Enerjide (eşe dosta) özelleştirme
Türkiye'de enerji sektöründe özelleştirme Türkiye'de enerji sektöründeki özelleştirme uygulamasından kimler karşı çıktı? Enerji üretim ve…
Türkiye ekonomisinde yaşanan türbülans, hükümeti acil önlemlere zorluyor. Dolar fiyatının kasım ayı sonlarına doğru 3.60 TL’yi bile görerek bir travma yaratmasının ardından, bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünde dolarlaşma tehlikesinin önü alınmak istendi bir yandan da ekonomik aktörleri yatıştırıcı, onlara moral verecek ekonomik önlem paketleri açıklandı. Önlemler, sıkışacağı anlaşılan iç pazara alternatif olarak ihracatın özendirilmesi üzerinde odaklanıyor, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerine ayrı bir önem veriliyor ve döviz kazandırıcı, dışa açılmacı bu atılım niyetinde de Orta Doğu pazarlarının önemi, potansiyeli, yeniden hatırlanıyor. Bu coğrafyada önceki yıllarda ulaşılmış performansın nasıl yeniden yakalanabileceği, bunun ekonomik olduğu kadar, politik ihtimalleri daha ciddi düşünülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yurttaşlara “dövizlerinizi bozdurup TL’ye geçin” çağrısı, bir-iki gün sonuç vermiş gibi görünse de izleyen günlerde doların fiyatı yeniden 3.50 TL bandına dayandı.
Başbakan Binali Yıldırım, bu “kampanya” sırasında 10 milyar doların TL’ye geçmiş olduğunu açıklarken, bunun halkın döviz bozmasından çok kamu bankaları ve diğer kamu kurumlarının döviz rezervlerini TL’ye dönüştürmelerinden kaynaklandığı anlaşıldı. Görece geriletilen dolar/TL ise izleyen iki günde etkisini yitirdi. Bu yeniden yükselişte, borsadaki yabancıların çıkmaları etkili oldu. Bunun sayısal testi, önümüzdeki hafta açıklanacak borsa verileri ile öğrenilebilecek.
Yabancıları yeni bir çıkışa sürükleyen, döviz fiyatının görece inişi olabilir. Çünkü borsada hisse senedine ve devlet kâğıtlarına yapılmış yabancı sıcak para yatırım stoku 61 milyar dolar dolayında. TL’de olan bu stokun bir kısmı çıkmaya karar verdiyse, en elverişli fiyatla döviz alıp çıkmayı kollar ve düşen dolar kuru çıkmak için bu fırsat aralığını yarattı.
Döviz açığıyla baş etmenin tek yolu, yabancıları çıkıştan caydırmak olmayacağına göre döviz kazanmanın zorunluluğu bu sıkışıklık içinde yeniden akla geldi. Hükümet, ihracatçı sanayicileri teşvik edici bir dizi önlem açıkladı.
Başbakan Yıldırım Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısı kararlarına ilişkin 8 Aralık’ta yaptığı açıklamada “Firmaların piyasada nakit ihtiyaçları var. Nakit sıkıntısını rahatlatmak, hatta istihdamı artırmak için Kredi Garanti Fonu’nun kefaletiyle 250 milyar liraya kadar bir kredi hacmi oluşturuyoruz. İhracat işiyle uğraşanlar, KOBİ’ler için nakit sıkışıklığını giderecek yeni bir kaynak oluşturuyoruz” dedi.
Döviz sıkışıklığı yaşayan Türkiye’nin, döviz kazandırıcı faaliyet olarak ihracatı ihmal ettiği bir gerçek. Sadece 2010-2015 dönemini aldığınızda, yıllık ortalama 142 milyar dolarlık ihracata karşılık, Türkiye’nin yıllık 227 milyar dolar ithalat yaptığı, dolayısıyla bu dönemde yılda ortalama 85 milyar dolar açık verdiği görülüyor. Bu dönemde, açığın 2011’de 105 milyar dolara kadar çıktığı, 2015’te ise enerji fiyatlarının ucuzlaması ve büyümenin yavaşlaması sonucu 63 milyar dolara indiği görülüyor.
Bu açığın, büyümenin yüzde 2 olarak beklendiği 2016 sonunda biraz daha azalsa da, kronik bir sorun olduğu ve makası daraltmak gerektiği ortada. Yılda ortalama 85 milyar dolarlık bir dış ticaret açığının yarattığı sorunu, net turizm gelirleri de kapatamıyor ve açığın ancak dörtte birine yetişebiliyor. Bu şartlarda Türkiye, kronik cari açık veren, kırılgan bir ülke durumundan çıkamıyor. Bu açığın kapatılması için hem sıcak para hem banka kredisi biçiminde yapılan borçlanmaların tutarı, 421 milyar dolarlık bir dış borç stoku yaratmış ve Türkiye’nin manevra alanını daraltmış durumda. Bu, milli gelirin yüzde 60’ına yaklaşan bir borç kamburu.
Dolayısıyla, ihracatı hatırlamakta geç kalındı. Ama yine de “Zararın neresinden dönsen kârdır” biçimindeki atasözü, bugün daha sık kullanılır halde. İhracata verilen teşviklerle yönelinecek pazarlardan birincisi Avrupa Birliği alanı ise, diğeri Yakın ve Orta Doğu. Bir zamanlar görece daha iyi dış ekonomik ilişki kurulan bu coğrafyayı, tekrar hatırlama zorunluluğu gelmiş görünüyor.
Türkiye, 2010-2015 döneminde Orta Doğu’ya yıllık 18,5 milyar dolar ithalata karşılık, yıllık 33 milyar dolar ihracat yaptı. Bu anlamda, yılda 15 milyar dolara yakın dış ticaret üstünlüğü sağladı.
Türkiye, İran’ı da kapsayan “Yakın ve Orta Doğu” bölgesine 2003 yılından itibaren ağırlık verdi ve dış ticaret hacmi 9 milyar dolardan 2012’de 64 milyar dolara kadar çıktı. Artış, yüzde 611’i buldu. Bu hızlı artışta, bölgeden yapılan enerji ithalatı faturasının artması kadar, Türkiye’nin de bu pazarları önemsemesi ve özellikle Irak’ı Almanya’dan sonraki en büyük ihracat pazarı durumuna getirmesi etkili oldu.
En güncel veriler ışığında gelinen nokta şöyle özetlenebilir: 2016 ocak-ekim döneminde Türkiye’nin Yakın ve Orta Doğu’yla dış ticareti 36 milyar dolar dolayında. Bu, 280 milyar dolarlık ülke dış ticaretinde yüzde 13’lük bir büyüklük demek ve umulanın çok altında.
Bölgenin önde gelen dış ticaret partneri, yılda 8 milyar dolarlık dış ticaret ile İran’dır ve düşen enerji fiyatları sonucu Türkiye, İran’a karşı 600 milyon dolar da olsa dış ticaret üstünlüğü sağladı. Diğer önemli partner, 6,5 milyar dolar ile BAE’dir ve bu ülkeye karşı da Türkiye 1 milyar dolarlık net ihracatçıdır. Irak ise son yıllarda önemli azalma gösterse de Türkiye’nin 6 milyar dolar ihracat yaptığı önemli bir pazar. Hatta Almanya ve İngiltere’den sonraki en önemli pazar. Suudi Arabistan ile İsrail ise her biri Türkiye’den bu yılın ilk 10 ayında 2,5 milyar dolar mal alan ülkeler. Böylece Türkiye’nin 36 milyar dolarlık bölge dış ticaretinin yüzde 72’sinin bu 5 ülkeyle yapıldığını söylemek mümkün.
Petrol fiyatlarının yukarı yönlü hareketi, savaş harcamalarının azalması ve İran’ın Batı ile ilişkilerinin yumuşaması ile bölgede dış ticareti artırmanın potansiyeli yükseliyor. Ama bu, sonuçta sadece bir potansiyel. Fiiliyata geçirilmesi ise hem Türkiye’nin bu ülkelerle siyasi ilişkilerini iyileştirmesine, hem de ülkelerin kendi ekonomik ve politik sorunlarını hallederek, IMF’nin bölge için öngördüğü yıllık yüzde 3 büyüme öngörülerinin üstüne çıkmalarına bağlı.
Diğer yandan, sadece dış ticaret değil, Türkiye’nin bölgede 1.5-2 milyar doları geçmeyen doğrudan yatırımlarını artırma konusunda da önemli bir potansiyel olduğunu anımsamak gerekli. Bölgenin Türkiye’ye yatırımlarını cezbetmek, bir başka kulvar olan turizmde iş birliğini ilerletmek, inşaat faaliyetlerinin hacmini, hele ki barışa geçişle birlikte geliştirmek, yakın gündemin maddeleri arasında yer alabilir. Ama her şey bölgesel barışın tesisine, uyuma ve karşılıklı iş birliğine bağlı.