Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği kasım 2002’den bu yana bir kısmını, sonradan terörist ilan ettiği Fethullah Gülen cemaati ile kol kola inşa ettiği “tek adam rejimi” kostümü 24 Haziran sonrası topluma giydirilmeye çalışılıyor. Kostümün entegre olunan küreselleşmiş ekonomik düzene ne kadar uyduğu, iç ve dış ekonomik aktörlere ne kadar güven verip kabul gördüğü, şimdiden tartışılıyor.

Muhafazakâr ve Sünni İslam kumaşıyla hazırlanmış bu siyasi kostüm, yasama, yürütme ve yargının neredeyse tek adama, Cumhurbaşkanı’na tabi kılındığı bir stile sahip. 16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile gerçekleşen anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran seçimiyle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi işletilmeye başlatıldı.

Türkiye’nin içinde yer aldığı “yükselen” ülkelerde örneğin Brezilya, Güney Afrika, Hindistan, Meksika’da yasama, yürütme ve yargı bu kadar tek kişide toplanmıyor, üniversitelerin, medyanın bu kadar aletleştirildiği, anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmaz kılındığı iklimler yok. O nedenle o ülkelerde dünya kapitalizmi ile ilişkilerde Türkiye kadar dışlanma, ayrışma da yok.

Yeni sistem halkın iradesinin temsil yeri olan, yasama ve denetim işlevi üstlenmesi beklenen parlamentoyu etkisiz kılarak, bağımsız olması gereken yargıyı Cumhurbaşkanı’nın tek seçiciliğine mahkûm ederek, yürütmeyi tek adamın iyice kontrolüne terk ederek fren-denetim mekanizmalarını işlevsiz bırakmış ve tek kişinin yanlışlarına açık bir özellik göstermektedir.

Öncelikle yeni kostümde yürütme partili Cumhurbaşkanı’nda toplandı. Cumhurbaşkanı bakanların yanı sıra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı da atıyor. Eski sistemde 26 olan bakanlık sayısı azaltıldı. Hazine ve maliye tek bakanlıkta birleştirildi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan damadı Berat Albayrak’ı bu göreve getirirken Merkez Bankası dâhil finans ve maliye ile ilgili kurullar, kamu bankaları, Türkiye İstatistik Kurumu hep Albayrak’a bağlandı. Erdoğan kendi kontrolünde, ekonomide de tek adamlık yarattı.

İyice güçlendirilmiş bu yürütmenin yanında Erdoğan’a yargıya da hükmetme imkânları tanınmış durumda. Anayasa Mahkemesi üyelerinin üçünü Meclis diğer 12 üyeyi Cumhurbaşkanı belirliyor. Yargıtay üyelerinin tümü ve Danıştay üyelerinin dörtte üçü, Adalet Bakanı ve müsteşarının da dâhil olduğu 13 üyeli Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun da dört üyesini doğrudan Cumhurbaşkanı belirliyor.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyelerini doğrudan Cumhurbaşkanı atıyor.

Meclis neredeyse işlevsizleştirildi. Cumhurbaşkanı kararnameleri üzerinde etkili Meclis denetimi ancak muhalefet partilerinin Meclis’te çoğunluğu elinde bulundurması durumunda mümkün. Şu anda ise AKP’ye destek veren Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile birlikte Meclis’te de hakimiyet rejimde.

Cumhurbaşkanı milli güvenlik politikalarını belirleyecek ve olağanüstü hâl de ilan edebiliyor. Meclis’in bütçe hazırlama yetkisi ortadan kalktı. Bütçeyi Cumhurbaşkanı hazırlayacak ve Meclis’e sunacak. Cumhurbaşkanı hakkında bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma açılması için 600 milletvekilinden 301 oy, Yüce Divan’da yargılanması için de 400 oy gerekiyor. Cumhurbaşkanı herhangi bir gerekçe göstermeksizin seçimleri yenileme yetkisine sahip.

Bugüne kadarki icraatı boyunca kutuplaştırıcı, kayırmacı politikalar izleyen Erdoğan’ın tek adamlık yetkileriyle doğru kararlar alabileceğinden özellikle dış finans dünyası pek emin değil. Daha seçimler öncesi Londra’da Bloomberg’e verdiği mülâkatta Merkez Bankası bağımsızlığına dudak büken Erdoğan, para piyasalarında hayal kırıklığı yaratmıştı. Yeni kostümün giyilmesiyle göstergeleri zaten iyi olmayan Türkiye’ye piyasalar daha az güven duyuyorlar. Amerikalı Rahip Andrew Brunson’un salıverilmemesi nedeniyle ABD ile yaşanan gerilimin de etkisiyle Türkiye’nin risk primirekor kırarak 2 Ağustos’ta 345’e kadar çıktı. Bu borç para bulursan daha fazla faize katlanmak demek.

Tek adam rejiminin icraata geçmesi sonrası ekonomik göstergeler iyileşmedi, hatta enflasyon tırmanışını sürdürdü, Türk Lirası’na dönüş yaşanmadı, döviz fiyatı hızla çıktı, piyasalarda beklentiler pek iyileşmedi. Doların fiyatı 1 Ağustos’ta 5 TL’lik psikolojik sınırı aşarak daha da yukarılara gitti. Normalde TL’yi güçlendirmesi için Merkez Bankası’nın faiz artırması gerekirken bu yönde hiçbir adım atılmadı ve ekonomi 5 TL’yi geçen dolar kuru ile yüzde 25 dolayındaki faiz arasında sıkışmaya devam ediyor.

Bu mengenenin etkisinde kalan enflasyon ise temmuz ayında tüketicide yıllık yüzde 16’ya yaklaşan bir artış gösterirken üretici fiyatlarında yıllık artış yüzde 25’i buldu ve geleceğe dönük iyileşme sinyalleri görünmüyor.

ABD ile gerilim ekonomik kırılganlıkların daha da derinleşmesine yeni boyutlar katacak gibi. AKP, ABD ile çatışmacı dili terk etmiyor. Bazı yorumculara göre bu, içinden çıkılmaz hale gelen ekonomik faturayı “dış mihraklara,” özellikle ABD’ye kesmenin fırsatı olarak kullanılıyor olabilir: “Kalkınmamızı kıskandılar, önümüzü kestiler.”

Erdoğan 3 Ağustos’ta 100 günlük icraat programını açıklarken kitlelerden bir kez daha yastık altındaki varlıklarını çıkarmalarını, TL’ye yatırmalarını istedi. Ama beklentisi kendi seçmeninde bile karşılık bulmuyor olmalı ki döviz tırmanışını sürdürüyor. Batı’ya muhtaç kalmayıp Çin piyasalarından borçlanılacağını söyleyen Erdoğan ise dünya ekonomisi ile entegre Çin’in neden ABD ve AB piyasalarından Türkiye’ye farklı davranacağına hiç değinmedi.

AKP rejiminin tek adam kostümü ile dünya ekonomisine hızla entegre olmuş ve ona ağır bağımlılıkları olan ekonomik yapıyı yönetmesi iyice zorlaşıyor. Türkiye milli gelirinin yarısı kadar dış ticaret hacmi ile dünya ekonomisiyle hızla bütünleşmiş, yurt içinde 650-700 milyar dolar arasında değişen yabancı varlık bulunduran bir ülke artık. Türkiye İran ya da Rusya gibi doğal kaynak ihracatçısı da olmadığına göre bu siyasi kostümüyle Batı figürlü ekonomik dans yapamaz diyenlere şöyle bir argüman da öne sürülüyor: AKP için öncelik Batı ekonomisiyle entegrasyonun sürmesi değil bu siyasi kostümün önceliğidir. AKP tek adam kostümüne mecburdur ve bunu dayatır, bu siyasi kostümün altında kırılsa, dökülse, küçülüp yoksullaşsa da şekillenecek ekonomiyi dert etmez. Böyle bir ekonomiden şikâyetçi olanları da susturacak, bastıracak polisiye güce sahiptir.

Ekonomik şartların hızla IMF kapısını çaldırmaya zorladığı günler yaklaşırken sorun şurada düğümleniyor: AKP rejimi ekonomik yardım istediğinde şeffaflaşma, hesap verme, kayırmacılıktan uzak durma, insan hakları, mülkiyet hakları norm taleplerine kulak verme zorunluluğu olan bir duruma mı rıza gösterir ve siyasi yapıyı buna göre mi yeniden yapılandırır yoksa siyasi kostümün tek bir düğmesine bile dokundurtmadan bununla nasıl bir ekonomik yapı ortaya çıkacaksa toplumu buna katlanmaya mı zorlar?

Seçmenler, AKP’ye oy verenler de dâhil yoksullaşma, yüksek işsizlik içeren bir ekonomik seçeneğe katlanır mı? Ne kadar ne süre ile katlanır?

 

Written by Mustafa Sönmez