Bizim Beşiktaş’ın ataları, önce Taksim’deki Topçu Kışlası’nın yerinde , sonra da Çırağan Oteli’nin arsası, Şeref Stadı’nın toprak zemininde, top koşturmuşlar.  Birinci Sanayi Planı ile yatırımların Anadolu’ya yönlendirildiği 1930’lu, 1940’lı yılların asude  İstanbul’unda  kent planı yapılırken  Maçka Parkı’nı da içine alan yeşil alana bir de stadyum planlanır ve  1939’da İtalyan mimar Paolo Vietti Violi ile mimarlarımız Fasıl Aysu ve Şinasi Şahingiray kolları sıvarlar. Yaklaşık 8 yıl emek verilir ve 27 Kasım 1947’de İnönü adı verilen bu Cumhuriyet yapıtında açılış maçını Kara Kartal,   İsveç takımı  AIK Solna ile oynar. İlk golü Süleyman Seba atar, ama yine de konuk takım, maçı 3-2 kazanır.

Stadımıza DP iktidarı 1952’de Mithatpaşa adını uygun görür ama 1973’te yeniden İnönü Stadı adını alır. İki yıl önce İnönü’nün başına, “Fi Yapı” gibi ucube bir eki “birkaç dolar uğruna” ekletenleri, bu ayıplarıyla baş başa bırakıp devam ediyorum. İnönü’nün zerafeti, tribünle saha arasındaki uyum oranından gelir. 2000 başlarında “Beleştepe” tarafına eklenen gecekondu tribünlerle 32 bin kişilik kapasiteye ulaşmakla beraber,  ilk darbe vurulmuş oldu. Oysa Stadımız, eski haliyle The Times gazetesinin 90’lardaki bir araştırmasında dünyadaki en iyi 10 stadı  arasına girerek 4’üncü seçilmişti. Trafiği,işleyiş düzeni, çevre ile uyumu,  bu derecelendirmede dikkate alınmıştı.

Dolmabahçe Sarayı ile bütünleşen, tarihi-doğal peyzaja  saygılı  bir siluet hassasiyeti içinde tasarlanmış İnönü’nün bu uyumuna vurulan son darbe ise  AKP tünelleridir. Stad ile Dolmabahçe Sarayı arasındaki kavşağın bir şimdiki halini, bir de tüneller öncesi halini getirin gözünüzün önüne. Trafiği rahatlatmak ve ulaşımı kolaylaştırmak adına,  atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmiş midir ? İstanbul’un bu değerli noktasındaki battı-çıktı tünellerine katlanmaya değdi mi yapılanlar ? Tünel öncesi ve sonrasını gözünüzün önüne getirin: Gelen, gideni aratır oldu. Kördüğüme döndü Dolmabahçe kavşağı…Taksim Meydanı için düşünülenler de aynı akibeti yaratacak, kuşkunuz olmasın. Battı-çıktı tünelli, viyadüklü proje sonrası kent peyzajından da olacağız, meydanın o kozmopolit, canlı ve cazibeli havasından da …

***

İnönü ve çevresine esaslı darbe girişimi ise sürekli gündemde tutuluyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 12 Mart 2011’de diyordu ki, “BJK yönetimi, içinde AVM, otel ve altında 2 bin 500 araçlık otopark bulunan 42 bin kişilik stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir kültür bakanı’ olarak tarihe geçmek istemiyorum”

Bakan öyle diyordu ama kabine arkadaşı Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, önceki gün adeta cinayeti, haber veriyordu . Kılıç, “Otel ve alışveriş merkezi yapımı, projenin dışında bırakılacak. Bu yöndeki haberler, yorumlu ve abartılıdır…Olimpiyatlara giden yolda Saracoğlu ve TT Arena’dan sonra Beşiktaş Stadyumu’nun inşası da Türk sporuna ve olimpiyat sürecine önemli bir tesisleşme katkısı verecek” diyor. Verilen örnekler, endişelenmemize yeter zaten. İnönü’yü, Saraçoğlu’na, Arena’ya benzetmek istemek, Dolmabahçe’nin canına okumak değilse, nedir?

***

Oktay Ekinci, 26 Ocak tarihli Cumhuriyet’te,  Bakan Günay’ın  şu serzenişlerine de hak veriyordu; “Bir mimarlık eseri olan İnönü Stadı’nın yıkılarak, ticari mekânlarla birlikte daha büyük bir kütlenin Dolmabahçe Vadisi’ne dikilmesi bana göre uygun değil. Bir Emek Sineması için gösterilen kamuoyu duyarlılığını bu konuda göremiyoruz; stadı koruma kararlılığımıza yeterli toplumsal desteği bulamıyoruz.”

Bir “ kültür mirası” olarak tescil edilen İnönü Stadı, Emek Sineması’na gösterilen haklı hassasiyeti, en az onun kadar, hak ediyor. Ama nerede? Nerede bir yanlışlık varsa orada “karşı” lığıyla doğruyu savunan ve dost-düşman herkesin gönlünü fetheden Çarşı nerede? Bu kültür katliamı projesine karşı suskunluk, yanlışa ortak olmak değilse nedir?

Kime öykünüyor, kimin stadına imreniyoruz?  Kentleşme ilkelerine tümüyle aykırı, kaçak kat çıkar gibi büyütülen azman Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı mı kıskanıyoruz ? Fenerbahçe semtini, Oktay Abi’nin benzetmesiyle,  “King-Kong” gibi ezen bir yasadışı imar darbesinin ürününü mü taklit edelim? Kime öykünüyoruz ? Ali Sami Yen’e sahip çıkamayıp orayı devasa bir rant projesine terk eden Cimbom yöneticilerine mi? İstanbul’un akciğerine, kuzeyine dokunmamak gerekirken Arena’larıyla bu yanlışa ortak olanların, Ali Sami Yen ismine sahip çıkamayanların yanlışına mı düşelim? Bu, Beşiktaşlılığa yakışır mı?

Beşiktaş, rakiplerinden bu konuda da farklı olmalıdır. İstanbul’un kent dokusuna, çevre ile uyuma, tarihe, kültür mirasına kıskançlıkla sahip çıkmalıyız. Tokgözlülüğümüzle, futbolun aşırı metalaşmasına karşı duruşumuzla  herkese yeniden örnek olmalıyız ve buna Çarşı önderlik edip suskunluğunu bozmalı, “Stadıma dokunma” diyebilmelidir…

S-ta-dı-ma- Do-kun-ma!…

.

 

 

 

 

Written by Mustafa Sönmez