Medyanın artan gücü, devletin yasama-yürütme-yargı erklerinden birine benzetilerek ona “dördüncü güç” payesinin verilmesine neden oldu. Dördüncü güç medya, toplum adına devleti “denetleyici” bir organ olabilirdi. Bu bazı ülkelerde , bazı konjonktürlerde geçerli bir argüman olsa da zamanla pek öyle olamadı; yasama-yargı-yürütmeyi kontrol etmek isteyenlerin, belki daha kolay ele geçirdikleri güç, medya oldu.

Ele geçirme…

Medya gücünü ele geçirmek için hakim sınıf fraksiyonları ve onları temsil etmeye aday siyasiler arasında yarış hep oldu. Medyanın yarattığı  nüfuzdan para kazanmak peşindeki medya sermayedarları da, medyayı “dördüncü güç”, toplum adına denetleyici olma özelliğinden vazgeçerek onu paraya tahvil etmenin peşine düştüler.

Medya alanını, ortamını böylesine rezil bir çekişmenin olabildiği kadar dışında tutmak, demokrasisi daha gelişmiş, yurttaşı daha örgütlü ve kendini korumayı bilen toplumlarda elbette kolay olmadı. Buna hem medyanın örgütlü çalışanları hem de örgütlü izleyici-okuyucu kitleler reaksiyon gösterdiler. Yasalarla kazanılmış haklar, keyfiyeti,istismarı belli ölçülerde dizginledi ve böyle de devam ediyor.

Buna karşılık demokrasisi gelişmemiş, yurttaşlık bilincinin zayıf, otoriter devlet biçiminin hakim olduğu Türkiye benzeri ülkelerde , hele ki AKP rejimi türü konjonktürlerde medya üstünden nüfuz savaşları daha kolay yapıldı ve medya üstünden de hakimiyet kazanarak güç dengeleri korunmaya, dahası güçlendirilmeye çalışıldı. Buna hem medyanın içinden  aktörlerin hem de okuyucu-izleyicinin bir direnci zayıf kaldıkça medya üstünden fil tepişmeleri daha tahripkâr oldu, olmaya devam ediyor.

Medyanın işlevi…

Her üretim tarzı gibi, kapitalizm de ancak ve ancak kendini yeniden üretebildiği ölçüde varlığını sürdürüyor. Ekonomik, politik ve kültürel düzeylerde yeniden üretim… Kapitalizmi , kendisinden önceki üretim tarzı olan feodalizmden ayıran şey, üretici işçinin “özgür”lüğüdür. Feodalizmde serfin feodale karşı açıktan, gözle görünen bir bağımlılığı sözkonusu idi. Buna “ekonomi dışı zor” deniyordu.

Kapitalizm, feodal karşısında serfi “özgürleştirdi”. Kente gelen serf feodale bağımlı değildi. İşgücü üstünde açıktan zor yoktu. Ama işgücü satmadıkça da hayatını idame ettiremezdi. Kapitalizm, onu işgücünü satmaya mecbur bırakmıştı bu açıktan değil, şimdi ekonomiye içkin (mündemiç) bir zordu. Kentteki kapitalist o işgücünü ücret karşılığı alabilir, onu kullanarak değer ve artı değer üretebilir, dolayısıyla sermaye birikimini sürdürebilirdi.

Din ve  Eğitim

İşgücünün metalaşması ve bunun üstünden birikimin ilerlemesinin meşruiyetini sağlayacak kurumlardan biri feodalizmden mirastı: Din. Hırıstiyanlıkta kilise, feodalizmin egemeni olarak kapitalizmde güç kaybetse de  şimdi yeni işlevi, emek ile sermaye arasındaki “ekonomiye içkin zor”u sömürüye meşruiyet kazandırmak, bunu “olağan” göstermekti. İşçi, yeni kaderini kabullenmeli, Tanrı’ya bir işi olduğu için şükretmeli ve kendisine iş veren patronuna da şükran duymalıydı.

Eğitim, okul, kapitalizme meşruiyetin ve rıza almanın bir diğer kurumuydu. Burada aday işçilere hem yeni düzenin görenekleri öğretilecek hem de beceri kazandırılacaktı. Okuma-yazma, pozitif bilimlerle ilgili dersler alma, kapitalist üretimin işbölümünde alınacak rollere göre beceri edinmeyi okul sağlayacaktı. Din ve eğitime bir üçüncü kurum eşlik edecekti; medya.

Ve medya…

 Primitif haliyle, yazılı medya, para-meta-para’ zincirinde iletişimi sağlayan ve çemberin tamamlanması için gerekli pazar, finansman, hammadde ve işgücü tedariki ile ilgili bilgilerden kapitalistleri enforme eden bir rol üstleniyordu. Ama aynı zamanda, kapitalstlerin ortak yönetim organı olarak işlev görecek siyasi kurumların bir tür inşaat iskelesi olacaktı gazeteler,dergiler. İki işlevi birden üstlenenler de olacaktı,hem de “bağımsız medya” görüntüsüyle. Bir yandan ticari bilgiler, haberler veren, bir yandan kapitalist devleti bir tür “sınıflar üstü” örgüt olarak gösterme ve buna itaat için kitleleri yönlendirmede artık medya da üçüncü önemli bir aktör olarak ideolojik kurumlar içinde yerini alacaktı.

Kapitalizm geliştikçe, din-eğitim-medya üçlüsünden birincisi işlevini yitirmemekle beraber, diğerlerinin hızına ulaşamadı. Eğitim, hızlanan sermaye birikimi, ulusal pazarlardan uluslar arası pazarlara yayılan genişletilmiş yeniden üretimin, ayrıntılı işbölümünün gereği daha da kurumlaştı; hem bilgi-beceri kazandırma işlevi hem de potansiyel ücretlilere düzene saygı ve biatı öğretme işlevinde yetkinleşti.

Aynı şekilde medya, matbaa, ulaşım, haberleşme teknolojisindeki gelişmelerle birlikte hızla gelişti; üretilen malların pazarlanması için elzem olan reklam ve onun medya üstünden tüketicilere ulaştırılması ihtiyacının yarattığı gelir kaynağı olma imkanı da medyaya güç ve etkinlik kazandırdı. Dahası, kapitalist devleti kullanmada hakim sınıf fraksiyonları, onlar adına hareket eden siyasi partiler arasındaki yarış, ayrıca medyaya ihtiyacı, medya için harcamaları katladı.

Medyaya, dil alışkanlığı ile “Dördüncü güç” diyenlerin, yeni baştan olup bitenleri düşünmelerinde fayda var…

Written by Mustafa Sönmez