2001 krizinin ardından Derviş-IMF işbirliğinin ürünü operasyon sonrası Türkiye ekonomisi, “kılçıksız balık” biçiminde AKP’ye 2002 seçimlerinde teslim edildi. Aynı yıl dünya ekonomisindeki likidite bolluğunun da üstüne konan AKP rejimi, 2007’ye kadar aralıksız büyüyen bir ekonomi yönetti. 2008 küresel krizinde tökezlese de, sıkı tutulmuş bütçe ve dış yatırımcının dünya ekonomisindeki seçeneksizliği sayesinde çabuk toparlandı ve iki yıl daha yüksek oranlı büyüdü. 2012’de ise gerileme başladı, Haziran 2013 Gezi ayaklanması rejimin düşüşünü hızlandırırken ABD’nin yeni bir para iklimine geçişi, 10 yıllık ‘dolça vita’nın bitiş düdüğü oldu.

“EKONOMİK MUCİZE”

Gezi ayaklanması ile AKP rejiminin faşist yüzünü görme fırsatı bulan yabancı gözlemcilerin ekonomi ile ilgili bir dizi sorusuna da muhatap oluyorum. AKP rejminin bunca yıldır iktidarını sürdürülmesinin, RTE’nin yüzde 50 seçmen desteğinin hikmetini “ekonomi”de arıyorlar. Sorulan şu: Otoriter bir rejim oluştuğu aşikâr ama belli ki ekonomide yaptıklarıyla kitlelerin desteğini almış. Bu gerçek mi, sürdürülebilir mi? Hayırseverlik politikalarıyla mı kitleleri elinde tutuyor? Son sorudan başlıyor, kimi ezbercilerin ve kolaycıların dillerine doladıkları gibi, erzak, kömür ,sadaka politikalarının kitle manipilasyonunda belirleyici olmadığını savunuyorum. Zaten hesap ortada. Tamamı Aile Bakanlığı’na bağlanan sosyal yardım harcamaları,milli gelirin yüzde 1,5’unu bile bulmuyor. Propogandası çok, ama gerçekte matah bir büyüklük değil.

Açık olan şu: Dış kaynağa dayalı yıllık ortalaması yüzde 5’i bulan büyüme, bütün çarpıklıklarla, yarattığı büyük kırlganlıklarla ilgili eleştiriler saklı kalmak şartıyla, hem kişi başına gelirde, hem de tarım dışı istihdamda göreli bir artışa yol açtı. Bu da beklenir birşey. Bir ekonomi büyür de, iş-aş üretmez mi? Nitekim 10 yılda kişibaşına gelir (1998 fiyatlarıyla) yüzde 38 arttı. Tarım dışı istihdam da, özellikle inşaat, hizmet alanlarında arttı ve 14 milyondan 18,7 milyon kişiye çıktı. Bu gelir ve istihdam artışından adil bir bölüşüm çıktığını kimse öne süremez. Ama, dış kaynağa dayalı büyüme, çalışan ve eve ekmek getiren sayısını artırdı. Bununla kalmadı, neoliberal rejim borçlanmayı ögretti ve evlere yaklaşık 300 milyar TL kredi (kart dahil) girdi, borçla, harcama arttı. Çoğu kırdan kente yeni göçmüş ve cemaat-tarikat ilişkileriyle hem aidiyet hem iş-aş imkanı bulmuş bu kitle, AKP’nin yüzde 50 seçmenin azımsanmayacak bir kısmı.

MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ

Döviz üretmeyen, döviz harcayan bir büyüme çerçevesinde oluyor bunlar. Büyüme var ama her yıl döviz açığı yani cari açık yaratıyor.2003-2012 döneminde yılda ortalama 33 milyar dolar açık verildi. Açık, başta milli gelirin yüzde 2,5’u iken 2011’de yüzde 10’una yaklaştı ve açığı kapamak için hızla borçlanıldı; dış borç stoku  aynı dönemde yüzde 134 arttı ve 340 milyar dolara çıktı.

Kaynak:Hazine M, TCMB veri tabanı

Böyle bir döviz, yani cari açık ile ekonomiyi döndürmede başta pek zorlanmıyordu rejim. ABD’nin ve AB’nin izlediği gevşek para politikaları, sıfıra yakın faizler nedeniyle, yabancılar gelmekte beis görmüyor, çark dönüyordu. Ama büyüme, içe dönmüş, İstanbul rantını öne alan inşaat odaklı , döviz üretmeyen ekonominin ömrü hızla kısalıyordu. Şimdi, bu kurguyu iyice bozan iki gelişme oldu. Birincisi, Gezi direnişine polis zulmü Türkiye’yi bir anda gerilimli bir ülke durumuna soktu. Yabancılar gelmekte tereddütlüydü, turist girişi hızla azaldı, rejim başta AB’den dış desteği kaybetti. İkincisi, ABD’de Bernanke düdüğü çaldı ve partiyi bitirdi. Paraları faizi karşılığı geri topluyor, tasını tarağını toplayan çekiliyor. AKP rejminin değirmenini çeviren su da çekiliyor. Taşıma suyla dönen değirmenin yarattığı işin-aşın azalmasıyla, büyümenin sağladığı vergiyle ulufe dağıtımının azalmasıyla, bakalım yüzde 50 seçmenden geriye ne kalacak…

 

 

 

Written by Mustafa Sönmez