Mustafa Sönmez

10.05.2010, Pazartesi
Türkiye, dünya kapitalizminin 2002-2007 dönemindeki likidite bolluğu ile 2001 krizi sonrası “lale devrini” yaşadıktan sonra 2008’den başlayarak teklemeye başladı, büyüme temposu düştü ki…Bunun üstüne bir dış şok geldi. ABD merkezli küresel krizin dalgaları 2008’in son çeyreğinde Türkiye’yi de fena vurdu…İlk elde bir kur şoku yaşandı, dolar 1.80TL’leri gördü. Hemen ardından ihracat geriledi, iç talep düştü, akabinde fabrikalarda makineler durdu , işçiler çıkarıldı. Bu iç kırılganlığa binen ilk dış şokun 2009 bedelini özetleyelim: Yüzde 5’e yakın küçülme, kişi başına gelirde 2 bin dolar gerileme, resmi işsizliğin yüzde 11’den yüzde 14’e yerleşmesi, , sanayide reel ücretlerin 15 ayda yüzde 18 gerilemesi (tarihinde ilk kez nominal ücretlerin düşmesi…)…Bütün bu çöküş yaşanırken dişe dokunur bir muhalefetin örgütlenememesi, saman alevi türü işçi parlamalarının dışında olan bitenin bir güzel sineye çekilmesi ve AKP’nin her tür ekonomik, siyasi, ideolojik manipülasyonuna, etkin bir emek muhalefetinin örgütlenememesi…

Ama bitmedi, bitmeyecek; şimdi yeni bir dış şoka giriyor Türkiye.

***

2007-2008 küresel krizinin ilk perdesinde olay ABD’de geçiyordu, ikinci perdede Avrupa ana mekan. Küresel kriz ateşini söndürmek üzere yapılan devlet müdahaleleri, krizde ikinci perdenin adını da koydu: “Devletin mali krizi”…En zayıf halkanın Yunanistan olduğu anlaşıldı. Yunanistan öyle bir durumda ki, tedavisi yılları bulacak, o da acı reçeteye ikna olursa… Geliri artmayan, hatta düşen bir halkın, uzunca süre böyle bir fedakârlığa katlanması kolay mı? IMF, reçeteyi vermiş: Bunlardan ilki kamu açıklarının sıkı bir biçimde azaltılması, kamu borç stokunun düşürülmesi. İkincisi ise Yunan ekonomisine rekabet gücü kazandırılması. Yunanistan’ın kamu borcunun yüzde 85’i yabancılara ve onlar da tedirgin… Bu da Avro’nun istikrarını bozuyor. Dolara kaçışı kamçılıyor.

Gelin görün ki, sorun Yunanistan ile bitmiyor. AB ülkeleri arasında Almanya ve Fransa’nın “ayrışması” tezi bir efsane…Hepsi Avrodan dolayı aynı gemideler. Bir bütün olarak alındığında AB’de kamu açığının GSYH’ye oranı yüzde 7’ye yakın ve kamu borcunun GSYH’ye oranı ise yüzde 74. Krizin başta, Portekiz ve İspanya olmak üzere başka ülkelere bulaşması çok mümkün. Hatta İrlanda, İtalya ve İngiltere’yi topun ağzında görenler az değil…

Esas korku İspanya. Zaten iç tasarruf oranı yüzde 20 dolayında, işsizliği yüzde 20’yi bulmuş, kemer sıkmaya kalksa ne kadar sıkabilir ? Üstelik kıtayı sarsacak kadar büyük bir ekonomi. Yunanistan’ın 2009 için likidite gereksimi 73 milyar dolarken İspanya’nınki 280 milyar dolar, karşılaması gereken borç miktarı da 225 milyar dolar.

Açık olan şu: Yunanistan paketi, ne Yunanistan’ın, ne de AB’nin problemini çözecektir. Bu kriz, banka bilançoları üstünden AB’nin tamamına, oradan da kürenin kalan bölgelerine yayılacaktır. ABD’ye ait “toksik kağıtlar”, ifadesi şimdi Yunan devlet bonoları için kullanılacaktır. Bankaların bilançolarında bu kağıtların olup olmadığı sorgulanıp içe kapanmalar, kasılmalar yaşanacaktır, bankalar birbirleriyle işlem yapmayı keseceklerdir. Avrupa bankalarının pasifleri yani borçları değişmezken, aktifleri, yani varlıkları azalacaktır. Sadece Yunanistan’ın değil, sıradaki ülkelerin ortaya çıkacak kamu borç stokları tüm AB’nin yükü olarak görülmek ve baş edilmek durumunda…

***

Türkiye, bu yeni dış şokta ilk etkiyi, sıcak paranın çıkışı ile yaşıyor. Sıcak para hem puslu havadan daha çok kazanmak için yüksek faizli Yunan, Portekiz, İspanya bonolarından voli için çıkıyor hem de Türkiye gibi ülkeleri pek iyi bir geleceğin beklemediğini gördüğü için…İkisi de olabilir…

Bütçe açığı ve cari açık, Türkiye’nin temel kırılganlıkları. Şimdilerde Avrodaki düşüşü, dolara kaçış izliyor. Türkiye’nin döviz geliri Avro, döviz gideri dolar ağırlıklı. Dolayısıyla gidişat aleyhine. Büyümesi dış kaynak girişine bağlı. Sıcak para çıkınca makineler tekler, dönmez. Avro düşünce ihracat ve turizme zarar verir, dolar yükselince ithalat faturası ve dış borcu çevirme maliyeti artar. Şimdi bunları , tıpkı 2008’in son çeyreği ve 2009’un ilk mevsiminde olduğu gibi yeniden yaşamak çok muhtemel. Yeni tensikatlar, işsizlikler, yoksullaşmalar kapıda.

İsteyen sineye çeker, isteyen artık yeter der…Keyfiyet umuma aittir.

Written by Mustafa Sönmez