Türk Lirası birçok yükselen çevre ülkenin yerel parası gibi eylül sonlarında ve ekim ayında ABD doları karşısında hızla değer kaybetti ve daha da kaybetme ihtimali var. TL’deki değer kaybı ülkede enflasyonu, borç geri ödemelerini, ülkenin yeniden borçlanma kapasitesini, bütün bunları yönetmek de 2019’da yeniden seçime gidecek AKP rejimini çok yakından ilgilendiriyor ve deyim yerindeyse diken üstünde tutuyor. TL’nin değer kaybı zaman zaman “Türkiye’yi kıskanan, çekemeyen, emperyalist güçlerin dış komplolarına, siyasi oyunlarına” da bağlanıyor.

Özünde Türk Lirası’na değer kaybettiren ana öge ekonominin büyük ölçüde dış kaynağa bağımlı olmasından, aldığı borçların milli gelire oranının olağan dışı boyutlara ulaşmasından kaynaklanıyor. Özellikle “sıcak para” denilen kısa vadeli portföy yatırımlarına bağımlılık had safhada. Bu parayı çekmek hayati önemde. Sıcak paranın küresel tercihleri bu anlamda Türkiye’yi çok yakından etkiliyor. Ekonomi, sıcak para girişiyle büyüyen sıcak paranın çıkışıyla da daralan kırılgan bir mekaniğe bağlanmış durumda.

Küresel sıcak parayı yatırım yeri seçmede küresel riskler, merkez ülkelerde faizlerin durumu, siyasi iklim, çevre ülkelerde faizlerin boyutları, bölgesel riskler yakından ilgilendiriyor.

Küresel krizin yıkıcılığını azaltmak için merkez ülkelerde, ABD ve AB’de izlenen genişlemeci para politikaları, sıfır faiz uygulamaları sıcak parayı Türkiye gibi çevre ülkelere yönlendirmişti. Özellikle 2015 sonrası merkez ülkelerde ekonomiyi toparlama, bunun için de firmalara tanınan koltuk değneklerini yavaş yavaş çekip alma kararı global fonlara da pozisyon değiştirtiyor. Merkez ülkelerin merkez bankalarının faiz artırma, “genişlemeden normalleşmeye dönme” yönünde attıkları adımlar, sıcak paranın çevre ülkelerden merkeze yönelmesini de beraberinde getiriyor. Böyle olunca, çevre ülkelerden çekilen sıcak para ile birlikte bu ülkelerde egemen para dolar kıtlaşınca fiyatı da yükseliyor ve yerel paralar dolar karşısında değer kaybetmeye başlıyorlar. Bu, bazılarında daha hızlı, bazılarında daha hafif kayıplar biçiminde yaşanıyor.

Türk Lirası şu sıralar ağır değer kayıpları ile diğer yerel paralardan ayrışıyor. Bunda da ülke riskinin yüksekliği etken. TL hem ekonomik iklimden hem de iç ve dış politik iklimden olumsuz etkileniyor.

TL’de yeni dalga değer erozyonu eylül ortalarında başladı. 20 Eylül’de ABD Merkez Bankası Fed’in faiz artırma, bilanço küçültme kararı tüm yerel paralar gibi TL’yi de olumsuz etkiledi. Ama bu değer kaybı ekimin ilk haftasından sonra daha da hızlandı. Bunda da 8 Ekim’de ABD ile yaşanan vize krizi etkili oldu. ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği elemanlarının terör eylemleriyle bağlantılı oldukları gerekçesiyle Türk hükümeti tarafından gözaltına alınıp tutuklanmasına tavır olarak ABD vize hizmetlerini durdurduğunu açıklamıştı. AKP Hükümeti de ABD’nin hamlesine aynı hamle ile karşılık verince ortalık gerildi ve bundan TL de nasibini aldı, hızla değer kaybetti. O zamandan bu yana da TL, ABD ile yaşanan gerilimin basıncı altında. ABD’de görülmekte olan ve 27 Kasım’da New York’ta duruşması gerçekleşecek “Zarrab davası” ,iki ülke arasındaki gerilimin arenası haline geldi.

Bilindiği gibi Zarrab olayı, İran’ın Türkiye’ye yaptığı enerji ihracının karşılığı alacaklarının ABD’nin ambargosu nedeniyle transferinde yaşanan sorunlar ile ilgili gündeme gelmişti. Altın ticareti ile uğraşan İran asıllı Reza Zarrab Türk vatandaşlığı da almış ve İran’ın alacaklarının külçe altına dönüştürülerek İran’a transferi işleminin baş aktörü olmuştu. 2012 yılında başlayan ve sonraki yıllara uzanan, ABD ambargosunun delinmesi olarak nitelenen bu transfer işinde AKP rejiminin bazı bankacılarının, bakanlarının, bürokratlarının yardımcı oldukları, 17-25 Aralık 2013 soruşturmaları sırasında kamuoyuna yansıtılan ses ve görüntü kayıtları ile iddia edilmişti. Zarrab 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları kapsamında tutuklanmış ve iki ayı biraz aşkın bir süre hapis yattıktan sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra hakkındaki suçlamalar düşürülmüştü. Dava dosyasında Zarrab o dönem bakanlık yapan isimlere rüşvet vermekle suçlanıyordu.

Zarrab’a dönük operasyonları daha sonra FETÖ olarak adlandırılacak Fethullah Gülen cemaatine mensup yargı ve polis mensuplarının komplosu olarak niteleyen AKP Hükümeti, öteki iddialar ile birlikte Zarrab ile ilgili iddialara karşı da suçlananları korumuştu. Ancak, ABD yetkilileri delinen ambargonun hesabının sorulmasından vazgeçmemişler ve ABD’de mart 2016’da tutukladıkları Zarrab üstünden iddianame hazırlamışlardı.

İddianamede Zarrab’in iki İran vatandaşıyla birlikte ABD’nin yaptırımlarını delmek için İran devleti ve bazı şirketleri adına milyonlarca dolarlık finansal işlem yaptığı öne sürülüyordu. Bu işlemde bir devlet bankası olan Halkbank, transfere kolaylık sağlayıcı olarak suçlanıyordu. Mart 2017’de New York’ta gözaltına alınan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın da Zarrab’ın suç ortağı olduğu iddia ediliyordu.

27 Kasım Atilla ve Zarrab’ın İran yaptırımlarını ihlal etmek suçundan yargılanacakları davanın ilk celse tarihi. Davada savcılık makamının Halkbank ve eski AKP Hükümeti’nin ABD kanunlarına göre yasak olan transferle ile ilgili bilgisi olduğuna dair kanıtlar sunması bekleniyor. Dahası da var: Ahval’dan Tim Lowell’ın haberine göre savcılık, Zarrab’ın dönemin başbakanı Erdoğan ile konuşmalarını iddianameye geçirdi. İddianamede Zarrab’ın Erdoğan ile 2013 yılında bir düğünde konuştuktan sonra Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan tarafından yönetilen vakfa bağışta bulunduğu iddiası yer aldı.

Zarrab davası çok uzun süre Türkiye-ABD ilişkilerinin odağında yer alacak gibi. Bu, Erdoğan’ın sık sık yaptığı öfkeli çıkışlardan da okunabiliyor. AKP’li bakanların yanı sıra Erdoğan ve ailesinin de davayla ilintilendirilmesinin mümkün olduğu yazılıp çiziliyor ve bunlar tansiyonu iyice yükseltiyor.

Davadaki gelişmeler çarpıcı. Bloomberg 31 Ekim’deki haberinde 27 Kasım’da yapılacak ilk celsede Rıza Zarrab’ın bulunmayabileceğini, daha doğrusu sanık olarak ifade vermeyebileceğini bildirdi. Bloomberg kesin bir neden belirtmedi ama Zarrab’ın savcılarla iş birliği anlaşması yapmış olabileceğini ya da aleyhindeki suçlamaların düşürülmüş olabileceğini yazdı. Aynı gün New York Times da Zarrab’ın kesin olmamakla birlikte suçunu kabul etmiş ve savcılık makamı ile iş birliği yapmış olabileceğini yazdı.

Zarrab’ın yazıldığı gibi suçlamaları kabul etmesi halinde 30 yıl civarında ceza alacağı söyleniyor. Zarrab, suçunu kabul eder de ceza indirimi karşılığında Halkbank İran transferinde rol alan başka Türk bankaları, Erdoğan ve yakın çevresi dâhil AKP’li politikacılar, bürokratlar aleyhinde deliller verirse dava ekonomi ve siyasette önemli depremler yaratacak kapasitede.

Satranç oyununda olduğu gibi her hamlenin bir karşı hamlesi var. Ama görünen o ki bu yıpratıcı satranç maçı kasım ayı boyunca sürecek ve Türkiye ekonomisi, Türk Lirası bu gerilimden bir hayli olumsuz etkilenecek.

Written by Mustafa Sönmez