Turkey’s crisis-hit soccer clubs face bitter pills in rescue plan(Al-Monitor, January 11, 2019)
ARTICLE SUMMARY A “rescue” plan is in the making for Turkey’s cash-strapped soccer clubs, but…
Mustafa Sönmez
Kriz, işsizlik, Wikileaks depremi…Bütün bunlardan bunaldıysanız kendinizi bir sinemadan içeri atın. Bu gün vizyona giren Yavuz Tuğrul-Şener Şen- Cem Yılmaz üçlüsünün Av Mevsimi filmini seyredin mesela. Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu da iyi bir film. Çoğunluk, ancak Beyoğlu’nda 30 koltuklu bir sinemada yer bulmuş kendisine, ama gidin, izleyin. Salonları, kifayetsiz muhteris Mahsun Kırmızıgül’ün Newyork’ta Beş Minaresi kapatmış. O gazla bir de Çanakkale filmi çekecekmiş Kırmızıgül…Vizyona yeni yılın ilk ayında girecekler arasında Fethullahçıların yapımı Saidi Nursi de var. Bir de Kurtlar Vadisi Filistin…
***
Türk sineması hızlı bir metalaşma ve endüstrileşme yolunda. Öyle böyle değil, en büyük hasılatı Türk filmleri ezici bir biçimde yapıyor. Son 20 yılın en çok seyredilen filmlerinden sadece ikisi, Titanik ve Avatar, yabancı yapım. Geri kalanlar hep Türk filmi. Her film, 4,5 milyon ila 2,5 milyon arasında seyirci toplamış. Bu, her film için ortalama 25 milyon TL’lik hasılat demek.
Türk sinemasında 1990 sonrası endüstrileşmeye yol açan bir dizi etken var. Birincisi dış kaynakla büyüyen ekonomiden, Türk sinema sektörü de yararlandı. 73 milyonluk nüfusun dörtte üçü kentlere taşınırken artan iç tüketim AVM’leri, plazaları, onların içinde de sinema salonlarını yarattı. Sayıları 226’yı bulan AVM’lerin yüzde 40’ı İstanbul’da toplanırken diğerleri irili ufaklı birçok kentte ve hemen hepsinde sinema salonları açıldı. Eğlencenin endüstrileştiği İstanbul’da hızla yeni sinema salonları inşa edildi. Yine 1990 sonrası onlarca televizyon kanalının yerli film talebinde patlama yaşandı. Eski Türk filmlerine bile “nur yağdı”…En çok da TV’lerin dizi modası, sinema endüstrisinin altyapısına, ekipmanı ve kadrosuna ivme kazandırdı. Birçok sinemacı, dizi de çekmeye başladı ama diziden kazandıkları ile özellikle ölü sezonlarda sinema filmi yapmayı sürdürdüler. TV’de yıldızlaşan starlar ( Recep İvedik,Cem Yılmaz,Yılmaz Erdoğan) bu popülaritelerini sinema filmine tahvil etmekte gecikmediler. Giderek, geniş anlamda medyada çok hızlı bir entegrasyon yaşandı. Yazılı medya-TV bütünleşmesini, dizi yapımcılığı-sinema filmi üreticiliğinin entegrasyonu izlerken, sinema, özellikle de diziler, reklamların ana taşıyıcısı oldular. Sinema salonları, kendi başlarına reklamlarda yüzde 5’e yakın pay almaya başladılar. Sinemaya, bira, iletişim firmaları başta olmak üzere birçok firmanın sponsor olarak katılmasıyla, getiri arttı (*).
Sinemada yerli yapımların bu kadar ezici üstünlük sağlamasında, sinemacıların , esas olarak kültür gıdasını TV’den alan seyircinin yerleşik beklentisini iyi “okumaları” ana etken. Popüler kültürün kahkaha, gözyaşı, şiddet, cinsellik, korku vb. ögelerini, dizilerden sonra sinema filmi tavasında yerli seyircinin damak tadına uygun pişirmede bir biriyle yarışan sinemacılar, hızla sinema üstünden sermaye birikiminde hatırı sayılır mesafe kat ettiler.
***
Kuşkusuz, sinemada metalaşma ve endüstrileşmede ana etkenlerden biri, sektördeki ucuz ve güvencesiz işgücü. 2009 Sosyal Güvenlik Kurumu verileri, sinema filmi ve ses kaydı yayıncılığı diye sınıfladığı faaliyet alanında bin 235 firma ve 11 bin dolayında kayıtlı istihdama işaret ediyor. Oysa sinema ve müzik endüstrisinde çalışanların bu rakamların çok üzerinde olduğu bilinir. Düşük ücret ve güvencesizlik ana sorun. Nitekim DİSK-Sine-Sen 2009 raporunda çalışma koşullarını şöyle özetlemektedir: “… filmlerin setlerinde çalışanların yüzde 90’ı ise sosyal güvenlikten yoksun ve sigortasız çalışmaktadır…ortalama çalışma süresi yaklaşık olarak 16-18 saattir. Bu çalışmalarda hiçbir ekip fazla mesai alamamaktadır. Setlerde çocuk oyuncular dahi uygun olmayan koşullarda ve saatlerce çalıştırılmaktadır. İnsanlık dışı ağır çalışma koşulları, yorgunluk, uykusuzluk ve stres yüzünden geçen yıl 3 kişi iş kazasında öldü; 1 kişi intihar etti ve 1 kişi de kalp krizi geçirip öldü..”
Rahat koltuklarımıza gömülerek izlediğimiz hayal mahsullerinin hamurunda sinemacının yaratıcılığı kadar emeğin kanı, teri ve gözyaşı olduğunu unutmayalım…İyi seyirler…
(*) Medyada entegrasyonun geniş tahlili, önümüzdeki hafta Yordam Kitap yapımı olarak piyasaya çıkacak olan Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı başlıklı çalışmamda yer alıyor.