Türkiye’nin yasalar gereği mayıs ayı sonuna kadar hazırlanması gereken ve temel ekonomik politikaları, yol haritasını, büyüklükleri kapsayan Orta Vadeli Programı (OVP) ancak eylül sonlarına doğru açıklanabildi, OVP’nin lansmanı da yeni bir ad ile “Yeni Ekonomik Program” (YEP) olarak yapıldı.

YEP’ten umulan ne zamandır özellikle yabancı para piyasalarını iştahlandıracak bir “hikâye” başarısı göstermesiydi. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak olmak üzere rejim yetkilileri ekonomide yaşanan –türbülans, kriz, ne denirse densin– kasvetli havanın OVP’nin açıklanmasıyla dağılacağını vurguluyorlardı. 3 Ağustos’ta NTV yayınında “Eylül ayında program açıklandığında bugüne kadarki OVP’lerin hiçbirine benzemeyen bir dönüşümü görecek herkes” diyen Bakan Albayrak “yeni hikâye” ile ilgili beklentileri de yükseltiyordu.

Genelde Başkent Ankara’da açıklanan OVP bu kez İstanbul’da, yani paranın başkentinde açıklanırken hedef kitlesi de daha çok iç ve dış yatırımcılardı.

YEP’in özellikle içinden geçilmekte olan darboğazla ilgili teşhisleri merakla bekleniyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaşanan darboğazın kriz olarak nitelenmesine oldukça karşı. YEP’te ise sorunlar daha çok “dışsal faktörler” ile açıklanıyor ve “Mevcut Siyasi ve Ekonomik Durum” başlığı altında şöyle deniliyor: “Gezi olayları ile başlayan, 17-25 Aralık 2013 yargı darbesi ve 15 Temmuz 2016 menfur darbe girişimleri ile devam eden dönemde gerçekleştirilen dört seçim ve bir referandum ile ülkenin siyasal istikrarı güçlendirilmiş, demokrasinin sağlıklı işleyişi güvence altına alınmıştır. Ancak bu sürecin ülke ekonomisine olumsuz etkileri olmuştur.”

YEP’e göre Suriye riski, Fed faiz artışı, özellikle de “ABD yönetiminin Türkiye ekonomisini ve Türk Lirası’nı doğrudan hedef alması” sermaye akışlarını yavaşlattı, risk primini yükseltti, bu da faiz ve dövizi hızla tırmandırdı.

AKP’yi yakından analiz edenler için bu teşhisler şaşırtıcı değil. Kendisinde hiçbir hata ve eksik görmemek AKP’nin temel niteliği sayılır. Bundan dolayı da hiçbir AKP’li bakan ya da üst düzey bürokratın istifası bugüne kadar söz konusu olmamıştır. Olan bütün negatif şeyler, “dışsal”dır, saldırıdır ve AKP olanların sadece mağdurudur.

Teşhis böyle olunca önümüzdeki yıllara ilişkin onarım ve hedeflerde de tutarlılık ve gerçekçilik payı azalıyor. Nitekim konulan hedeflere bakıldığında gerçekçi tek hedef görülüyor, o da 2018 enflasyonunun yüzde 21’e yakın gerçekleşeceği öngörüsü. İzleyen yıllarda ise enflasyonda hızlı bir gerileme bekleniyor. Büyüme beklentisi 2018 için yüzde 3.8 iken, 2019’da görece gerilese de yüzde 2.3’ten aşağı olmayacak ve takip eden yıllarda önce yüzde 3,5’e, sonra yüzde 5’e çıkacak.

YEP nasıl gerçekleştirileceği bilinmeden dolar kurunu da örtülü bir şekilde 2018 ortalaması olarak 4,90 TL varsaydı. YEP açıklamasının yapıldığı saatlerde dolar fiyatı 6 TL’nin üstünde seyrediyordu. Ancak YEP’e göre 2019’da ortalama dolar kuru 5,60 TL, 2020’de ise 6 TL olarak gerçekleşecek.

“YEP hikâyesinin” hedefleri tutarlı mı? Bu konuda BBC Türkçe’ye değerlendirmede bulunan iktisatçı Mahfi Eğilmez şöyle diyor: “Cari açığın ve bütçe açığının azalmaya devam ettiği 2019 yılında büyümenin nasıl olup da yeniden yüzde 2,3 pozitif ortalamaya ulaşacağı meselesinde tutarlılık görünmüyor. 2019 yılına girerken 6,02 olan Dolar/TL kuru yılsonunda 5,16’ya düşüyor. Bir başka deyişle bu tahmine göre TL 2019 yılında ciddi biçimde değerleniyor. Bu durumda ihracatın önceki yıla göre 12 milyar dolar artması tutarlı değil.”

YEP konusunda ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sözcüsü Faik Öztrak ise şu değerlendirmede bulundu: “Milleti kurla faiz arasına sıkıştırdılar. Bu YEP dedikleri Orta Vadeli Program’la ilgili olarak bir tek isminin değiştiğini görüyoruz. Ama tedbirler manzumesine, tablolara baktığınız zaman bundan öncekilerden hiçbir farkı yok. Yani dağ fare doğurmuş oluyor.”

Bakan Albayrak’ın açıkladığı hedefler Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) aynı gün açıkladığı Dünya Raporu’nda Türkiye’ye ait tahminlerle de uyuşmadı. OECD 2018 ve 2019 için büyüme tahminlerini aşağı çekerken Türkiye için tahminlerde de keskin düşüşlere gitti. OECD Türkiye için 2018 yılı büyüme tahminini yüzde 5,1’den yüzde 3,2’ye, 2019 yılı için ise yüzde 4,9’dan yüzde 0,5’e çekti. Kuruluş raporunda, Türkiye’nin isminin sık sık krizde ve IMF gözetiminde olan Arjantin ile anılması ayrıca dikkat çekti.

YEP hedeflerine IMF’nin tepkisi ayrıca merak ediliyor. YEP’in açıklandığı gün IMF İletişim Direktörü Gerry Rice “Yapılan açıklamaları ve tahminleri not ettik” demekle yetindi ve Türkiye için makroekonomik tahminlerin önümüzdeki birkaç hafta içinde yapılacak IMF Yıllık Toplantısı sırasında duyurulacağını ifade etti. IMF öngörülerinin YEP’ten bir hayli farklı olması şaşırtıcı olmayacak.

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik ise “YEP hikâyesine” destek vererek şöyle konuştu: “Yeni Ekonomik Program gerçekçi hedefler içermektedir. Özellikle ciddi tasarruf tedbirleri, mali disiplinin devamı, kayıt dışı ekonomi ile mücadele, vergi politikaları, yüksek katma değerli üretimin desteklenmesi ve cari açığın azaltılması yönündeki kararlılığı memnuniyetle karşılıyoruz.”

“YEP hikâyesi” gerçekten de umulduğu gibi para piyasalarınca “satın alındı” mı? Cevabı en çok merak edilen soru bu. Çünkü yeni “hikâye” özellikle dış finansman ihtiyacı oldukça yüksek olan Türkiye’nin yabancıları cezbetmesi için çok gerekli görülüyor. YEP’in açıklanması öncesi dolar fiyatı 6,20 TL dolaylarında seyrederken açıklama sonrası TL’ye yöneliş ve dövizden uzaklaşma yönlü bir tepki gerçekleşmedi. Yeni hikaye pek satmadı. Açıklamanın yapıldığı hafta dolar kuru hiç 6,20 TL’nin altında kapanmadı, izleyen günlerde de iç ve dış konjonktüre göre 6 TL’nin çevresinde dalgalansa da dikkat çekici bir değişim göstermedi

Dahası Türkiye’nin risk primi hala komşu Yunanistan’ın risk priminin üzerinde ve yükselen ülkeler içinde en yüksek seviyede.

Bu sonuçlar, YEP’in bir “hikâye” olarak pek iş yapmış olmadığını gösteriyor. Gözler şimdi özellikle önümüzdeki günlerde IMF’nin Türkiye ekonomisi ile ilgili yapacağı tahminlerde. Yabancı para piyasaları, kredi derecelendirme kuruluşlarının, özellikle de OECD, IMF gibi uluslararası kuruluşların öngörülerini daha çok dikkate alıyorlar ve oralardan daha katı ama gerçek tahminler bekleniyor.

Written by Mustafa Sönmez