Türkiye’de normal tarihinden 16 ay erkene alınarak 24 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri ülkenin politik topoğrafyasında kayda değer bir değişiklik yaratmamış görünüyor. Seçim konjonktürünün ekonomide yarattığı belirsizlik ortadan kalkmış olsa da ekonomik görüş sahası netleşmedi. Sis bulutları dağılmadı, riskler azalmadı. Hem iç hem dış ekonomik aktörler için Türkiye piyasası bir dizi bilinmezlikle dolu, sürprizlere gebe ve güven vermekten henüz uzak. Bu gözleme kanıt olarak ülke ekonomisi için yaşamsal önem taşıyan döviz, faiz fiyatlarını, yabancı yatırımcı açısından risk primi (CDS) seyrini anımsatmak yeterli.

Türkiye ekonomisinin nabzını veren Amerikan Doları/TL fiyatı erken seçim kararı alındığı sıralarda henüz 4 TL dolayında iken iç ve dış olumsuz rüzgârların etkisiyle 4.90 basamağına kadar çıkmış ve Merkez Bankası’nı faiz artırmaya zorlamıştı. İki ayda TL faizleri beş puan artırılarak yıllık yüzde 18’in eşiğine getirildi.

Mayıs itibarıyla tüketici enflasyonunun yüzde 12, üretici enflasyonunun yüzde 20’nin üstüne çıktığı Türkiye ekonomisinde, artırılan faizler birikim sahiplerini TL’de tutmaya hâlen yeterince ikna etmiş değil. Daha önemlisi içeride ve dışarıdaki rejime dönük güven eksikliği birikimlerin dövizde tutulması eğilimini caydırmıyor.

Bu eğilim 24 Haziran seçimleri sonrası da pek gerilemedi. Seçimleri izleyen hafta içinde dolar fiyatı 4.70 TL basamağına sıçradı ama iç ve dış gelişmelerin etkisiyle haftayı 4.60 basamağında kapadı. Bu fiyat seçim öncesinden farklı değil.

Güvensizlik durumu ülkenin risk primi (CDS) göstergesinde de gözleniyor. Seçimler öncesinde Yunanistan’ın risk primi olan 320’lerin de üstüne çıkan Türkiye’nin risk katsayısı seçimler sonrası 300 basamağının altına inemedi. Risk primi benzer yükselen ülkelerden Brezilya’da 270, Rusya’da ise 140 dolaylarında. Risk primi Türkiye’nin dışarıdan borçlanırken katlanmak zorunda kalacağı faiz seviyesini de belirleyen bir etken. Başka bir ifadeyle, Türkiye dışarıdan borçlanırken ABD’deki 10 yıllık tahvil faizine ek olarak risk priminin işaret ettiği faizi de ödemek zorunda.

Önümüzdeki 12 ayda Türkiye’nin temin etmek zorunda olduğu dış kaynak 233 milyar dolar. Bu kaynak bulunabilirse ancak bu yüksek faizi ödemek şartıyla kullanılabilecek. İhtiyaç duyulan dış kaynak tutarının 183 milyar doları vadesi gelen ve çevrilmek zorunda olunan dış borçtan, 50 milyar dolar kadarı da yıllık cari açığın finansmanı için gerekli dış kaynaktan oluşuyor.

Yeni bir seçimden çıkmış olması Türkiye’nin bu kaynağı dışarıdan kolayca bulacağı anlamına gelmiyor. Seçimlerin dış aktörlere ne kadar güven verdiği sorusu bir yana dünyada son zamanlarda iyice belirginleşen yeni para iklimi de Türkiye gibi ülkelere artık yardım etmiyor. ABD Merkez Bankası FED’in sürdürdüğü para politikalarında normalleşme ve bu kapsamdaki faiz artışları, Avrupa Birliği’nde genişlemiş paranın paspaslanması politikaları Türkiye ve benzeri ülkelere sıcak para akışını kesti, hatta yer yer çıkışları da başlattı. Dahası, ABD Başkanı Donald Trump’ın başlattığı Çin öncelikli ticaret savaşı, İran ile petrol gerilimi gibi etkenler Türkiye ve benzeri ülkelerin aleyhine. Hele ki enerji bağımlılığıve ithalatı yüksek Türkiye açısından enerji fiyatlarındaki her artış cari açığın daha da artması ve içeride enflasyonun hızlanması demek.

Dış aktörlerin Türkiye ile ilgili soru işaretleri seçimler sonrasına da taşınmış durumda. Seçimlerden Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) oylarını pek artırmadan çıkması, parlamentoda ancak müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) desteği ile üstünlük sağlaması, yani koltuk değneğine bağımlılık pek fazla siyasi istikrar vaat etmiyor. Özellikle MHP’nin stratejik durumunu iktidarın nimetlerinden yararlanmak için kullanmak isteyeceği, bunu zaman zaman şantaja çevireceği ihtimali de güven duyulmamasında önemli bir etken.

Dış finansörlerin kulak kesildiği kredi derecelendirme kuruluşlarının raporları seçim sonrası dönemde daha çok önem taşıyor. Bunlardan biri olan Moody’s seçim sonrası yaptığı açıklamada Türkiye ile ilgili kaygılarını ifade etmekten kaçınmadı ve şöyle dedi: “Türk lirasındaki ve iç talepteki zayıflamanın etkisiyle bu yılın ikinci yarısında azalmış olsa bile cari açık Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 6’sı (50 milyar ABD Doları) seviyesinde seyredecek. Ekonominin son yıllardaki büyümesine rağmen Türk otoriteleri devam eden dış açığı artıran yapısal ekonomik problemlere cevap verilmesi konusunda sadece sınırlı bir ilerleme kaydetti. Artan genişlemeci mali politika büyümeyi sürdürülemez seviyelere kadar artırdı. Öte yandan sürdürülebilir temelde potansiyel büyümeyi artırmayı hedefleyen uzun vadeli ekonomik reformlar büyük oranda göz ardı edildi.”

Moody’s Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin genişletildiğini anımsatarak seçim sonrası beklentilerini de şöyle sıraladı: “Genişletilmiş yetkiler Cumhurbaşkanı’nın eline politika yapımı konusunda birincil sorumluluk veriyor. Sayın Erdoğan’ın hükümetinin benimseyeceği makro ekonomik politikalar son iki yılda genişlemeci mali ve para politikası ile artan dış hassasiyetlerin tersine çevrilip çevrilemeyeceği konusunda nihai belirleyici olacak.”

Yenilenen rejimin daraltıcı maliye ve para politikalarına hemen geçiş yapması isteniyor. Özellikle seçimlere giderken izlenen, akaryakıtta vergi kolaylıkları, emeklilere iki maaş ikramiye jesti gibi bütçe açıklarını artıracak icraatların derhal tersyüz edilmesi bekleniyor.

Moody’s dış aktörler adına bu beklentisini dile getirirken Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) de benzer beklentiler dile getirdi. Başkan Erol Bilecik Bloomberg HT’ye şunları söyledi: “Enflasyon hedefinde öncelikle tek haneye, sonra yüzde 5’in altına düşürecek bir yapıya kararlı bir şekilde gidilmeli. Mali disiplinin sürdürülmesi önemli.”

Kemer sıkıcı bir politikanın gerekliliğini, aksi takdirde bunu IMF’nin yaptıracağını söyleyenler de çoğalmaya başladı. Eski Merkez Bankası Başkanı ve İyi Parti Milletvekili Durmuş Yılmaz da bu isimlerden biri: “Şu anda da Türkiye, IMF’nin kapısına birkaç adım mesafededir. Acilen önlem alınması gerekiyor. Mutlaka köklü bir reform ile yola devam edilmesi gerekir.”

Aslında reform ile kastedilen cari açığa eşlik eden kamu maliyesi açığının yeniden daraltılması isteği. “IMF’siz bir IMF paketi” uygulamak anlamına da gelen bu icraat ne kadar mümkün belli değil.

Stratejik ortak MHP seçmeni sızlatacak böyle bir programın arkasında durur mu? Normal şartlarda dokuz ay sonra yerel seçimlerin yapılacak olması böylesi acı reçetelere cesaret edilmesi önünde bir engel sayılıyor. Ve tabii bir de kemer sıkma ile iyice krize girecek konut-inşaat sektörünün fazlasıyla kırılgan hali var ki kemer sıkmayı göze almak bu nedenle hiç kolay değil.

Written by Mustafa Sönmez