Debt ordeal hovers over Turkey’s ‘megaproject’ builders (Al Monitor, Feb.21, 2020)
Saddled with two-thirds of the country’s external debt stock, the Turkish private sector is going…
Mustafa Sönmez
Amerika, Avrupa, yer yer Doğu ülkelerinde yaşanan küresel krizden herkes nasibini alıyor. Her yerde işsizlik arttı, gelir dağılımında bozulmalar hızlandı. Bütçe açıkları büyüdü ve kamu kaynaklarının önemli bir kısmı şirket ve bankaları kurtarmaya ayrılırken sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, barınma gibi sosyal harcamalarda azalma görülüyor. İş bekleyenlerin umudu bir sonraki bahara kalırken enflasyon bir tehdit olarak, bazen gerçeklik olarak yaşanıyor. Ücret ve maaşlar ise enflasyonla baş edecek oranda artırılmıyor. Bu da gelir dağılımının daha da bozulmasına yol açıyor.
Sokağa çıkan kitlelerin sloganlarında somutlaşan tepki ve beklentiler, bir bütünlük arz etmiyor elbette. Örneğin Şili gibi krizin biraz daha çeperinde yer alan bir bölgede öğrencilerin parasız eğitim talebi öne çıkarken ABD’deki kitleler Wall Street’te yüzde 1’in egemenliğine karşı yüzde 99’un tepkisini dile getiriyorlar. Keza, Avrupa’da, özellikle Yunanistan’da, kemen sıkma politikalarının ağır reçetesine itiraz, tepki var. İtalya, İspanya , İngiltere, Fransa…Bütün bu ülkelerdeki sokak tepkilerin hepsi, ortaya çıkan faturayı üstlenmemek üzerine.
***
Genel tepkiler ve protestolar için söyleyebileceğimiz ise şu: Hepsi kapitalizmi yermekle birlikte kapitalizmi aşan söyleme, dile, buna dönük örgütlenmeye ve programa sahip değiller henüz. Bir başka deyişle, kapitalizme tepki var ama tepkiler kapitalizm içi. Genelde istenen, ortaya çıkan faturanın adil paylaştırılması üstüne. Krizi biz çıkarmadık, niye bize ödetiyorsunuz!…Neden emeklilik, sağlık, sosyal güvence haklarımızı buduyorsunuz!..Neden vergilerimizle finans kapitali kurtarıyorsunuz!…Neden iş yok!..Borçlu ülkelerin yükünü niye biz üstleniyoruz? …Şikayetler henüz küresel kapitalizmin ortaya çıkardığı arızalara dönük, yani ağırlıkla henüz sisteme değil, sistemin teklemesine dönük.
Ağırlıkla herkesin öfkesi finans kapitale. Özellikle 1990 sonrası “finansal mühendislik” adı altında türev piyasaları derinleştirip finans balonlar yaratarak büyük paralar kazanan yatırım bankaları, fonlar hedef tahtasında. Sadece kitlelerin değil, kapitalizm içinde sorunlara çıkış yolu arayan birçok devlet adamı, yönetici, akademisyen, bürokrat da kabahati finanstaki balonlaşmaya buluyor ve sanki bu kesim bir şekilde terbiye edilir ve balonlaşmanın önüne geçilirse kapitalizmin arızalarının giderilebileceğine inanıyor. ABD’de Wall Street protestosuna Obama’nın ve Avrupa’daki birçok yöneticinin sempati ile bakması da bundan. Tepkiler, finans baloncularıyla sınırlı kaldığı sürece, onları terbiye etmeyi hedef aldığı sürece sorun yok. Çünkü yaygın anlayışa göre, finans kapitalin balonlaşma ile sistemde arızalar yaratması, bir avuç açgözlünün para hırsından ve kamunun yeterli kontrol mekanizması gerçekleştirmemesinden…Sorun kapitalizmde değil, onun “vicdansız” uygulamasından… Örneğin PepsiCo’nun dünya başkanı Indra Nooyi, 17 Ekim tarihli Milliyet’te şöyle konuşuyordu: “Kapitalizm aslında iyi bir şey. İnsanlardaki yeteneklerin, vasıfların ortaya çıkmasını sağlayan bir araç. Öte yandan kapitalizmin vicdanlı olması lazım. Vicdanını kaybeden kapitalizm beraberinde felaket getirir. Wall Street’de bugün protesto edilen kapitalizm değil. Vicdanını kaybetmiş kapitalizm…”
***
Vicdanlı kapitalizm, belki bir dönemin adı olurdu. 1950’lerden 1980’lere kadar uzanan, İkinci Savaş sonrası yükselen sosyalist hareketin de terbiye ettiği kapitalizm, bölüşümde, sosyal devletle birikimi yürütmede daha uyumluydu. Böylesi işine de geliyordu. Büyüme iç pazarlara dayanıyor, kitlelerin tüketmeleri için bölüşümün görece adil, devletin paylaştırıcı, sosyal harcayıcı olması gerekiyordu. Ama bu “vicdanlılık hali” 1980’e kadar sürebildi ancak. Sermaye birikimi 1980’e doğru öyle bir yere geldi ki, artık önceki dönemin bölüşüm ilişkileri, emek-sermaye ilişkileri yenilenme gerektiriyordu ve neoliberalizm, hızla küreselleşen kapitalizmin ana düsturu oldu. Devletin küçülmesi,sosyal harcamaların azaltılması ve devletçe verilen hizmetlerin metalaşması,ticarileşmesi gerekiyordu. Bu, “vicdanlı kapitalizm”in yerine giderek “insafsız kapitalizm”in ikamesini gerektiriyordu. İnsafsız kapitalizm, birikimi doludizgin hızlandırdı. 2000’lere gelindiğinde artık birikim öyle bir yere ulaşmıştı ki, ne mevcut formatta devam edilebiliyor ne de vicdanlı kapitalizme dönüş şansı vardı. Finans kapital, kendi haline bırakılamıyordu. İflasın eşiğine gelmiş bankalar, büyük firmalar için “Batırılamayacak kadar büyük” ifadesi, yaşanılan çaresizliği anlatıyordu.
***
Kitlelerin, kapitalizmin ne kadar manevra alanının kaldığını görmeleri için, onu vicdanlı hale getirmenin mümkün olup olmadığını görmeleri için, süreci bizzat yaşayıp görmeleri gerekiyor. Kapitalizmi aşmak ise şu gün için kitlelerin ağırlıklı kısmında gündem dışı. Kapitalizmin alternatifi sosyalizm, çoğu insan için henüz ısınamadıkları, “acı bir deney”. SSCB deneyimi ile bozuk para gibi harcanmış bir ütopya. Hele ki Amerikalılar için…Ama eninde sonunda kapitalizmin “vicdanlı-vicdansız” bütün versiyonlarını denedikten sonra, kitleler, kapitalizmi aşmak üstüne kafa yormak, sorgulamalar yapmak zorunda hissedecekler. Bunu yaparken kapitalizm kadar, reel sosyalizmi de aşacak perspektifler üretmenin gerekliliğini görecekler. Bu kaçınılmaz…