AKP’nin Hz. Ömer Adaleti: Ayda 65 TL
Mustafa Sönmez RTE, İstanbul Sultangazi’de “Ömer gibi kapıları dinleyip, yardım dağıtıyoruz” diyordu. “Dinleme”…
Mustafa Sönmez
Yavaş yavaş kaynatılan suya atılmış kurbağalar gibiyiz. Haşlandığımızın hala çoğumuz farkında değiliz. Geride kalan 9 yıllık icraat, evet, AKP hükümetine aittir ama bu icraatla artık yeni bir “rejim” inşa edildi. Farkında mıyız, artık o rejimle idare ediliyoruz.
“Yeni bir rejim”den kasıt nedir? Bunun için devlet teorisinin iki temel kavramını hatırlatalım: Devlet tipi ve devlet biçimi. Devlet tipi, bir toplumsal formasyondaki hakim üretim biçimine tekabül eder. O toplumdaki hakim üretim ilişkileri, devletin tipini de belirler: Köleci devlet, feodal devlet, kapitalist devlet, başlıca devlet tipleri…
Devlet biçimi ise, kapitalist devletin yönetme seçenekleri ile ilgili. İşte rejim, budur. Kapitalizmin her ülkede aldığı biçim, yönetim biçimini , rejimi de belirler. Feodalizmle çatışarak, aşağıdan yukarıya gelişmiş kapitalizmin devlet biçimi ile Türkiye gibi geç gelişmiş kapitalizmin devlet biçimi aynı değil. Kapitalizmin gelişmiş rejimi, burjuva demokrasisi. Demokratik muhalefetin özgür olduğu, yasama-yürütme-yargının birbirine karşı özerk olduğu, seçme, seçilme hakkının, grev,toplu sözleşme hakkının , ifade,örgütlenme hakkının, engelsiz, barajsız olduğu; cinsel, etnik ve diğer ayrımcılıklara izin verilmediği yönetim biçimi, rejimdir bu.
***
Bir burjuva demokrasisine hiçbir zaman sahip olamamış Türkiye’de ne tür yönetim rejimleri yaşandı? Türkiye için tek partili otoriter devlet biçimi, 1950’de yerini çok partili bir rejime bıraktı. Ama bu rejimde yasama ve yargının bağımsızlığı, demokratik muhalefetin temsili, sözde kaldı. Ekonomik-demokratik haklar, iktidar blokunda askeri bürokrasinin etkisinin azaltılması tam manasıyla hayat bulamadı ve belli inişler çıkışlarla –27 Mayıs, 12 Mart gibi ara rejimlerle birlikte– bu güdük parlamenter rejim, 1980’e kadar hüküm sürdü.
12 Eylül, yeni bir sermaye birikimi rejimi ile birlikte yeni bir yönetim rejimine geçişin miladıdır. Demokratik muhalefetin zulümle bastırıldığı, yüksek öğrenimin, yasama ve yürütmenin görece özerk yanlarının budandığı, seçme seçilme, grev-toplu sözleşme hakkının karşısına barajların dikildiği bir rejimdi 12 Eylül. Dünya ekonomisi ile bütünleşme ve ucuz emekle rekabet gücü bulabilecek dışa açılma serüvenine denk düşen bu rejim, sözde sivilleşme oyalamasıyla 1983’ten 2002’ye kadar icra edildi. Dönem, 12 Eylül ruhunu koruyarak kısmi demokratikleşme rötuşlarıyla geçti. İktidar blokundaki sivil-asker bürokrasi ile “laisizm” ekseninde müttefik büyük sermaye fraksiyonunun (TÜSİAD’ın), dip dalga İslami hareket ve Kürt siyaseti ile mücadelesi, bu rejim altında gerçekleşti.
***
AKP’nin 2002 sonlarında iktidara gelişiyle, yeni bir rejimin inşa serüveni başladı. “Milli görüş” gömleğini çıkarıp “neoliberal gömleği” giyen AKP’liler, elbette, yeni rejimi inşada tek başlarına değildiler. Fethullah cemaatiyle kurulan koalisyonun ipleri, hep Okyanus ötesindeydi. ABD, Irak işgali sırasında çıkardığı derslerle , Türkiye’de yeni müttefik arayışına girdi ve tasarım , iletişim, istihbarat desteği ile yeni rejimin inşasına damgasını vurdu.
2002-2007’deki uygun iç ve dış iktisadi ikliminin de yardımcı olduğu bu rejimi inşa sürecinin ilk aşaması “güven sağlama” oldu. İslami muhafazakarlıktan endişe duyanlar, AB’ye tam üyelik şovlarıyla yatıştırılırken devamında, asker-sivil yargı bürokrasisinden gelebilecek ataklara karşı oynanan “mazlumluk” kartı, prim yaptı. “Sivilleşme” hamleleri, pabucumun demokratlarının hararetli alkışlarıyla “rıza”yı (consensus) pekiştirdi.
2007’de başlayan ikinci hükümet (kalfalık) ile birlikte , artık rejimin inşasında defanstan, ofansa geçildi. Etkin bir medya donanımı ve rakip medyayı devlet baskısı ile kuşatmanın ardından Ergenekon, Balyoz, KCK çuvallarına sapla samanlar birlikte doldurularak sindirme süreci başlatıldı. Geleneksel büyük sermaye korkutulmuş, etkisizleştirilmişti. Hızla biat halindeydiler. Medyanın yanı sıra YÖK kontrol altındaydı. Sendikal alanda Hak-İş, kısmen Türk-İş, yandaş yapılarak süreç ilerletildi. 12 Eylül 2010 referandumu, “Yetmez ama evetçi” avanakların desteğiyle, yargının defterinin dürüleceği kilometre taşıydı.
***
12 Haziran seçimleriyle (ustalık dönemi) inşası süren rejim, Ağustos 2011’de ABD’nin desteği ile kuşattığı askeri vesayete son hamleyi yaptı ve üstüne toprağı attı. Bu, sivilleşme iddiasıyla, asker yerine baskı aygıtı olarak polisin ikame edildiği, rejimin inşasında önemli bir etaptı. Rejim, “Önce yıprat, sonra fethet” taktiği ile yargı ve orduda inisyatifi ele aldıktan sonra, ayak bağı Kürt siyasetine ve her tür demokratik muhalefete artık “zor” aracıyla hunharca girişebilirdi.
***
Rejimin artık yapacağı tek şey kaldı. Bütün bu “dönüşümleri” yani “mazrufu” , “Sivil Anayasa” isimli bir “zarf”a yerleştirmek ve kalıcı bir “rıza” ile yıllarca hükmetmek…Cemil Çiçek’in, “Sivil anayasa hazırlığı” davetlerine icabet edecek “bilim insanları”na, ana muhalefete ve diğer partilere sormalı: Yeni rejimin “mazruf”una dokunma, sorgulama, eleştiri hakkı size tanınacak mı? Sormak lazım; İnşa ettikleri rejime niye dokundurtsunlar ?
Açık ki, amaçları, sözde demokratik tartışma ortamı sunup sonra bildiklerini okuyarak rejimi “anayasal” bir zarfla meşrulaştırmak.
AKP rejiminin yerine demokratik yeni bir rejim, masada anayasa pazarlıklarından geçecekse, sormak lazım, elinizde ne koz var? O kozu sağlamanın tek yolu: Hayatın her alanında etkili bir hak mücadelesi vermek, kaybedilen mevzileri yeniden kazanmak…