“AKP Hükümeti” Değil, “AKP Rejimi”
Mustafa Sönmez Yavaş yavaş kaynatılan suya atılmış kurbağalar gibiyiz. Haşlandığımızın hala çoğumuz farkında değiliz.…
Dünya ekonomisini, en az gelişmiş çevre ülkesinden en gelişkin olanına kadar izleyip eğilimleri belirlemeye, yaklaşan riskleri ve fırsatları saptayarak uyarılar yapmaya, kısaca dünya kapitalizmine yol haritası çizmeye çalışan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Nisan 2017 raporu merakla bekleniyordu. Özellikle Türkiye için öngörüleri…
Nisan ortasında yayımlanan raporun Türkiye açısından en önemli yanı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yeni milli gelir hesaplama yönteminin IMF tarafından onayı oldu. Milli gelirin eksik hesaplandığı savıyla yeni bir yöntem ve yeni büyüme oranları hesaplayan TÜİK, milli gelirde dolar bazında Türkiye’nin yüzde 20 daha fazla ürettiğini öne süren bir sonuca ulaşmış, buna göre dolar bazında da milli gelir ve kişi başına gelir verilerinde revizyona gitmişti. Buna yurt içinde çeşitli politik ve bilim çevrelerinin yaptığı eleştiriler, anlaşılmış bulunuyor ki IMF tarafından dikkate alınmadı. IMF artık TÜİK’in yeni milli gelir verilerini kayda geçirdi, onları kullanıyor.
Bunun devamında ne var? IMF, TÜİK’in son verileri ile 2015’i yüzde 6,1 büyüme ile kapatıldığını, 2016 büyüme verisinin yüzde 2,9 olduğunu kayıtlara geçirdikten sonra 2017 için ne öngörüyor? Bir düşüş? Evet, IMF, Nisan 2017 raporunda Türkiye’nin 2017 yılında ancak yüzde 2,5 büyüyebileceği öngörüsünde bulundu. Tüm dünya nüfusunun yüzde 85,5’unu oluşturan ve dünya hasılasının yüzde 58’ini yaratan “çevre ekonomileri” (153 ülke) için IMF’nin 2017 büyüme oranı öngörüsü yüzde 4,5 iken Türkiye için bunun yüzde 2,5 olarak öngörülmesi dikkat çekici.
IMF raporu, Doğu-Orta Avrupa yükselen ülkeler bölgesinde ekonomik görünümü bozulan tek ülke olarak Türkiye’yi gösterirken bunu raporun 18. sayfasında şöyle gerekçelendiriyor: “Artan politik belirsizlik, güvenlik sorunları ve döviz borç yükünün TL’nin değer kaybı sonucu ağırlaşması, Türkiye’nin ekonomik görünümünün bozulmasına yol açmaktadır.”
IMF’e bakılırsa, 2017’de Çin’in büyümesi pek değişmeyecek ve yüzde 6,6 olarak gerçekleşecek. Diğer bir çevre devi Hindistan’ın son yıllardaki büyüme performansı sürecek ve yüzde 7,2’yi bulacak. Bir başka Asya yükseleni Endonezya’nın büyümesi yüzde 5’in üstüne çıkacak.
Asya yükselenleri için bu yüksek oranları ileri süren IMF, diğer önemli yükselenler için büyüme konusunda pek iyimser değil. Türkiye için yüzde 2,5 büyüme, diğerlerine rahmet okutacak bir rakam. Örneğin IMF’ye göre 2017’de Rusya küçülmeden büyümeye geçse de büyüme oranı yüzde 1,4’te kalacak. Latin Amerika coğrafyasında ABD Başkanı Donald Trump’ın hedefindeki Meksika’nın büyümesi ivme kaybedecek ve 1 puan düşüşle yüzde 1,7’ye gerileyecek. Brezilya iki yıl üstü üste yaşadığı yüzde 4’e yakın küçülmenin ardından bu yıl ancak yüzde 0,2 büyüyebilecek. Arjantin ile Şili’nin büyümeleri yüzde 2 dolayında kalacak. IMF’nin bir diğer yükselen ülke Güney Afrika için öngörüsü ise yüzde 0,8 büyümeden ibaret.
IMF, ülkeleri gruplandırırken Türkiye’yi “Avrupa’nın yükselen ülkeleri” grubunda gösteriyor. Bu grupta Türkiye’nin yanında 11 eski Yugoslavya bileşenleri ve eski sosyalist Doğu Avrupa ülkeleri yer alıyor. Kısaca “Avrupa çevre ülkeleri” diye adlandırılacak bu grup, dünya nüfusunun yüzde 2,4’ünü oluşturuyor ve dünya hasılasından yüzde 3,5 pay alıyor. Türkiye bunun 1 puanına tek başına sahip. IMF, bu grup için 2017 yılında yüzde 3 büyüme öngörürken Türkiye için öngördüğü yüzde 2,5 büyüme bu ortalamanın da yarım puan gerisinde.
IMF, Türkiye için sadece büyümede “tatsız” bir öngörüde bulunmuyor; enflasyon, cari açık, işsizlik öngörüleri de iç açıcı değil. Nisan 2017 IMF raporunda Türkiye’nin çift rakama sıçramış tüketici enflasyonunun 2017’de de çift haneden aşağı inmeyeceği öngörülüyor ve yüzde 10,1 tahmininde bulunuluyor. Hatta 2018 için de ancak yüzde 9,1’e inebilir, öngörüsü var.
IMF, büyümeyi düşük öngörürken cari açığın milli gelire oranının ise hem 2017 hem 2018 için yüzde 4,7’den az olmayacağını iddia ediyor. Bu oran 2016’da yüzde 3,8 olarak gerçekleşmişti. Bu ne demek? Türkiye’nin cari açığı 1 puan daha çok büyüyecek demek. Milli gelir yaklaşık yarım puan gerilerken cari açık 1 puan nasıl artabilir? Burada akla ilk gelen, enerji faturasının artacağı öngörüsü olabilir. Yanı sıra, Türkiye’nin turizmdeki kan kaybının 2017 ve 2018’de de telafi edilemeyeceği de varsayımlar arasında.
Gerçekten de Türkiye enerji faturasını azaltacak çok az şey yapıyor, turizmdeki kayıplarını da telafi için özellikle iç ve dış barış yolunda olumlu gelişmeler yaşamak yerine, imaj kaybına uğruyor. Şaibeli bir referandum deneyimi yaşayan ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nce “denetim altına alınma” gibi bir yaptırıma tabi tutulan bir ülkeye, özellikle istenen Avrupalı turist girişi kolay görünmüyor.
IMF, işsizlik konusunda da iç açıcı öngörüler sunmuyor. 2016 yılında yıllık yüzde 10,8 olarak gerçekleşen resmi işsizliğin 2017 yılında, düşük büyümeye bağlı olarak artacağını ve yüzde 11,5’a ulaşacağını öne sürüyor. IMF’nin işsizlik için 2018 öngörüsü pek azalmıyor: yüzde 11.
IMF’nin iç acıcı olmayan bu öngörüleri açıklandığında AKP hükümetinin tepkisi ne oldu? Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “IMF’nin Türkiye ekonomisine ilişkin tahminleri muhtemelen yine yanlış çıkacak” şeklinde bir tepki verdi.
Peki, Türkiye’nin büyüme, enflasyon, cari açık ve işsizlik konusunda tahminleri, hedefleri ne? Bu konuda elde ancak kadük Orta Vadeli Program öngörüleri var. Neden “kadük”? Çünkü yeni seri milli gelir düzenine geçildikten sonra, bu hedeflerin yenilenmesi gerekiyordu ve bugüne kadar yeni bir Orta Vadeli Program henüz üretilmedi. Eskimiş olanda ise o hedefler şöyle yer alıyor: 2017 için büyüme IMF öngörüsünden 2 puan yüksek, yüzde 4,4, 2018’de ise yüzde 5! İşsizlik öngörüsü IMF’den pek farklı değil: 2017 için yüzde 10,2. Cari açık/GSYİH oranı hedefi de IMF’ninkinden yarım puan iyimser, yüzde 4,2. Enflasyonda ise yüzde 10 diyen IMF’ye karşılık, yüzde 6,5 iddiası var. Oldukça farklı.
Büyüme, cari açık ve enflasyon konusunda IMF’den daha iyimser olan AKP hükümeti öngörüleri, IMF’yi tekzip edecek mi?
Yılın ilk 4 ayından geriye dönüp bakıldığında şu gerçekler var: Eşikteki krizi yönetebilmek ama aynı zamanda referandumdan Evet’i çıkarabilmek için bütçeye ilk 3 ayda 20 milyar TL açık verdirmek pahasına popülist bir maliye politikası izlendi. Merkez Bankası, faizleri 3 puan artırarak dövizde yükselişin önünü kesti. Bunların yanında, dış dünyanın rüzgârları Türkiye gibi ülkelerden yana esmeye başladı. Fed’in faizler konusunda “güvercin duruşu”, küresel sıcak paranın yükselen ülkelere geçici park tercihi, Türkiye’ye de belli ölçülerde portföy yatırımı taşıdı. Bu da dolar kurunun tırmanışını durdurdu. Bunun etkisiyle ekonomide, büyüme oranını yıllık en az yüzde 3’e taşıyabilecek görece bir canlılık var. Buna karşılık enflasyonda iyileşme belirtisi yok, işsizlikte de öyle.
Yılın tamamına ilişkin net fotoğrafı, kalan 8 aydaki iç ve dış ekonomik-siyasi gelişmeler belirleyecek özellikle de dış fonların tercihleri…