Mustafa Sönmez

 

“Alın,satın ekonomiyi canlandırın.Kriz sakinleşsin,işiniz yürüsün…” Bu sloganı içeren sosyal reklamların üstünden çok geçmedi. En fazla, 1,5-2 yıl önce iktidar, sermaye örgütleri topluma “harcayın” diye yalvarıyordu. Peki bugün? RTE’nin gözdelerinden Bülent Gedik, TV8’de dedi ki, “ “Kötü haberi veriyorum; dünya ekonomisinde kara bulutlar gözükmeye başladı. Muhtemelen dünya ekonomisinde bir kriz olacak. Türkiye’ye olumsuz etkileri olacaktır. O yüzden tedbirli olun. Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın. Gelişigüzel harcamamak lazım. Biz tozpembe bir tablo çizmiyoruz, gerçekleri konuşuyoruz” … Nereden nereye…Hem de 2 yılda.
***

Dün harcayın diye yalvartan koşullar farklıydı, bugün ise farklı. Dün, yani 2008’in son çeyreğinde ekonomi hızla daralmaya gitti. Zaten yılı yüzde 1’in altında daralmayla bitirmişti. 2008’in son çeyreğinde yüzde 6,4 daralan ekonomi 2009’un ilk mevsiminde yüzde 14’ün üzerinde daralma ile dünyanın en çok küçülen ekonomisi olmuştu. Yerel seçimlere de bu koşullarda gidilmiş ve AKP önemli ölçüde oy kaybetmişti. Daralma 2009 ikinci çeyreğinde de sürdü. İşte bu “harcayın” kampanyaları, hükümetin vergi indirimleri, kamu harcamalarını kamçılaması ile kriz hafifletildi. Dışarıdan kaynağı belirsiz dövizler girdi. Bunlarla batmaktan kurtarılan gemi, 2009’un ikinci yarısında geri dönüş yapan sıcak para ile de ayağa kalktı. Sıcak para geldikçe ekonomi dirildi. 2007’de 114 milyar dolar olan sıcak para girişi, 2008’de 55 milyar dolara düşmüştü. Ancak ikinci yarıda toparlanan 2009’da ise 85 milyar dolarda kaldı. Ama esas şahlanış 2010’da yaşandı ve 114 milyar dolar sıcak para girişi , yılın tamamında yüzde 9 büyümeyi de getirdi. Bu ısınma, 2011’in ilk çeyreğinde de yüzde 11 büyümeyi getirmişti. Isınma sürdükçe madalyonun öbür yüzünde devasa bir cari açık oluşması ise, işin keyif kaçıran yüzüydü. 75 milyar dolara koşan cari açığın, milli gelirin yüzde 8’ini aşması, IMF’ye göre yüzde 10’a koşması, iktidarı, ekonomiyi soğutmaya, bunun için de “harcamayın” komutuna zoluyordu.

Böylesi bir ısınmayı körükleyen, iç tüketimdi. İhracatın büyümeye etkisi çok geri plandaydı. İçeride tüketici kredileri ve kredi kartı harcamalarıyla büyüyen ve büyümeyi ithalata,ithalat kullunımı ağırlıklı üretimle gerçekleştiren ekonomi, süratle cari açık belasına dolanmıştı.

Kriz öncesinde 106 milyar TL’yi ancak bulan tüketici kredisi ve kartla borçlanmalar, 2009 ortasına kadar ancak yüze 11, ylani enflasyona yakın artmıştı. Ama esas artış 2010 ve 2011’de yaşandı ve bu yılın mayıs ayında 200 milyar dolara yaklaştı. Bunun üçte bire yakını konut kredisi, üçte bire yakını da borcu borçla kapatmaya yarayan ihtiyaç keridisi. Otomobil kredisi ve kartla yapılan borçlanmalar da öteki üçte birlik harcama için yapılan aile borçlanmaları…

***

Küresel kriz dalgalarının ilk fazının 2008-2009’daki yıkımını, “harcayın” diyerek iç tüketimle savuşturan ama bu arada 1 milyon kişinin işinin kaybına bir süre içinde olsa engel olamayan AKP iktidarı, krizin bu ikinci fazında bakalım ne yapacak? İlkinde aşırı daralmayı ve onun yıkımını önlemek için  iç tüketim seçeneğine sarılmıştı. Şimdi hedef büyüme değil, zaten ısınmayı soğutma,yani kontrollü küçülme. Ama, ya dışarıdan gelen sert dalgalar istenenin üstünde bir daralmaya yol açarsa? Bu yılı yüzde 6-7 büyüme ile kapatmayı uman iktidar, 2012’yi yüzde 4,5 büyümeyi hedefliyor. IMF ise bu rakamı yüzde 2,5 olarak ifade ediyor.

Şimdi korku, ABD’de borçlanma tavanının delinememesi halinde yaşanacak kamu maliyesi krizin, AB’deki devletin mali krizi ile bütünleşip dünyayı yeniden kasıp kavurması. Türkiye, sıcak para çekilmesi ile bir kur şoku yaşamanın eşiğinde. AB’ye ihracatın azalması ile kapasite düşüşleri ve onun getireceği tensikatlar, yeni işsizlik dalgası ve yoksullaşma öteki tatsız sonuçlar.

Harcamayın, demek yetmiyor. Ortaya çıkacak kriz faturasının bir kez daha alttaki sınıfa yıkılmamasını istemek ve bedelde adaleti, kri karşısında kırılgan ekonominin artık dönüştürülmesini  talep etmek gerekiyor…

Written by Mustafa Sönmez