Atatürk, anti-feodaldi ama anti-kapitalist değildi…
Bağımsız dergisinin 10 Kasım 2013 sayısına verilen mülakat; Soru: Atatürk döneminin ekonomi politikaları için ilk…
ABD Başkanı Donald Trump’ın düşük performansı ve başkanlığı devralırken koyduğu hedeflere ulaşmakta başarısız kalması, küresel fonları başta Türkiye olmak üzere yeniden çevre ülkelere yönlendirdi. Özellikle Türkiye, 2016’nın ikinci yarısında büyüme oranı yüzde 1’e düşen ve krizin eşiğine gelen ekonomisini, yabancı fon girişiyle toparlıyor. Arkasında bütçe açığı, batık kredi riski, cari açık büyümesi, kemikleşen işsizlik ve çift haneli enflasyon gibi sorunlar biriktirse de AKP rejiminin 2017’yi yüzde 3,5-4 büyüme ile kapatması olası.
Trump’ın vaat ettiği vergi indirimleri, altyapı yatırımları gibi reformları yapma ihtimali zayıf görünürken daha yavaş bir faiz artırımı ihtimali gündeme geldi. FED’in yavaş faiz artırdığı, AB ve Japon merkez bankalarının parasal genişlemeye devam ettiği bir ortam, bol ve ucuz para dönemine dönüş demek. Küresel fonlar yükselen çevre ülkelere daha fazla akmaya başladı. Yerel paralar dolara karşı değer kazanırken faizler de düşüş eğilimi içinde.
ABD ekonomisi konusunda belirsizlik algısı oluştu. Bu durum, ABD ekonomisinin büyümesini yüzde 2’den yüzde 3’e çıkarması ihtimalini ve inancını da zayıflattı. Bütün bunlar da ABD Merkez Bankası FED’in faiz artırım hızını kesiyor. 2017 için dört kez artırıma gidileceği bile savunulurken beklenti kısa sürede üçe düştü. Şimdi ise Trump faktörü nedeniyle bu beklenti ikiye iniyor.
Trump’ın tökezlemesi, büyüme tahminlerinin revizyonunu da beraberinde getirdi. Dünya Bankası, “Küresel Ekonomik Beklentiler” raporunun haziran sayısında ABD ekonomisinde 2017 büyüme tahminini 0,1 puan düşürerek yüzde 2,1’e indirdi. Trump’ın iddiası yüzde 3’e çıkarmaktı. Raporda ayrıca Türkiye, Çin, Brezilya, Meksika, Hindistan, Endonezya ve Rusya’dan oluşan en büyük yedi yükselen ülkenin ise dünya ekonomisinin büyümesinde öncü olacağı belirtiliyor. Banka, raporda Türkiye ekonomisinin hızlı bir toparlanma gösterdiğini belirtti ve Türkiye için bu yılki büyüme beklentisini 0,5 puan yukarı çekerek yüzde 3,5’e yükseltti.
2016 ortalarında ayak sesleri duyulan krize karşı AKP rejimi bir dizi önlem geliştirdi. Bu önlemlerle kriz fırtınasına karşı dümen tutmayı bilen rejim, Trump’ın tökezlemesiyle geri dönüş yapan yabancı fonların rüzgârını da arkasına alarak krizi şimdilik aştı, bir büyüme ivmesi yakaladı.
3 Haziran’da MÜSİAD Genel Kurulu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “2017 tarihi bir sıçrama yılı olacak” dedi ve şöyle devam etti: “Borsadaki yükseliş, dövizdeki düşüş, piyasaların ekonomiye tam güveninin işaretidir. Şimdi harekete geçme zamanıdır. Hiç işi geciktirmeyin. Böyle zamanlarda yatırım şansınızı değerlendirirseniz bereketi daha fazla olur. Tüm imkân ve cesaretinizle yatırım yapın, üretim yapın, ihracat yapın, istihdamı zorlayın.”
Türkiye, 2016 Eylül ayından itibaren kredi derecelendirme kuruluşlarının yatırım yapılabilir ülke notunu kaybetmiş olmasına rağmen, burnunu mandallayan sıcak paraya adres olabildi ve doların yükselişinin durması, hatta gerilemesinin etkisiyle canlanan iç talep, hatta ihracat, büyümeyi getirdi.
Trump’ın tökezlemesinin etkisiyle yükselen ülkelere dümen kıran yabancı fonların adreslerinden biri de Türkiye oldu. Özellikle Şubat ayından itibaren sıcak para da denilen portföy yatırımları arttı. 2017’nin ilk beş ayında hisse senetleri ve devlet iç borçlanma senetlerine gelen net yabancı kaynak tutarı 4,3 milyar dolara vardı.
Bunun etkisiyle Ocak’ta 3,73 TL olan dolar kuru, Haziran ayında 3,50’lere kadar indi. Daha hızlı inişi frenleyen etken ise döviz açığı olan şirketlerin açık kapatmak için düşen dolara talip olması. Şirketlerin Kasım 2016’da 211 milyar dolar olan net döviz açıkları, yapılan dolar alımlarıyla Mart ayında 196 milyar dolara kadar inmiş durumda.
Yakalanan büyüme ivmesinde en etkili rüzgâr, özel sektöre büyük teşviklerin verilmesi, Kredi Garanti Fonu aracılığıyla 180 milyar lirayı geçen kredi açılması. Bu adım, hem şirketler kesimindeki hem bankalar tarafındaki stresi azalttı. Etkili olan bir diğer etken de referandumla siyasi belirsizliğin bir ölçüde geride kalmış olması.
İhracat da büyümeye pozitif katkı vermeye başladı. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, yılın ilk çeyreğinde ihracatın büyümeye 1,5 puan seviyesinde katkı vereceğini söyledi.
Yabancı fonların Türkiye’ye akışında faizlerin çekiciliği önemli. Fonların ağırlıklı kısmı devlet iç borçlanma senetlerine rağbet etti. Bu tercihin nedeni ise cazip faizler. Hazine’nin iki yıllık gösterge tahvilinin faiz oranı yüzde 11-11,5 arasında seyrediyor. Türkiye’deki faiz düzeyi, “kırılgan beşlinin” diğer üyeleri Brezilya, Güney Afrika, Endonezya ve Hindistan ile karşılaştırıldığı zaman bile en yüksek getiriyi oluşturuyor.
Büyüme parıltılı madalyonun bir de öteki yüzü var. Ve o yüzde bazı kırılganlıklar sürerken, bunlara yenilerinin eklenmeye başladığı da görülüyor. Örneğin, Şubat 2017 işsizlik oranı yüzde 12,6. Tüketici fiyatları mayısta yıllık yüzde 11,7, sanayici-üretici fiyatları da yüzde 15,3 olarak gerçekleşti. Bu konu yakın gündemin en önemli sorunlarından biri olmayı sürdürecek. Mart turizm gelirleri ise 2016’ya göre bile düşüşe işaret ediyor.
Kurumlar vergisi indirimleri, prim destekleri, ÖTV-KDV oranlarının aşağı çekilmesi, bol kepçe kamu harcamaları, hepsi uzun vadede bütçeye yük olacak, kamu mâliyesinin dengelerini bozacak, son tahlilde faturayı alt sınıflara yükleyecek uygulamalar.
Bir de kriz yangınına boca edilen suyun, yani Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) akıbetinin ne olacağı sorusu var. KGF’den desteklenen, çoğu 1-3 yıla kadar ödemesiz, vadesi 10 yıla kadar uzanan Hazine garantili fonların tutarı 180 milyar TL’ye dayandı. Toplam limit ise 250 milyar TL’ye çıkarıldı. Özellikle kamu bankaları referandum öncesi bu kredileri cömertçe dağıttı. Gürültü, muhtemelen geri ödeme zamanı gelince kopacak.
2016 sonundan bu yana bankacılık sektörünün kredi hacminde 160 milyar TL’lik bir sıçrama yaşandı. Buna karşın sektörün TL mevduatları, yüzde 15’e ulaşan yıllık faizler önerilmesine karşın sadece 33 milyar TL artmış durumda. Bu nedenle bankacılık kesiminde önemli bir kaynak sıkıntısı var. Merkez Bankası devreye sokularak sıkıntı aşılmaya çalışılıyor. Kaçınılmaz sonucun ise daha yüksek enflasyon, daha fazla tahsil edilemeyen alacak, kamu bütçesine daha da büyük yük olmasından endişe ediliyor.