Tek adam rejimi güvenoyu alamıyor (Al-Monitor, Temmuz 18, 2018)
Olağanüstü Hal ikliminde adaletsiz bir yarışma ve kamu denetiminden uzak bir biçimde yapılan 24 Haziran…
Mustafa Sönmez
Türkiye kapitalizmi, 2009’daki küçülmesini yüzde 4,7’de tutarken 2010 büyümesini tahminen (30 Mart’ta açıklanıyor) yüzde 7-8’e kadar çıkardı.
2010’a ait bu hızlı toparlanma madalyonun arka yüzünde ise, 48,5 milyar dolarlık tarihi bir döviz açığı, yani cari açık var. Bu el parasıyla verilen dev açıklarla büyümeyi sürdürmek kolay iş değil, her an büyük kazalar yaşanabilir.
İşte bu tehlikeli gidişe Merkez Bankası vaziyet etti ve cari açıktaki büyümeyi frenlemek üzere para politikalarını devreye soktu. Yaptığı ikili karışımda, politika faizini düşürmek ama aynı zamanda bankaların zorunlu (munzam) karşılık oranlarını yükseltmek vardı. Amaçlanan, faizi düşürerek, yüksek faiz tutkunu sıcak paranın iştahını kaçırmak, ama aynı zamanda bankaları da kredi musluklarını kısmaya mecbur tutup soğumaya katkılarını sağlamaktı.
Bu amaçla, 17 Aralık 2010, 24 Ocak ve son olarak 23 Mart’ta yapılan düzenlemelerle politika faizi yüzde 6.25’e indirilirken zorunlu karşılık oranı yüzde 15’e kadar çıkarıldı. Bu ölçüde bir artış, bankaların, “sıkarken öldürmeyin!” sızlanmasına yol açtı.
Peki bu önlemlerle sıcak para girişi durdu mu, beklenen kredi hacmi daralması gerçekleşti mi? ? Hayır. 11 Mart 2011 tarihli sıcak para stoku, 2010 sonundan sadece 2 milyar dolar kadar gerideydi. Stok, 112 milyar dolar dolayındaydı ve sıcak para borsadan çıksa da kamu kağıtlarına yöneliyordu
Kaynak: TCMB
Merkez Bankası önlemleri pek işe yaramamış, sıcak para akışı azalmamıştı. Bankalar sızlanıyorlardı ama kredi hacimleri daralmıyordu. Müşterilere, ileride daha yüksek bir faize maruz kalmamak için mevcut faizle kredi almaları tavsiye ediliyor ve sonuç alınıyordu da…
Ekonomide soğumanın kaderi biraz da dış dinamiklere bağlı. Japonya’daki felaketle gelen talep azalışı, petrol ve emtia fiyatlarını aşağı itici bir etki yaratırken Arap coğrafyasındaki altüst oluşlar fiyatları tırmandırıcı etki yapıyor. Bu etkinin ağır basması, hem iç talebi hem de Türkiye’nin ihraç pazarlarını daraltır ve büyümeye negatif etki eder, maliyet enflasyonuna yol açar. Yanı sıra, Avrupa, borç konsolidasyonlarına bile gidecek bir çaresizliği yaşıyor. Politik faturalar, kriz dönemi hükümetlerine seçimlerle kesilmeye başlandı, artık sandıklar, sokaklar konuşuyor!…
Avrupa’oa toparlanma değil, yeni bir daralmaya yol açacak bu gelişmeler de Türkiye’deki büyüme temposunu düşürebilir. Buna karşılık Arap ülkelerindeki kargaşa sermaye kaçışını artırırken adres olarak Türkiye’nin seçildiği de konuşuluyor. Bu giriş, sıcak para biçiminde oluyorsa bu kez soğuma hedefi sulanır.
***
Ama, gözlerden kaçmayan şu: Ekonomi soğutulmak isteniyorsa maliye politikaları da devrede olmalıydı. Devlet, hem vergi ayağında hem de harcama ayağında aktif davranarak soğumaya katkı yapabilirdi. Ama seçim düzlemine girilmiş bir konjonktürde hükümet bundan kaçıyor. Topu orta sahada çeviriyor, ya da çöpleri biriktiriyor diyelim. Bu duruş, döviz kurunda ani iniş çıkışları da frenliyor ve seçim tarihine bir kur şoku yaşamadan ilerleniyor.
AKP, 12 Haziran’da yeniden iktidar olacağından emin ve belli bir hasara yol açmasına rağmen, kamu maliyesi ile soğutma işini seçim ertesine erteliyor…12 Haziran, AKP dışı bir hükümeti , mesela tek başına CHP’yi, ya da bir koalisyon hükümetini “kısmet ederse”, bu kez, yeni hükümet, kucağında sorunlu bir ekonomi yumağı bulacak. Çöpleri biriktirilmiş, aşırı ısınmış ekonomiyi tatsız daraltıcı önlemlerle rehabilite etmek, yeni hükümetin “enkaz devraldık” feryatlarıyla kaçınılmaz hale gelecek…