Yoksulluk, göreceli bir durum. Her ülkenin yoksulluk hali, kendisine göre. En beylik tanım şu: Bir ülkede ortadaki (medyan) gelirin yüzde 60’ına sahip olamayana yoksul denir. Böyle olunca Türkiye’nin yoksulu ile, dünyanın içini acıtan(!) Yunanistan’ın yoksulu aynı olmuyor. Türkiye’de ortadaki gelir, AB ortalamasının yüzde 53’ü, Yunanistan’da ise, AB ortalamasına eşit. O zaman Türkiye’de , örneğin ortalama 10 bin dolarlık yıllık gelirin yüzde 60’ına ulaşamayan, 6 bin dolar gelirin altındakiler yoksul sayılırken Yunanistan’da yoksul sayılmak için yıllık gelirin 12 bin doların altına düşmüş olması gerekiyor. Onun için, yoksullaşmış Yunanlı komşumuz hala bizim ortalama gelirimizin üstünde gelire sahip…Ama küme düştüler, bize yaklaştılar…Bu hatırlatmadan sonra, Avrupa usulü yoksullaşmaya gelebiliriz…

***

Küresel kriz, AB gibi, düne kadar refah bölgesi sayılan bir coğrafyada yoksulluk terimini günlük hayata taşıdı.  Düne  kadar güllük gülistanlık, bolluk, zenginlik olarak gösterilen ve Türkiye gibi ülkelerin giriş kapısında yattıkları Avrupa Birliği’nde şimdi yoksullaşma en önemli sorun.  Küresel kriz ile birlikte anlaşıldı ki, AB denen 27 üyeli topluluk, sanıldığı gibi yekpare, tek renkli bir oluşum değil; Merkezi var, çevresi var…Yani, zengin ülkesi var, orta halli , hatta yoksul ülkesi var…Yine küresel kriz ortaya çıkardı ki, zengin ülkeler içinde de yoksul sınıflar var…2010 yılı için saptanan yoksul, dışlanmış Avrupalı sayısını, Eurostat’ın 8 Şubat 2012 tarihli bülteni, 115 milyon olarak açıkladı.

Kaynak: Eurostat, , Newsrelease, 21/2012 – 8 February 2012,(*) TÜİK,2010 Yoksulluk Araştırması

 AB , “sosyal risk altındaki” yoksul, dışlanmış nüfusu saptarken öncelikle  gelir dağılımından düşük pay alanları dikkate alıyor. Medyan (tam ortadaki) gelirin yüzde 60’ının altında kalanlar, yoksul sayılıyor. Yoksul sayısını saptamada kullanılan  ikinci kriter, asgari ev altyapısından, donanımından yoksun yerlerde barınmayı oluşturuyor. Üçüncü kriter ise güvencesizlik. Yani, potansiyel işgücünün ancak yüzde 20’sini satabilecek kadar iş bulup onun ücretiyle yaşamak zorunda kalanlar, yoksul sayılıyor…Bu kıstaslara göre AB’nin 27 ülkesinde  belirlenen yoksul sayısı 115 milyonu geçiyor.

Küresel deprem, AB’nin, “merkez ve çevre ülkeler”den oluşan bir sistem olduğunu teyit etti. AB’nin patronu Almanya, etrafında ise Kuzey’in tuzu kuruları Hollanda, İsveç, Danimarka, Finlandiya, bir ölçüde İngiltere var. Geri kalanlar, yarı-çevre ve  çevre ülkeler. Fransa bile her an küme düşüp  yarı-çevre liginde yer alabilir.

AB’nin çevre ülkeleri, Türkiye ayarındaki ülkeler. Bulgaristan, Romanya, Türkiye’nin bir dilim altında, ama Macaristan, Polonya, Baltık ülkeleri, Türkiye’nin bir dilim üstünde…Bu ülkelerde toplam nüfusun neredeyse yarısı, belirlenmiş  kriterlere göre yoksul. Mesela ilk sırada Bulgaristan var. Bu komşumuzun  nüfusunun yüzde 42’sine yakını “yoksulluk sınırı”nın altında. Romanya da aynı durumda. Baltık ülkeleri de…Sonra sırada Macaristan var.  Onların da nüfusunun neredeyse üçte biri yoksul. Bir diğer “eski demir perde ülkesi” Polonya, yüzde 28 yoksul nüfusu ile dikkat çekiyor.

Sonra, AB’li Akdeniz ülkelerine geliyoruz. Onların ortalama gelirleri, AB ortalaması dolayında.  Bu grupta,  Yunanistan yüzde 27 yoksul nüfusu ile ilk sırada yer alırken borç krizi yaşayan İspanya, Portekiz ve İtalya’da da her 4 kişiden biri yoksul sayılıyor.

AB usulü yoksullaşma, AB’nin zenginlerinde olmaz mı? Tabii ki var. AB ortalama gelirinin yüzde 20 üstünde geliri olan ülkelerde, mesela İngiltere’de, nüfusun yüzde 23’ü “yoksul”. Almanya ve Fransa’da da “yoksul” sayısı yüzde 20’ye yaklaşıyor…

AB’nin Orta ve Doğu Avrupa bölümünde , yani 3 Baltık ülkesi, Macaristan, Romanya ve Polonya’daki yoksulluk, bizde yaşanana daha çok benziyor. Bu ülkelerin dışa bağımlılıkları çok yüksek ve krizde  küçülüp yoksullaştılar, işsizlik sorunları arttı. Macaristan, Romanya, Letonya, IMF operasyonu geçirdiler, şiddetli kemer sıkma programları uyguladılar.

Türkiye usulü yoksullaşan ülkeler, siyaseten de otoriter rejimlere sürüklendiler. Örneğin, Macaristan’da Nisan 2011 seçimlerini “IMF karşıtlığı” kampanya ile kazanıp iktidara gelen Fidesz Partisi, çaresiz kalıp yeniden IMF kapısını çaldı.  Yeni başbakan Orban, AKP rejimini andıran bir yol izleyerek Anayasayı değiştirdi. Anayasa Mahkemesi’ni, yargıyı, medyayı ve Merkez Bankası’nı denetim altına aldı. Ancak,  IMF, Merkez Bankası uygulamasını, AB, siyasi otoriterleşmeyi beğenmedi ve Orban’a “bas geri” dedi…Romanya’da ise, 2009’dan beri Başbakan Emil Boc tarafından uygulanmakta olan katı Troyka programı, 2011’de yenilendi. Ama kemer sıkmaya isyan, Başbakan’ı götürdü…

Peki Türkiye? TÜİK, 2010’da medyan gelirin yüzde 60’ına ulaşamayan yoksul sayısını 17 milyon, yani nüfusun yüzde 24’üne yakın olarak belirlemiş. Türkiye, küresel krizde birçok AB üyesinin kaderini yaşamadığını öne sürerek caka satıyor ama sonuçta, yoksullukta, onlarla yarışıyor işte…

Written by Mustafa Sönmez