımdan çıkar” diyen bir adam var. Somut bir yaptırımın olmadığı koşulda istediğiniz kadar diktatör deyin. Mesela AB sözlü eleştirinin ötesine geçip somut bir yaptırıma gidebilir mi?

“Tam üyeliği askıya alabiliriz” dedi işte.

Bunun somut bir karşılığı var mı, Türkiye ekonomisini zorlayacak birtakım somut tedbir ve yönlendirmeler yapabilir mi?

Yönlendirmeler başladı zaten. Birtakım kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirmesi basit bir şey değil aslında. Yanı sıra IMF raporları; onlar da ciddi uyarılar yapmaya başladılar. Buradan ekonomik olarak sıkıştırmaya başladılar. Daha az sermaye geliyor, var olan sermaye çıkıyor. Hala 70 milyar dolarlık bir sıcak para dolaşıyor Türkiye’de. Bunların üçü beşi çekildiğinde bile sarsıntı oluyor. Daha ciddi çekilmeler olabilir ya da bir dizi ambargo vs. uygulayabilirler.

EKONOMİK DURUM YÖNETİLEBİLİR OLMAKTAN ÇIKIYOR

Ekonomik olarak ellerinde isterlerse kullanabilecekleri başka şeyler var. Bir de genel olarak havayı soğuturlarsa sermayeyi ürkütürler. Sermayenin ürkmesi zaten yeterlidir. Su andaki durum zaten yönetebileceği bir durum olmaktan çıktı rejimin. Şu andaki ekonomik parametrelerle bu ekonomiyi yönetmek son derece zorlaştı.

İşsizlik yükseliyor, büyüme küçülüyor, iç talep daralıyor, firmaların tahammül güçleri azalıyor. Burada hava dönmediği takdirde kayba uğrayacak. Yarın öbür gün sokağa yansıyacak, yansımaya başladı da. Yüzde 13-14’ü bulan tarım dışı işsizlik var ve her ay artış halinde. Bunların önemli bir kısmı diplomalı işsizler. 3,2 milyon işsizin 925 bini. İşyerleri yarın öbür gün tensikata başlayabilirler.

Bu daralmayla beraber bir yandan bel bağladıkları konut sektöründe önemli bir stok var ve buradan dökülmeler başlayabilir. Her ne kadar bütçeden bazı destekler çıkmaya kalksalar bile bu kez de bütçeyi yarabilirler, yani mevcut parametreler zaten bu ekonomiyi yönetilebilir, sürdürebilir olmaktan çıkarmış durumda. Bunu biraz daha aşağı çekecek bir durum, tutum kendi başına bir yaptırım olur.

Erdoğan da bunun farkında galiba. Çünkü biraz gaza basmış halde. Savaş üzerine kurulu bir iktidar bloku var ve diğerlerini susturdu. Böyle bir 6 ay götürüp referandumda başkanlığı alayım, diye düşünüyor olamaz mı…

Evet bir an önce o başkanlığı almak istiyor. Onun bütün argümanı sandık üstüne. “Beni halk istiyor, bu rejimi halk istiyor, idamı da halk istiyor, irade bu, buna nasıl karşı çıkarsınız…” Bu argümanla hareket ediyor.

Ama canı istediğinde başka iradeleri tanımıyor. Orada 6 milyon Kürdün seçtiği HDP’yi doğruyor, sonra “Gelsin PKK sizi kurtarsın” diyor. Sanki HDP’yi PKK sandıktan çıkarmış gibi. Canı istediğinde milli irade, canı istediğinde kayyum.

YÜCE DİVAN’DAN KURTULMAK İÇİN

Etrafındaki bütün kuşatmayı göze alarak, bir an önce başkanlığa sürüklemek, seçim yaptırmak ya da referandum yaptırmak istiyor. Seçmen desteği henüz yok olmadan, seçmen desteği ile korkutarak, özendirerek o başkanlık ipini bir yakalamak ve onunla en azından Yüce Divan’dan kurtulmak istiyor. Aslında son derece açık bir hedef var. “Durursam ve hava değişirse Yüce Divan riskim artıyor ama durmazsam, tersine bütün düşmanlarımı tepeler ve bir an önce başkanlık ipini göğüslersem canlı kalkan seçmen sayesinde Yüce Divan’dan yırtma şansım var.” Bunun peşinde.

TÜSİAD bu senaryoya yatar mı peki?

Sanmıyorum. Başkanlık modelini Türkiye taşıyamaz. Çünkü diyelim başkanlığına olur verdiler, başkanlık demek aslında parlamentonun pas edilmesi, bütün güçlerin bir kişinin elinde toplanması… Şimdi böyle bir siyasi modelle, uluslararası kapitalizme bu kadar muhtaç bir kapitalizm sürdürülebilir mi, yaşanabilir mi?

YARIN İŞ BANKASI KAMULAŞTIRILABİLİR

Bir de bunun son derece kayırmacı olduğunun farkındalar. Yani bu kapitalizm herkese eşit durup herkese eşit dağıtmıyor ki. Burdan da gelen bir itiraz var ama bunu çok seslendirmiyorlar. Bu kapitalizmde bu başkanlık sistemi gelirse, yarın İş Bankası’nı kamulaştırabilir, gözünün yaşına bakmaz. “Zaten kamusal bir banka” der, pat diye devlet bankasına dönüştürür. Öbürlerine her an çeşitli kulplar takabilir.

Bugün kendine düşman gördüklerine nasıl FETÖ’cü, PKK’ci kulp takıyorsa, hoşlanmadığı bütün aktörlere bu yetkilerle her şey yapabilir. Bu yetkilere teslim etmek, sermaye açısından da son derece risktir. Bugün bir dizi şirketin başına gelenler yarın muhalefet ettikleri takdirde öbürlerinin hepsinin başına gelir. O nedenle bence bunlar rıza göstermiyorlar alttan alta ama sesli muhalefete cesaret edemiyorlar.

SERMAYENİN KAYBEDECEK ÇOK ŞEYİ VAR

Çünkü sermaye gerçekten daha çok kaybedecek şeyi olduğunu düşünüyor. Sonuçta bir vergi cenderesine alınma, bir FETÖ, PKK torbasına atılma meselesidir. Bunlar oluyor. Bunun örneklerini özellikle ortaya koyuyorlar, sindirmek için.

Ama gene de bir başkanlık modeline onay vereceklerini sanmıyorum. Olmaz, uymuyor, ondan dolayı. Şu dönemde bu yönetim değişikliğiyle beraber Trump’ın ve AB ile beraber onun lideri Almanya’nın vs. bütün bunların rejimi biraz daha köşeye sıkıştırmasını isteyebilirler.

Yani Eczacıbaşı boşuna vermedi mesajı?

Boşuna vermedi mesajı adam durduk yerde.


[1] Business HT’de yer alan 9 Kasım tarihli haberde, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Trump’ın başkanlığını olumlu karşıladığını belirterek şunları söylemişti:

Trump eğer kaybetseydi belki kendisine antipati duyduğumuz için pek çoğumuz memnun olacaktık ama bu bir çözüm olmayacaktı. Çok büyük halk kitleleri mutsuz. Bu sistemin kendileri lehine çalışmadığını düşünüyorlar ve öfkeliler. Bu nedenle böyle aykırı gözüken adaya oy veriyorlar. 

Çok yakın bir geçmişte hepimiz dünyada sorunların çözümlendiğini sanıyorduk. Sovyetler Birliği yıkılmış, Doğu Bloğu çökmüştü. Hepimiz düşünüyorduk ki demokrasi ve serbest piyasa insanların tüm sorunlarını çözecek. Bunun böyle olmadığının ilk işareti 11 Eylül 2002’de geldi. Galiba bir şeyler ters gidiyor diye başladık. Bugün o işaretleri çok yaygın görüyoruz. İnsanlar reform beklentisi içindeler. Trump, bu reformu yapabilir mi yapamaz mı bilmiyoruz. Eğer yapabilirse insanlık rahat bir düzene kavuşacak, eğer yapamazsa yapamayacağını vaat eden seçmenlere oy vermenin yanlış olduğunu anlayacak diye düşünüyorum. Eğer Hillary Clinton kazansaydı tamamen kurulu düzenin bir adayı olarak bu reformları yapma şansı çok düşüktü diye düşünüyorum.”

Written by Mustafa Sönmez