Krizi körüklüyor, yine mağduru oynuyor…
İktidarı kaybetme korkusu ile kimyası bozulan ve bunun kâbusu ile hayatı altüst olan RTE, yüzyüze…
Bundan 5 yıl önce 2008’de küresel kapitalizmin merkezi ABD’nin finansal piyasalarında patlayan krizle birlikte, dünya farklı bir iklime girmişti. Dünyanın merkez ülkelerinden çevresine de yayılan irili-ufaklı tüm coğrafyaları etkisi altına alan kriz, 2008 öncesi yılların sanal, sürdürülemez tatlı hayatına (dolça vita) bitiş düdüğü çalmıştı. Dünya kapitalizmi şimdi finansal balonun patlaması gerçeği ile yüz yüzeydi. İskambil kağıtlarından örülü şato devriliyor, kriz, anında Avrupa’nın merkez ülkelerine, Japonya’ya yayılıyor, balon virüsü kapmış kağıtlarla işlem yapan bütün bankalar, mali kuruluşlar sarsıntıdan nasibini alıyordu. Ne var ki, bu kapitalizmi yöneten hükümetler, batmaya ramak kalmış bankalar,şirketler topluluğu için “batırılamayacak kadar büyük” diyerek kamu kaynaklarını kurtarma simidi olarak kullanmaya koyuldular. Öyle böyle değil, 12 trilyon doları bulan “kurtarma operasyonu” ndan söz ediliyor. Kapitalizmde devletin işlevi nedir, sorusunu soranlara, işte budur, dedirten bir pratik.
BİR SINIFTAN ÖTEKİNE
İyi de bu değirmenin suyu nereden? Tabi ki, bir sınıftan alarak ötekine verme üstüne kuruludur bu tür operasyonlar ve ifadesini bütçelerde gösterir. Bütçelerde tüm toplumdan alınan vergiler, kamu varlıklarının satışı ile sağlanan gelirler, bunlar yetmez , borçlanma ile sağlanan kaynaklar, enflasyon maliyetli para politikaları sonuçta kurtarılacak sınıf(lar)ı suyun üstünde tutarken diğerlerinden çalar ve biz bunun bilançosunu bütçe açıklarından okuruz. Bakın, nereden nereye gelmiş bütçe açıkları; Kriz öncesinde , örneğin 2002-2006 döneminde ABD,AB ve Japonya başta olmak üzere “merkez” ülkelerde bütçe açıkları milli gelirin ortalama yüzde 3’üne yakındı. Kriz döneminde bu yüzde 5,5’a kadar tırmandı. Sadece 5 yılda yüzde 90 artış demek bu ve devletin müdahalesinin dehşetli boyutunu gösterir. Üstelik açığın yüzde 5,5’ta kalması, topluma ödetilen bir dizi fatura, bedel ve yine toplumdan çalınan bir dizi kamu varlığının kriz için kullanılması pahasına ancak burada kalmıştır.
Büyüme, kriz öncesinde yüzde 2,5 ortalamadan kriz döneminde yüzde 1’in altına düştü merkez ülkelerde. Büyümenin 1,5 puan aşağı inmesi, zaten yüzde 6,5 ortalama işsizlik yaşayan merkez ülkelerde işsizliği 1 puan daha yukarı çekti ve ortalamayı yüzde 7,5’a çıkardı. Bu, bazı ülkelerde yüzde 10’u bile aştı. Bedel, işsizlik artışıyla kalmadı; bölüşüme yansıdı. Reel ücretler kriz bahane edilerek artırılmadı, hatta bazı ülkelerde geriletildi; haklar budandı; grev,toplu sözleşme hakları, hep beraber batarız korkusu salınarak iğdiş edildi. Bazı ülkelerde topluma ek vergiler salındı.Bütçe harcamalarında eğitim,sağlık,kültür vb.budandı. Bütün bunlara rağmen bütçe açığı yüzde 5,5 gibi istenmeyen bir yerde ancak tutulabildi ve açıkları finanse etmek için kamu hızla borçlandı. Öyle ki, kriz öncesi kamu borç yükü merkez ülkelerin milli gelirlerinin yüzde 77’sinin altında iken krizle birlikte yüzde 96’ya çıktı. Devasa bir borçlanma!…
ÇIKMAK KOLAY MI?
Şu sıralar ABD’nin başlattığı süreç ise, “ dibe vurduk, çıkma zamanı artık!” diye okunuyor. Sistemin koordinatörleri IMF-Dünya Bankası da, yeterince dipte kalındı, çıkmak için artık bir şeyler yapılsın diyor. Öyle de, çukurdan çıkmak birilerinin sırtına basmadan, para bolluğu ile yapay teneffüsle ayakta duranlarla olmayacak. Kuraldır; her krizde kurban verilir, yeni şartlara uyum sağlayamayanlar güçlü olanlara yem olur. Bu, şimdiye kadar zaten yaşanmadı değil; bir kere “ülke” kategorisinde “ayrışanlar”, kan kaybına uğrayanlar, bir anlamda küme düşenler oldu. Dünya ligi yeniden şekillendi. Çevre liginden Çin, Rusya sahne aldı. Suriye meselesinden belli olmuyor mu? Buna karşılık, en başta Avro alanının irilerinden bazıları (İtalya, İspanya) süper ligin dibine indi.
Firma-banka düzeyinde, devlet desteklerine rağmen tutunamayıp daha güçlülerle zorunlu birleşme, eldeğiştirme süreçlerine girenler oldu. Financial Times gibi kuruluşların “Top” listesinde artık eski isimlerden çok, yenileri var. Çinliler, Ruslar, hatta Hintliler bile var. Ama bitmiyor. Çukurdan çıkış daha çoook “can alacak”. Fed’in para politikasını sıkılaştırmayı henüz erken bulan sermaye fraksiyonları, uyum sağlamada zorluk çekecek olanlar. Avrupa Merkez Bankası’na, bir tür bizdeki BDDK görevi verildi. Bankalar birleşmeye zorlanacak, kimisi eritilecek, tasfiye edilecek. Özetle, “uçak kalkıyor” demekle, çukurdan çıkıyoruz demekle bitmiyor iş, hırgür yeni başlıyor.
SINIF MÜCADELESİ..
ABD’nin tahvil alımlarını azaltmak diye klişeleştirdiği operasyon, yeni para iklimine ayak uyduranlarla uyduramayanları ayrıştıracak; hem ülke hem firma düzeyinde. Bu anlamda yeni bir altüst oluş dönemi başlıyor. Böyle bir bilek güreşi sadece sermaye kesimleri arasında değil, sermaye-emek arasında da yaşanmaya devam edecek. Finans kapitalin hedefi, krizde yüzde 1’in altına inmiş büyümeyi yeniden yüzde 2,5’a çıkarmak. Bunu üstelik bütçe disiplini sağlayarak yapmak. Krizde yüzde 5,5’a çıkmış bütçe açıklarını yeniden yüzde 3’ün altına çekmek. Hedef bu. İyi de o kadar kolay mı? İster istemez hem vergi hem harcama ayaklarında bir sınıf mücadelesine davettir bu. Yeni dolaylı vergiler, yeni sosyal harcama kısıntıları, yeni özelleştirmeler, kamu varlıklarının satışı, yeni neoliberal uygulamalar, yeni sosyal hak kısıtlamalarını içeren esneklik, anti-sendikal saldırı projeleri ve buna uygun siyasal yapılanmalar, yeniden bloklaşmalar…Bunlar, Merkez’in hali ve göreceklerimiz. Yarın da biten dönemin çevre ülkelere ne tür gelecekler vaat ettiğine bakarız.