Arada bir soluklanıp geçmişte yazdıklarımıza bakmalıyız. Ne tür öngörülerde bulunmuşuz, olaylar nasıl cereyan etmiş…Ne kadar isabetli saptamalar yapmışız, nerelerde yanılmışız….

Altı ay kadar önce, o sırada yazdığım Yurt gazetesindeki bir yazıma götüreceğim okuru. 17 Ocak 2014 tarihli yazının başlığı şöyleydi, ‘ RTE mi, Cemaat mi, askeri darbe mi?

17/ 25 Aralık…

‘Sonucu kestirilemeyen bir filler kavgası yaşanıyor günümüz Türkiyesi’nde. Öyle bir kavga ki, kimin galip geleceğini, ne zaman geleceğini, sonrasında neler olabileceğini kimse kolay kolay kestiremiyor, kehanete yanaşamıyor. Olsa olsa en az üç şıkkı bulunan senaryolardan söz ediliyor…’

Bu giriş paragrafını takiben 3 ihtimalden ilkini şöyle özetlemiştim… “Neredeyiz ?” sorusuna yanıt olarak, kavganın tam orta yerinde demek mümkün. Taraflar, cephane yığınaklarını önceden yapmışlar ve her atışa karşı atışla cevap veriliyor. Cemaat’in 17 Aralık’ta  “yolsuzluklar” üstünden başlattığı amansız atış, ilk elde RTE tarafına büyük hasar verdi ama kısa sürede karşı atağa geçip Cemaat’i bozacak hamlelere girişildi. “Hizmet”in Hakim ve savcıları, polis şefleri, dahası eğitim müdürleri hallaç pamuğu gibi atıldı. Birinci operasyona engel olunamadı ama daha beteri olan ikincinin önü kesildi. İçinde Bilal Erdoğan’ın, Yasin El Kadı’nın ve RTE’nin çok yakınındaki patronların olduğu operasyona, hot-zot ile izin verilmedi, her türlü kanunsuzluk göze alınarak…

Cemaat kanadının “yolsuzluklar” atışına Cemaat kadrolarını dağıtmak ve yargının önünü keserek yanıt vermekle yetinmeyen RTE, daha kalıcı darbeler peşinde ve Cemaat’i “gizli örgüt”, “Haşhaşin” olarak itibarsızlaştırıp “inine” hapsetme çabasında. Bankasına(Asya)  kılıç sallıyor, FG’nin telefonlarını dinliyor, üstünlüğü eline geçirdiği algısı yaratıyor. Cemaat de boş durmuyor; MİT’in TIR’ını “faş ediyor” , İHH’ya operasyon yapıyor, Roboski katliamından  iktidar ve MİT’i sorumlu tutan,  Paris’teki cinayetlerin MİT işi olduğuna dair belge servisi yapıp Kürt hareketi ile AKP köprüsündeki mayını patlatıyor. Tırpan yiyeceğini bilen her polis şefi, hakim, savcı, bilgisayardaki belgeleri, tapeleri, fotoğrafları kopyalayıp “cephaneye” yığıyor…“Neredeyiz” sorusuna cevap; işte burada;  tam da savaşın ortasındayız…Peki ne olacak?’

RTE’nin oyun planı

Yazıda RTE’nin durumu şöyle özetlenmişti ;   ‘RTE tarafı, kendini 30 Mart yerel seçimlerine sağ salim atmanın derdinde. İlk hedef, dağılmadan, fazla yara almadan sandığa tek parça ulaşmak. Ama sandık gününe de karşı tarafa, Cemaat’e, ittifak halindeki CHP’ye, hatta MHP’ye olabildiği kadar zarar vererek erişmek.

Bu arada saflarını TSK mağdurları ve Kürt muhalefeti ile tahkim etmek de RTE’nin hesapları arasında. “Size kumpas yaptılar” diye Balyoz ve Ergenekon, hatta KCK davalarını yeniden gördürmek, Kürt siyasetine şirinlikler yapmak, atılan ve atılacak adımlar arasında.

RTE ve çevresinin Cemaat’i, illegal bir çete olarak niteleyip her tür hukuk ve hukuk dışı yolu kullanarak imha etmekten başka yolu yok. Cemaat ve müttefikleri (ABD) açısından ise 30 Mart’a RTE’nin güçlü ulaşmaması gerekiyor. O tarihe kadar olabildiğince hırpalanmış, kan kaybetmiş, kadroları dağılmış, karizması iyice çizilmiş bir RTE görmek istiyorlar…

RTE’nin, 30 Mart’a kadar hedefine ulaşması, hukuk-mukuk dinlemeyip rakibi Cemaat’i etkisiz hale getirmesi ve bununla AKP tabanını konsolide etmesi, zayıf da olsa bir olasılıktır, mümkündür. Bugünlerde herkes kullanıyor; Nihai getirisi, kazanma yolunda ödenen bedeli karşılamayan zaferlere Pirus Zaferi deniyor. RTE, zafer olsun da, Pirus olsun, fark etmez ruh halinde.

İkinci yol…

17 Ocak tarihli yazımda ikinci yol olarak şu ihtimalden söz edilmişti;

‘Hedefine ulaşamayacağını anlarsa geriye, RTE’ye ne kalıyor? Teslim olmak? Evet ama ‘kazançlı’ bir teslimiyet. Abdullah Gül tarafından örtülü-açık sunulan bir seçenek var; “haysiyetli teslimiyet”…Nedir o? Şu teklif edilecektir RTE’ye; Kırıp dökmeyi ve debelenmeyi bırak. Seni Cumhurbaşkanı seçelim, sen de partiyi bize bırak. Başbakanlıkta Gül otursun, Cemaat ile ortaklığımız yeniden tesis edilsin. Gül, “Hizmet” ile daha iyi anlaşır. Partiyi derler toplar, 2023’e taşır. Olanları unutalım, birkaç günah keçisi ve iyi bir senaryo ile yolsuzluk dosyalarını kapatalım. Seni ABD de istemiyor, AB haydi haydi istemiyor. Çankaya’da otur, keyfini sür.

  RTE’yi geri çekilmeye  ikna etmek için kullanılacak bir tehdit de ABD destekli bir askeri darbedir. Tarihindeki en derin devlet krizini yaşayan Türkiye’deki kilitlenmeyi, dibe doğru sürüklenişi, NATO, dolayısıyla ABD tribünden izleyemez. RTE’ye önerilen geri çekilmeyi kabul etmemesi, üstelik hukuk dışı tasarrufları doludizgin uygulayıp toplumda kutuplaşmayı, gerilimi yükseltmesi halinde, bir askeri darbe ihtimali daha ciddi olarak hatırlatılacaktır.

Peki ne oldu?

17 Ocak’taki bu saptamaları ve öngörüleri takiben hayat nasıl aktı?  RTE, belirtidiği gibi, her tür hukuksuzlukla, yolsuzluk iddialarını yargının önünden çekip aldı, Cemaati sindirdi ve sandıktan yüzde 43 oy alarak diğer iki ihtimali birinci elde etkisizleştirdi. Askeri darbe ihtimali zaten zayıftı, seçimin sonucu, iyice ihtimal dışına attı.

Ama Köşk’e seçtirip orada etkisizleştirilecek bir RTE ile yaşama senaryosu, hala geçerlidir. Buna aktif Cumhurbağkanlığı, mümkünse Başkanlık hevesindeki RTE, elbette rıza göstermez ama şimdiden Arınç’ın inisyatifi ile Gül’ü AKP’nin başına taşıma  ve AKP’de RTE dönemini kapatıp Gül dönemini açma çalışmaları ilerlemektedir. Babacan,Şimşek ve birçok AKP ağır topu bu planın yanındadır. Daha da önemlisi, bu eğilime ABD, büyük sermaye (merkez medyasıyla birlikte) sıcak durmaktadır.

RTE, Gül formülünün elbette farkındadır ve o da kendi oyun planlarını yapmaktadır. Soner Yalçın doğru başlık attı ; Kavga kaçınılmazdır…

 

 

Written by Mustafa Sönmez