Fişi çekilen rejimin çırpınışları…
Ergenekon isimli vodvilin son sahnesinde kesilen cezalara kim, neden şaşırdı, anlamadım. İnsan üstü bir gayretle…
Çalışan Gazeteciler Günü diye bilinen 10 Ocak’ta yeniden gündemde medyanın halleri. Açıktır ki, Türkiye’de medyanın içinde bulunduğu içler acısı durumu ve bu kör kuyudan çıkışı, ülkenin büyük fotoğrafından kopuk anlamak ve çıkış yolu bulmak mümkün değil.
Beylik tanımlamayla, “Yasama-yürütme-yargı” erklerinin yanında, denetim erki olarak tanımlanan “Dördüncü güç medya” da ilk üçü gibi, adım adım kuşatıldı ve yürütmeyi eline geçiren kaçak sarayın kontrolüne girdi.
Ak faşizm, medyayı kontrolüne geçirmede bir dizi iç ve dış destek de buldu. Hatta, desteklerin bir kısmı liberal soldan, “Yetmez ama evet” diyenlerden geldi, askeri vesayete son verme operasyonuna omuz vermek üzere kurulan Taraf gibi aparatların, onların mimarı Altan-Çongar gibi figürlerin destekleriyle geldi. Bugün RTE ile can düşmanı gibi görünen “Abiler”in ahmaklıklarıyla geldi. “Kırmızı pazartesi” gibi geldi, önlenemedi.
Adım adım…
Şimdi iyice güçlendirilmiş, merkezileştirilmiş yürütmeyi elinde tutan Kaçak Saray, bir yasama bakanlığına dönüştürdüğü yasama organı Meclis’i de, tarafsız ve bağımsız olması beklenen ama oradan çok uzaklaşan yargıyı da ve bütün bunlarla eş zamanlı olarak “Sivil denetim gücü” iddiası taşıyan medyayı da kuşattı ve –neredeyse- tamamen kontrolü altına aldı.
Bu totaliterleşme, bir anda olmadı; 13 yıla yayıldı. Yasama ve yürütmede alan genişleten Ak faşizmin yargıyı kuşatması zor olmadı, eş zamanlı olarak medyayı da adım adım kontrolü altına almada zorlanmadı.
Zorlanmadı , çünkü, biata çok yakın ve yatkın bir medya ortamı zaten vardı. 12 Eylül’ün ayar verdiği medya ( o zamanki adıyla basın) , ta o zamanlardan itibaren şekillendirilmeye müsait hale, kimyaya geçmişti. Askeri darbenin kontrolüne aldığı TRT, AA ve ona paralel olarak darbeye hiç itiraz etmeyip arkasında dizilen yazılı medya, 12 Eylül mirasçısı ANAP dönemiyle de fazla hırlaşmadı, sadece gücünü pazarlık konusu yapıp avantasını istedi.
12 Eylül sonrası sistem göstermelik demokrasiden bile uzaklaşıyor, değerler çürüyor, medya patronlarına da , medyayı silah olarak kullanıp avantalar kazanabilecekleri bir ortam doğuyordu ve fırsat kaçırılmadı. Sürekli yeni sermaye girdi medyaya. Dönemin medya patronları, Özal’ın istediği destek karşılığında teşvikler, lisanslar, özelleştirmeden paylar istediler, verilirse destek verdiler, almazlarsa “muhalefet”e geçtiler.
Medya, sermaye gruplarının iktidara ve birbirlerine karşı kullandıkları çirkin bir silaha, bir kısım gazeteci ve yazarlar da tetikçi ordusuna , patronların genarellerine dönüştü. 2001 krizinde batan bankalar ile birlikte bir kısım araç medya TMSF kontrolüne geçti, bir kısmı da (Sabah-ATV, Çukurova) ileride AKP’nin tasarrufunda şekillendirlmek üzere TMSF stokunda tutuldu.
Rejim ve medya
AKP, böylesine araçlaşmış, sermaye gruplarının çıkar aracına dönüştürülmüş medya sahnesine, kendi yığılı gücü ile çıktı. O da önce TRT, AA’yı kontrolüne geçirdi, müttefiki FG Cemaatinin zaten medya donanımı (Zaman, Bugün vb) vardı. AKP de Yeni Şafak, Star, Türkiye, Akit gibi gruplarla kendi alanını genişletti. 2007 sonrası TMSF stokundaki medyalar iyice kontrole geçirildi. Damadın yönettiği Çalık Grubu’na ihalesiz Sabah-ATV verildi, 2013 sonrası da Çukurova’nın medyaları Ciner (Show TV) ile Ethem Sancak’a (Akşam) “zimmetlendi”. Digitürk, bir Katar Grubu’na geçmek üzere.
Medya patronlarından biat edenlere avanta vaat edince, başta Doğuş, Ciner, medyalarıyla RTE’nin emrine geçtiler. Doğan, doğrudan biat etmeyince, vergi cezalarıyla küçülmeye zorlandı. Elden çıkardığı medyalar Demirören (Milliyet-Vatan) ve Doğuş (Star) üstünden yine rejimin hizmetine girdi.
Rejim, özellikle 2013 Haziran ayaklanmasıyla düşüşe geçince, gücünü konsolide etmek için medya alanına daha çok saldırdı. Muhalif gördüklerini iyice sindirmeye, yok etmeye yöneldi.
Direnen Cumhuriyet’in başına gelen malum: Can ile Erdem, MİT Tırlarını savcılık iddianamesinden alıp haberleştirdiler diye, “Bunu yanlarına bırakmam” diyen RTE’nin hışmına uğradılar, kanıtsız tutuklandılar. Cumhuriyet sürekli tehdit altında…2012’den beri didiştiği eski ortağı Cemaat medyası da saldırılardan nasibini alıyor. Bugün Grubu kayyıma devir adı altında işgal edildi, Zaman kuşatılmış durumda… Direniyor görünen Doğan Grubu’nu düşürmek ise 1 Kasım sonrasına kaldı ve herkesin de izlediği gibi, bu “ana akım” medya da “uyum” yolunu seçti.
Bütün bu medya operasyonları ile “Dördüncü güç” de kontrole alınmış sayılıyor. Bu sayede inşası süren Ak faşizmin ihtiyaç duyduğu kitle rızası için eldeki medya sınırsızca kullanılmaya çalışılıyor, ortaya saçılan 17-25 Aralık rüşvet-yolsuzluk rezaleti için, “Bize darbe yapıldı” yalanı medya üstünden yaygınlaştırılıyor, hukuksuzluk ve yolsuzluk dosyalarının üstü kapatılıyor, icraattaki ,özellikle dış politikadaki büyük fiyaskolar,yenilgiler ve tırmandırılan riskler, hele ki Kürt kıyımı ile ilgili büyük hukuksuzluklar, hepsi medya aracılığıyla “normalleştiriliyor”…Ve tabii bitmiyor, rejimi taçlandıracak Başkanlık hedefi için medya olanca imkanlarıyla seferberliğe geçirilmiş durumda…
Niceliğe karşı sosyal medya
Ak faşizm, elinde tuttuğu devlet medya ağının yanında organik medya yığını ve teslim alıp kullaştırdığı medya niceliğine rağmen, rahat değil, tedirgin. Henüz kontrol edemediği birkaç sol muhalif gazeteden, kanallardan ama en çok da sosyal medyadan tedirgin. Teknolojinin azizliği; hızla artan internet erişimi, 40 yaş altı kuşağın bilgiyi yazılı ve kurumsal görsel medya yerine, sosyal medyadan, bilgisayar, cep telefonu, tablet vb araçlar üstünden alması, bütün çatlaklardan sızan bilgiye ulaşma, interaktif haberleşme imkanı, rejimi çaresizleştiriyor. Burada kontrol edemediği bir muhalefet alanı ortaya çıkıyor. Açmazı burada…Belki, “Medya nasıl kurtulur?” sorusunun yanıtlarından biri de burada…
Ya hep beraber…
Medyayı olması gereken yere oturtmak, yani toplumu bilgilendiren, haber veren, yorum zenginliği ile özgür kanaat edinmesine imkan sağlayan “Dördüncü güç” yapma hedefinden kopulmamalı. Tıpkı, yargıyı tarafsız ve bağımsız yargı, Meclis’i yürütmeden bağımsız yasama ve denetim gücü yapma mücadelesinden, kopulmaması gerektiği gibi. Erkler ayrılığını yeniden tesis etme hedefinden kopmamak gerek.
Evet, medyanın kurtuluşu, kırık-dökük de olsa, burjuva demokrasisinin yapı taşlarının devrildikleri yerlerden alınıp kaidelerine eskisinden daha sağlam ve olması gerektiği gibi , konulmasını gerektiriyor. Medya da bu taşlardan biri.
Dolayısıyla, mücadele bir bütün. Çıkan çiviler hep beraber çıktı, beraber yerlerine çakılmalı. Meclis, yasama ve denetim mücadelesini etkin bir biçimde vermeli ki, toplum, ülkede muhalefet olduğunu bilsin. Yargı, tarafsızlığına ve bağımsızlığına sahip çıkmalı ki, toplum tuzun kokmadığına inansın ve “Sonuçta, bağımsız mahkemeler var” güvenini duysun. Bütün bunların üstüne medya da güvenmeli ki, yürütmenin haksız baskı ve tasarrufları yargıdan dönecektir ve Meclis’te muhalefet, yargıda tarafsız savcı ve hakimler, zorbalık ve keyfiliklere hukuk kapısını göstereceklerdir.
Bunlar yapılmalı ki, gazeteler, televizyon kanalları, mesleklerini özgürce yapmak isteyen binlerce gazeteciye, yazara yeniden açılsın…
Brecht ile yanıtlayalım 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününde “Medya nasıl kurtulur?” sorusunu:
Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz…