AKP rejimi, Türkiye’de 14 yıllık inşasını  adım adım gerçekleştirirken  birçok yasayı ve Anayasa’yı açıkça ihlal etti.  Şimdi ise  bir Anayasa değişikliği ile “Tek adam rejimi”ne ulaşmayı, böylece geride bıraktığı kanunsuzlukların hesabının sorulmasının önünü kesmeyi, geçmişe sünger çekmeyi hedefliyor.

Anayasa değişikliği ile yasama ve yargıyı yürütmeye, daha doğrusu “Tek adam”a tabi kılmaları halinde , yargının, failleri yargıya götürecek yasamanın önünün kesileceğini umuyorlar.

Anayasa değişikliğine gidilmesinin  bundan başka hiçbir gerekçesi, makul bir yanı yok. Bunu yapmaya mecburlar. Çünkü, gerçekten de bagajları, yasa ve anayasa ihlalleri ile dolu ve eninde sonunda, günün birinde, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’te dörtte üçlük bir çoğunlukla Yüce Divan’a sevki mümkün. Bugün için muhtemel olmasa da, bir gün  mümkün. O zaman da hedef şu: Bu muhtemel olmasa da, mümkün olan şeyi imkansıza yakın hale getirmek, işlemez kılmak ve tahayyül edilen tekçi devlet sistemini inşa ederek bu olasılığı neredeyse sıfırlamak

Ekonomik konjonktür

“Tek adam rejimi” isimli  siyasi hamle için uzun zamandır hazırlık yapanların işi, “Hayır” cephesinin hızla kalabalıklaşmasıyla giderek zorlaşıyor. Hayır cephesinin genişlemesinde ekonomik etkenler, büyüyen kriz yangını da önemli olacağa benziyor.

Tek adam hedefli maratonun son 100 metresi, tam da Türkiye’nin uzun zamandır iniş halinde olan ekonomisinin iyice darboğaza girişine denk geldi. Hatta bu faşizan hamle, Türkiye ekonomisine dışarısının güvenini sarsarak darboğazı daha da daraltıcı etkide bulundu.

Uluslararası değerlendirmelerde “Yükselen ülkeler arasındaki  5 kırılgan ülke” arasında yer alan Türkiye ,  özellikle 2015’te hızlanan bir düşüş içine girdi.

Ekonomik büyümesi ağırlıkla dış kaynak girişine bağımlı olan ve “dolça vita”yılları olarak da adlandırılan 2002-2007 dönemi ile 2010-2013 dönemlerinde yılda ortalama 40 milyar dolar dış kaynak çeken Türkiye’ye, 2013 sonrası girişler önce yavaşladı, sonra da yerini, çıkışlara bıraktı

Global sermayenin giriş-çıkış tercihlerinde, hem dışarıdaki  gelişmeler, hem de  Türkiye’nin içeride üretilen riskleri etkili oldu. ABD’de, 2013 ortalarında uç veren büyüme-yüksek faiz sinyalleri ile , Türkiye gibi ülkelere geçici park eden yabancı fonlar, yüzlerini Batı dünyasına  dönünce, AKP rejimini  10 yıl boyunca koruyan şemsiye, ters döndü. AKP için yüksek büyümeye, onun getirdiği seçmen odaklı popülizme kaynaklık eden “ucuz dolar dönemi”, yerini pahalı dolara ve onun yangınlarına terk etti.

Dış gelişmelere paralel olarak, 2013 ortalarından itibaren, Türkiye’nin ekonomik, politik ve jeopolitik riskleri hızla birikmeye başladı. Bu durum, yabancıları iyice uzaklaştırdı ve doların fiyatını hızla yükseltti. Dolar 2015’te yüzde 25 artarak yıllık ortalamasını 2.72’TL’ye çıkarırken , 2016’da bunun üstüne yüzde 20 daha pahalandı ve yıllık ortalama 3,02 TL’ye yaklaştı. Dolar, 2017’nin ilk ayını da 3,74 TL ortalama ile bitirdi.

Doların tırmanışı

Bu ölçüde sert dolar fiyatı yükselişini beklemeyen Türkiye ekonomisinin tüm makro dengeleri olumsuz etkilendi. Şubat ayı başında yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9,2 yi buldu. Resmi işsizlik genelde yüzde 12’ye yaklaşıyor, özellikle eğitimli gençler arasında yükselerek yüzde 15’in üstüne çıkmış durumda. Hanehalkının sırtında 400 milyar TL(100 milyar Euro dolayında) banka borcu yükü var ve iş kayıplarıyla borç taksitleri ödenemiyor. Batık kredi oranı yüzde 5’in üstüne.Tabi ki şimdilik. İnşaata odaklı ekonomide konut stokları birikiyor ve çarklar yavaşladıkça irili ufaklı inşaatçılar ve onlara bağlı iş yapan birçok sanayi dalı zor zamanlar yaşıyor. Turizm iki yılda üçte bir oranında küçüldü. İhracat, gerileme halinde. Cari açık, düşen enerji fiyatlarına rağmen azalmadı, enerji fiyatlarının yeniden yükselişi, hem açığı hem enflasyonu tetikledi. Özellikle de dövizle borçlanmış , önemli bir kısmı da rejime yakın firmaları zor zamanlar bekliyor.

Bütün bunların tam da “Tek adam” için rejim değişikliği operasyonuna denk gelmesi, AKP’yi endişelendiriyor ve baş gösteren kriz ateşi, seçmen tercihini fazla etkilemeden, Nisan ayında sandıktan rıza alınmasına çalışılıyor.

Bunun için de kriz ateşinden etkilenen kesimlere kamu bütçesinden – yüksek bütçe açıklarını göze alarak- fonlar aktarılmaya başlanıyor. OHAL şartlarında, Merkezi bütçeye paralel olarak oluşturulan Sayıştay denetimi dışı tutulan Varlık Fonu’na ise, kamu banka ve şirket hisseleri aktarılarak bu fondan esas olarak mega projeleri üstlenmiş ve diğer yandaş sermayedarlara can simitleri atılıyor.

Bu arada, doların ateşini aşağıda tutacak parasal formüller de aranıyor. Bütün bunların yanında, dış rüzgarların ters dönmesi , çıkan sermayenin geri gelmesi için de umutlar besleniyor.

Yükselen dolar fiyatının el freni, TL faizlerini artırmak. Ancak bu, iç piyasayı daha da soğutacak bir önlem. Bundan özellikle RT Erdoğan  kaçıyor ve Merkez Bankası’na faiz artırımı konusunda soğuk mesajlar gönderiyor. Merkez Bankası ise radikal ölçüde  faiz artırmaktan sonuç alınıp alınmayacağından emin değil. Çünkü doların tırmanışında, sıcak paranın Türkiye’den çıkışı kadar, içeride yüksek döviz borcu olan firmalardan gelen yüksek talebin de etkisi var. Özellikle “mega projeler” denilen ve aralarında üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Avrasya Tüneli, Gebze-İzmir otoyolu, sağlık kampüslerinin bulunduğu devlet himayeli kamu-özel iş birliği projelerini üstlenen firmaların döviz açıkları 213 milyar Dolar dolayında ve bu firmalar için her 1 kuruşluk dolar fiyatı artışı, 2 milyar TL’lik (500 milyon Euro) kur zararı demek. O nedenle bu firmalar, açık pozisyonlarını daraltma telaşı ile, sürekli dolarda göreli düşüşleri kovalıyor ve dolar satın alarak açıklarını azaltmaya çabalıyorlar. Bu firmalardan gelen dolar talebi  bile tek başına doları sürekli belli basamakta tutmaya yetiyor.

Dolardaki olağan dışı fiyat artışlarının arkasında ise temelde azalmak bilmeyen ağır iç ve dış politik riskler var. Bu riskleri azaltacak bir normalleşme yerine, otoriter ve çatışmacı iklimi körükleyecek bir anayasa değişikliği gündemde. Böyle bir ortamda, dışarıda ABD gibi bir alternatifi olan yabancı fonların geri dönüşü kolay değil. Rejimin tek umudu, ABD’de işlerin yolunda gitmemesi. Bunun için de Trump’ın saçmalamaya başlaması yetiyor. Nitekim, daha iktidarının ilk günlerinde Meksika sınırına duvar, Müslüman ülke yurttaşlarına giriş yasağı gibi Turmpvari davranışlar, dolara değer kaybettirdi, yabancı fonları da “bekle-gör”e geçirdi

Ne yapılıyor,yapılacak?

Referandum tarihine kadar rejimin ekonomiden gelecek negatif etkilerin “hayır”ları artırmaması için yapılacak şeylerden biri, kamu bütçesi açıklarını göze alarak çeşitli kesimlere can simitleri atmak. Vergi kolaylıkları, teşvikli krediler, maliyet azaltıcı önlemler, çeşitli kesimlere vergi afları, düşük krediler vb.ler. Bunun için İşsizlik Fonu ve yeni kurulan Varlık Fonu kaynakları da kullanılıyor, kullanılacak. Krizin yara beresine karşı bu pansumanlarla şikayetler azaltılmak isteniyor.

Kriz ateşini körükleyecek dolardaki yeni tırmanışların olmaması için de   umut Trump’da !. ABD’de kamuoyunda tepkiye yol açan her icraat, global fonlarda ürkmeye ve ABD’ye yerleşme konusunda “bekle-gör”e , geçici de olsa Türkiye gibi ülkelerde oyalanma tercihine neden oluyor ve devam edebilir. Bu da global fonlarda kısmi geri dönüşler, dolayısıyla, Türkiye’de borsada artış ve doların fiyatının görece gerilemesi demek.

Ancak yine de Mart ayında beklenen ABD Merkez Bankası Fed’in faiz artışı, global fonlar için esas karar anı. Bu gerçekleşirse, dolarda sert artışlar ve Türkiye ekonomisinde yeni çatırdamalar, referandum öncesi kaçınılmaz hale gelebilir, “Hayır” tercihi daha da yükselebilir.

 

 

 

Written by Mustafa Sönmez