Polis Devletinin Neresindeyiz?
Mustafa SönmezTürkiye, AKP iktidarı ile birlikte hızla polis devleti haline geliyor. Polisteki “cemaat vesayeti” artık…
Neredeyse bir yıl önce 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız askeri darbe girişimi tüm toplumsal hayatı ve doğal olarak ekonomiyi de etkiledi. Darbenin yapıldığı temmuz ayının yarısını da kapsayan üçüncü çeyrekte ekonomi uzun zamandan sonra ilk kez negatif büyüme yaşadı. Ama 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tesis edilen Olağanüstü Hal (OHAL) düzeni ve o çerçevede çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler de ekonomide hükümetin elini güçlendirdi ve eşiğine gelinen krizi aşmada, ekonomiyi yeniden büyütmede imkânlar sağladı. 15 Temmuz’un ardından FETÖ’cüler diye bilinen darbe girişimcileri ve destekçisi olduğu öne sürülen kişi ve kurumlara ait irili ufaklı ekonomik varlıklara el konulması, bu varlıkların bazılarının el değiştirmesi gibi bir süreç de gündeme taşındı.
15 Temmuz 2016’ya gelinceye kadar Türkiye ekonomisi yılın ilk yarısını yüzde 5’e yaklaşan bir büyüme oranı ile kapamıştı. Ekonominin işleyişinde yaşamsal önemi olan dış kaynak girişi yavaşlamış olduğu için resmi rezervlerden ve yurt dışında tutulan “net hata-noksan” olarak da nitelendirilen, kaynağı belirsiz döviz girişleri sayesinde doların fiyatı 2,85-2,90 TL aralığında tutuluyordu.
Darbe girişimini izleyen haftalarda, bekleneceği üzere, reel üretimde, iç tüketimde, yatırımlarda sert düşüşler gözlendi. Bu, özellikle Türkiye’ye yatırım notu veren Fitch, Moody’s, S&P gibi kredi derecelendirme kuruluşları açısından Türkiye’nin risklerinin daha da artması ve ülkenin yatırım yapılabilir durumdan uzaklaşması anlamına geliyordu. Nitekim 20 Temmuz 2016’dan başlayarak bu kuruluşlar, Türkiye’nin notunu “çöp” tanımına soktular. Bu durum darbe girişimi yaşamış, dolayısıyla politik riski de yükselmiş Türkiye’nin risk primini daha da yukarı çekti.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi ülkeden ekim ayından itibaren dış sermaye çıkışını da beraberinde getirdi ve ABD dolarının tüm dünyada değer kazanması bu etkene eklenince birçok yerel para gibi Türk lirası da dolar karşısında değer kaybetmeye başladı. Darbenin yapıldığı Temmuz ayında 2,96 TL olan doların fiyatı, izleyen aylarda ve 2017’nin ocak ayında düzenli olarak arttı ve ocak 2017 ortalama fiyatı 3,73 TL’yi buldu.
Artan dolar fiyatının da olumsuz etkilediği mal ve hizmet üretimi, darbenin yapıldığı temmuz ve izleyen iki ayda ekonomik küçülmeyi getirdi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “darbeli çeyrek”te ekonominin yüzde 1,3 küçüldüğünü açıkladı. Özellikle sanayide küçülme dikkat çekici boyuttaydı.
Politik düzeyde darbe girişimi karşısında Olağanüstü Hal ilanı ile yeni bir dönem başlatan AKP rejimi, OHAL’in yürütme gücüne verdiği yetkileri sadece siyasi alanda kullanmakla kalmadı, krizin eşiğine gelen ekonomiyi yönetmede de devreye soktu. Meclis’i dışarıda bırakarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), ekonomi alanını da kapsadı. Bu anlamda 15 Temmuz gerekçeli OHAL yönetimi, kriz ihtimaliyle yüz yüze kalan ekonomiyi yönetmede de kullanıldı.
Merkezi bütçenin ve bazı durumlarda Merkez Bankası’nın bazı işlevlerine paralel işlevlerle donatılan Türkiye Varlık Fonu’nun kuruluşu, 15 Temmuz’u izleyen ayda gerçekleşti. Fon ile ilgili birçok kararname art arda OHAL ikliminde çıkarıldı. Örneğin, 680 sayılı KHK ile şans oyunlarının lisansı 49 yıllığına Türkiye Varlık Fonu’na verildi. Bir başka KHK ile yapılan düzenlemede, bazı kamu kuruluşlarına döviz borcu olanlar için borçlarını 2 Ocak 2017 tarihli kur üzerinden ödeme imkânı getirildi. Ayrıca pek çok işletmedeki kamu paylarının Bakanlar Kurulu kararıyla Sayıştay denetimine tabi olmayan Türkiye Varlık Fonu’na aktarılmasının önü açıldı.
Türkiye Varlık Fonu’nun ulaşacağı büyüklüğün 200 milyar doları bulacağının anlaşıldığını kaydeden CHP milletvekili Faik Öztrak, “Fonun Sayıştay denetimine tabi olmadan faaliyette bulunacağı da düşünüldüğünde, son dönemde Olağanüstü hal kararnameleriyle bu fona ciddi miktarda kaynak transferinin yapılması kamuoyunun dikkatini çekmektedir” değerlendirmesinde bulundu. Öztrak, Başbakan Binali Yıldırım’a şu soruyu yöneltti: “Olağanüstü hal KHK’larıyla, ekonominin günlük işleyişine ilişkin düzenlemeler yapılması Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 121. maddesine açıkça aykırı değil midir?”
OHAL ile birlikte bir hayli işlevsizleştirilen TBMM’de bu tür sorular pek doyurucu cevaplar bulamadı. Ama AKP iktidarı bu KHK’lar ile özellikle doların tırmanışını belli ölçülerde frenledi. Zordaki şirketlere kredi pompalanması, kamu açıkları pahasına vergi indirimlerine gidilmesi, istihdamın maliyetinin bir kısmının devletçe üstlenilmesi, başlamış grevlerin ertelenmesi gibi önlemlerle krize giden ekonomi yönetilmeye çalışıldı. Şubat 2017’den başlayarak ise dünyada rüzgârların Türkiye gibi yükselen ülkeler lehine yön değiştirmesi, sıcak paranın yeniden girişi ile dolar fiyatı 3,50-3,60 TL bandına kadar geriledi ve iç pazara dönük büyüme hızlandı. Öyle ki, 2016’nn son çeyreğinde yaşanan yüzde 3,5’lik büyümenin ardından 2017 ilk çeyreğinde de büyüme yüzde 5 olarak açıklandı. Bu sonuçta 15 Temmuz ile birlikte geçerli kılınan OHAL ikliminin de etkisi olmuştu.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında Fethullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) karşı yürütülen operasyonlar, bir başka ekonomi gündemini oluşturdu. Daha darbe girişimi öncesi, bazılarına kayyum atanan çok sayıda şirket 1 Eylül 2016’de çıkarılan KHK ile art arda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilerek AKP rejiminin kontrolüne geçti. Koza-İpek, Boydak, Dumankaya, Naksan, Akfa, Kaynak, Fİ Yapı gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren ve çok sayıda şirketi bünyesinde bulunduran gruplara el konuldu.
TMSF, bu şirketlerin akıbeti ile ilgili düzenlemede, “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun ilişkili olduğu Bakan tarafından karar verilebilir. Satış ve tasfiye işlemleri ilgili şirketin yönetim kurulu tarafından yerine getirilir” açıklamasını yapıyordu.
İlgili Bakan Nurettin Canikli, TMSF’ye devrolan şirketlerin aktif büyüklüğünün 40,5 milyar lira olduğunu açıklıyordu. Canikli, “858 şirket şu anda kayyum sıfatıyla TMSF tarafından yönetilmektedir. Şu ana kadar da 259 kişi kayyum olarak atanmıştır. Bu şirketlerin toplamında da 44 bin 868 kişi çalışmaktadır” diyordu.
FETÖ kapsamında el konulan varlıkların TMSF’ye devredilen 858 şirketle sınırlı olup olmadığı bilinmezken dernek, okul, dershane gibi kurumların varlıklarının TMSF turnikesine sokulmamışsa yine milyonlarca doları bulan büyüklüklere ulaştığı söylenebilir.
Yıllık ulusal geliri 800 milyar dolar dolayında olan Türkiye’de FETÖ’ye ait el konulan varlıkların toplamı 14-15 milyar doları bulsa bile bunun makro dengeleri temel güç ilişkilerini etkileyen bir büyüklük olduğu söylenemez. Ama yine de Türkiye iktisat tarihinde örnekleri görülen gayrimüslimlerin varlıklarına çeşitli gerekçelerle el konulması gerçeğinden sonra, Müslüman sermayedarlar arası “mülksüzleştirme”nin ilk örneği, 15 Temmuz ile yaşandı denebilir.